TR EN

Dil Seçin

Ara

Anneden Hayat Dersleri

Sıcak bir yaz gününde sokağa giren kömür kamyonu, kurdukları oyun dünyasında hoşça vakit geçirmekte olan çocukların canını sıkmıştı. Oyun grubunda yer alan evin küçük kızı bile “böylesine sıcak bir günde kömür almanın sırası mıydı sanki?” diyordu içinden. Halbuki kışa daha çok vardı. Sonradan aklına bu kömürü taşıdıktan sonra hep birlikte pastaneye götürülüp dondurma ile ödüllendirilecekleri gelince, arkadaşlarını ilk harekete geçiren o oldu. Evin üçüncü katındaki kömürlüğe yük taşımak kolay değildi elbette.

Bu zorluğu katlanılır kılan şey, komşu teyzeler ve arkadaşlarıyla birlikte işin bir ucundan tutuyor olmalarıydı. Çocuklar bazı anlar dizlerinin dermanının kesildiğini hissediyor ve pes etme noktasına geldiklerini söylüyorlardı. Buna rağmen kâh alınlarından süzülen teri kirli elleriyle sildikleri için yüzlerinde oluşan komik görüntülere bakıp şakalaşarak kâh “sen az taşıdın ben çok” diye tatlı tatlı çekişerek taşımaya devam ediyorlardı. Bir de büyüklere kendini gösterme telaşı vesaire derken koca kömür yığını kısa bir sürede yerine yerleştirilmiş oluyordu. Onca yorgunluk hissi dondurma beklentisinin de etkisiyle çok keyif aldıkları bir oyunun ardından hissettikleri tatlı bir yorgunluğa dönüşüveriyor, pastaneye gidilecek saati iple çekiyorlardı.

Eşini ahirete uğurladıktan sonra evinin hem kadını hem erkeği olan evin hanımının yorgun yüzünde ise kışlık yakacağı tedarik edip yerine yerleştirmiş olmanın rahatlığı okunuyordu. Hazır üç aylık alınmıştı, fiyatlar kışa nazaran daha uygundu. Hem sonbaharda okulların açılmasıyla çocukların eğitim masrafları gündeme gelecekti. Zamanında ve hesabını bilerek hareket etmediği takdirde sıkıntıyı yine kendilerinin çekeceğini biliyordu. Rabbine hamd etti.

Evin kızının annesine dair anlamlandırmakta zorluk çektiği bir husus daha vardı. Uyku vakti geldiğinde herkes yatağına çekilmişken, annesinin yemek telaşına düşmesi ona garip geliyordu. Tam uykuya dalmak üzereyken, nohut veya fasulye tanelerinin alüminyum tencerenin dibine konarken çıkardığı ses ne kadar da rahatsız ediciydi. Çoğu kez “Gece vakti yemekle uğraşmanın sırası mı sanki? Zaten karnımız tok ve de yatma vakti!” düşünceleri kafasında dönüp dururken uykuya dalıveriyordu.

Evin kızı büyümüş, evlenmiş ve anne olmuştu. Hayatın içinde ne büyük dersler barındırdığı gerçeğini bu yolda yürüdükçe daha iyi anlıyordu. Yaz sıcağında kömür taşımaları aklına geldiğinde, annesinin hiç de zamansız ve de anlamsız bir iş yapmadığını yeni yeni idrak ediyordu.

Onun için, önce biraz sitem sonra oyun ve dondurma ödülü demek olan bu olay, anne için hayata tutunmak ve sorumluluğunu yerine getirmek anlamına geliyordu. Diğer yandan çocukluk denen o altın çağda yemeğin ancak sofraya konduğu haliyle bir anlam taşıdığı gerçeğini de öğretmişti hayat ona. Karınlarını doyurup kalktıkları sofranın öncesi ve sonrasına dair süreçler anneyi ilgilendiren hususlardı nasılsa. Sonraları nohut ve fasulyenin akşamdan ıslatılarak pişirildiğini öğrenmişti.

Bu durumda anneciğinin onları rahatsız etmek veya zamansız işgüzarlıkta bulunmak gibi bir niyeti olmadığı anlaşılıyordu. Bu hali anlamak yerine olaya sitemkâr yaklaşması çocukluğun verdiği kolaycılıktı belki de.

Şimdilerde ne zaman nohut ayıklamaya kalksa o tıkırtılar eşliğinde çocukluk günleri gözünün önüne geliyor, yüreği sevgi ve biraz da mahcubiyet hissiyle dopdolu “annem... annem...” diyebiliyordu sadece.