Çocuğun fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı büyümesinin olmazsa olmaz iki şartı vardır: Anne ve toprak. Özellikle büyük şehirlerde anneden ve topraktan yoksun, bakıcı elinde/kreşte ve kapalı alanlarda yetişen çocuklar fiziksel ve ruhsal yönden geri kalmaktadır. Anne yoksunluğunun çocuk ruh sağlığı üzerindeki etkileri konusunda pek çok araştırma yapılmış olmasına rağmen, topraktan yoksunluğun etkileri konusunda yeterli araştırma yapılmamaktadır.
Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung, çocuk bilincini üçe ayırır: Açık bilinç, kişisel bilinçaltı ve kolektif bilinçaltı. Açık bilinç, anne çocukla sözel ve duygusal iletişim halinde iken çocuğun algıladığı mesajlardır. Kişisel bilinçaltı, çocuğun ana rahminden itibaren yaşadığı tecrübelerin derin hafızada bıraktığı izlerdir. Kolektif bilinçaltı da ilk insan Hz. Âdem’den intikal eden genetik kodlardır. Çocuklar suyla ve toprakla oynamayı çok severler, değil mi? Neden biliyor musunuz: Çünkü onların kolektif bilinçaltlarında ilk insanın çamurdan yaratıldığına dair kodlar vardır.
Tabiattan yoksun çocuk
Toprağa ayağı değmeyen, güneşten, açık havadan, çiçekten, çimenden, ağaçtan, böcekten, kuştan uzak; dört duvar arasında, beton evlerde, tabiattan kopuk yetişen çocuklarda “doğa yoksunluğu sendromu” adıyla dikkat eksikliğine, endişeye ve depresyona yol açan psikolojik bir rahatsızlık ortaya çıkmaktadır. Doğa yoksunluğu sendromuna maruz kalan çocuklar kendilerine yabancılaşmakta, çok iyi bakılıp beslenseler dahi soluk benizli, düşük enerjili, çabuk yorulan ve çabuk hastalanan bir kişiliğe sahip olmaktadırlar.
Büyük şehirlerde, bir köy nüfusunun bir binaya sığdırıldığı yerlerde oturan, doğduğu günden itibaren günün büyük bir bölümünü kapalı alanlarda, doğadan uzak geçiren çocuklar meyvenin ve sebzenin manavdan ve pazardan geldiğini zannediyor. Ağacın çiçek açtığını, tomurcuklandığını ve meyveye durduğunu gören, meyveyi dalından koparıp yiyen şehirli çocuk sayısı yok denecek kadar azdır. Bu çocuklar ekmeğin de bakkaldan ve fırından geldiğini zannediyorlar.
“Doğadaki Son Çocuk” kitabının yazarı Richard Louv’a göre, özellikle son yıllarda çocukların sürekli kapalı yerlerde kalmaları, enerjilerini boşaltamamaları, doğadaki canlılarla duygusal iletişim kurmamaları, okulda beden dersi ve teneffüs saatlerinin azalması, televizyon ve bilgisayar başında geçirilen zamanların artması hiperaktivite ve dikkat eksikliğine yol açmaktadır.
Doğada, çiminler üzerinde, ağaçların arasında arkadaşlarıyla oyun oynayan çocuğun bütün duyguları aktif haldedir. Kendisinden daha büyük olan bir canlı hayatın/tabiatın parçası haline gelmektedir. Hareket ediyor, duyuyor, görüyor, kokluyor, tadıyor, düşünüyor, temiz havayı teneffüs ediyor, kanı temizleniyor, beyni tazeleniyor.
Ruhsal ve duygusal gelişim ana rahminde başlar
Son araştırmalar çocuklarda sadece fiziksel gelişimin değil, duygusal ve ruhsal gelişimin de ana rahminde başladığını göstermektedir. Buna göre ana rahmindeki embriyo, özellikle dördüncü aydan itibaren annesi tarafından istenip istenmediğini, sevilip sevilmediğini sinirler yoluyla hissetmekte; istenen ve sevilen embriyo fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı bir gelişme göstermektedir.
Son embriyo araştırmalarına göre hamile olduğunu öğrendiği günden itibaren bebeğini isteyen ve istemeyen annenin beyni farklı çalışmaktadır. Bebeğini isteyen annenin beyni sevgi ve şefkat hormonları (oksitosin, melatonin, serotonin) salgılamakta; anne adayı sağlığına ve beslenmesine daha fazla dikkat etmektedir. İstemediği halde kazara hamile kalan, hamile olduğunu öğrendiği anda bunu üzüntüyle karşılayan ve mutsuz olan annenin beyni, aldığı bu olumsuz mesaja uygun çalışmakta, sevgi ve şefkat hormonları salgılamamaktadır. Bebeğini istemeyen anne, düşük veya kürtajla ondan kurtulmanın yollarını arar. Bunu başaramayıp doğurmak zorunda kaldığı zaman ya hastanede bırakıp kaçmakta, ya bir cami kapısına bırakmakta, hatta çöp kutusuna bile atabilmektedir.
Belgesellerde izlediğimiz aslan, kaplan, ayı ve goril gibi vahşi hayvanlar bile yavrularına karşı şefkatli davranırken insan sıfatı taşıyan bir anne dokuz ay karnında taşıdığı yavrusunu içi acımadan nasıl çöp tenekesine atıp kaçabilmektedir? Bebeğini istemeyen annenin kanında sevgi ve şefkat hormonları olmadığını, duygusal olarak taştan farkı olmadığını bilmeyen insanlar için bu soru cevapsız kalmaktadır.
Anasız kuzu melemez
Allah, çocuğu bir annenin ve bir babanın bakımı, koruması ve eğitimi altında büyüyecek şekilde programlamış. Çocuk anne ve babanın ortak meyvesidir. Anne kadar baba da çocuğun terbiyesinden ve eğitiminden sorumludur. Ancak yaratılışları gereği annenin sorumluluk alanı ile babanın sorumluluk alanı farklıdır. Bilindiği gibi Allah’ın bütün isimleri insanda tecelli etmekle birlikte bazı insanlarda bazı isimler daha baskındır. Üstlendikleri rol itibariyle annelerde “Rahim” ismi, babada “Rab” ismi daha baskındır.
Anne, Rahim isminin gereği olarak çocuğuna hizmet ederken, ihtiyaçlarını yerine getirirken hiçbir karşılık beklemez. Annelik koruma içgüdüsüyle çocuğun davranışlarına sınır koymaktan kaçınır, her isteğini yerine getirerek şımartma eğilimindedir. Baba da Rab isminin gereği çocuğun davranışlarına sınır koyarak annenin eksik bıraktığı disiplini tamamlar. Anneler bazen çocuğa söz geçirmede zorlandıkları zaman baba ile korkutur, “baban akşam gelince yaptıklarını anlatayım da gör” derler. Babasız çocuk eğitmenin ve onlara söz geçirmenin zorluklarını eşinden boşanan ve çocuklarını tek başlarına büyütmek zorunda kalan hanımlar çok iyi bilirler.
Bir sonraki yazımızda annelerinden ayrılan çocukların yaşadıkları problemleri işleyeceğiz.