TR EN

Dil Seçin

Ara

Şaperonlar mimar değil, mamurdur

Geçenlerde bir bilim dergisinin kapağında yer alan başlık oldukça dikkatimi çekti. Şöyle yazıyordu: “Mimar Proteinler: Şaperonlar”1

İlk gördüğümde, şaperonları* merak ettim ve yazıyı okudum. İstifadeli bir yazıydı benim için. Nihayetinde ilimler Allah’ı anlatıyorlar. Hangi gözle baktığınız önemli…

Bu vesileyle Allah’ın sanatının ne kadar harika olduğunu ‘genler âlemi’nde temâşa etmiştim. Genetik, bana bir kez daha Rabbimi anlatmıştı.

Ne var ki, ilgili yazının başlığı zihnime hiç oturmamıştı.

Başlık “Mimar Proteinler: Şaperonlar” değil de, sanki “Mamur Proteinler: Şaperonlar” olsa daha anlamlı olacaktı. Zira şaperonlar, mimar değil mamurdu nihayetinde. Yani “imar edilen, yapılan.” Aksi durum, bilerek veya bilmeyerek, akılsız-şuursuz maddeleri akıllı-şuurlu gibi kabul etmek anlamına geliyordu.

Gerçi yazıda kastedilen mana, elbette akılsız-şuursuz şaperonlara bir akıl veya şuur özelliği atfetmek olamazdı. Zira böylesi bir üslubun, farklı bir varlık algısının sonucu olduğunu, yazarınsa böyle bir üslûbu bilerek seçmeyeceğini—en azından hüsnüzan ederek—düşünüyordum. Belki sadece, şaperonların, canlıların temel yapı taşlarından biri olarak bilinen proteinlerin sentezlenmesinde oynadıkları role dikkat çekilmek isteniyordu.

Zaten ilginçtir ki, yazar da, ‘harika bir sanat eseri olan’ şaperonları, başka bir takım hayatî görevlerine de dikkat çekerek uzun uzadıya anlattıktan sonra, o muhteşem kudret mucizeleriyle ilgili olarak yazısının sonunda şu satırları dile getirmekten kendini alamamıştı:

“Bir kere daha anlaşılıyor ki şaperonlar, sadece proteinlerin sentezi sırasında onlara üç boyutlu yapılarını kazanmaları için kılavuzluk etmekle kalmıyor, aynı zamanda onları yaşam boyu gözeten ve adeta tüm kötülüklerden koruyan birer iyilik meleği gibi görev yapıyorlar. Şaperonlar için şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: İyi ki varlar!”

Ama bu satırları okuduğunuzda, farklı bir noktadan bakarak, belki de dehşete düştünüz değil mi?

Elbette, akılsız şuursuz maddeleri ‘kılavuz’ olarak göstermek, daha da ileri gidip onları “proteinleri yaşam boyu gözeten ve adeta tüm kötülüklerden koruyan birer iyilik meleği” gibi tasavvur etmek, insanı gerçeklerden uzak düşüren ifadeler aslında.

Şu dünya üzerindeki varlıklar içerisinde kendisini en akıllı kabul eden insanın bile, hakkında sayfalarca yazı yazdığı halde tam olarak anla(t)maktan aciz kaldığı bir “Rabbânî sanat eserine”, “sanatkârlık, mimarlık, kılavuzluk,” ayrıca yetmiyormuş gibi bir de “gözetleyici ve koruyucu bir melek” sıfatını, işlevini vermek anlaşılır gibi değil doğrusu.

İşte üslup bunun için önemli. Ben yine de, yazarı, en azından bu ifadelerinde, madde denizinde boğulmuş çağımız bilim anlayışının ‘mağdur bilimzedeleri’nden birisi olarak algılamak istiyorum.

Bediüzzaman Said Nursî, yıllar önce, ‘Tabiat Risâlesi’ isimli eserinin girişinde şöyle bir tespitte bulunur:

“İnsanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden (hissettiren) dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar (kullanıyorlar).”

Önemli bir tespittir bu. Mahatma Gandhi’ye atfedilen şu söz ise, Bediüzzaman’ın tespitinin ne kadar da önemli olduğuna işaret ediyor olsa gerek:

“Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür. Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür. Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür.”

Evet kullandığımız kelimelere ve üslubumuza dikkat etmek durumundayız.

Dönelim “Mimar Proteinler: Şaperonlar” başlığına…

Bediüzzaman, eserlerinin bir yerinde aynen şöyle der:

“Tabiat bir sanat-ı İlâhiyedir, sâni (sanatkâr) olmaz. Bir kitab-ı Rabbânîdir (Rabbanî bir kitaptır), kâtip olmaz. Bir nakıştır, nakkaş (nakşeden) olamaz. Bir defterdir, defterdar olmaz. Bir kanundur, kudret olmaz. Bir mistardır, masdar olmaz. Bir kabildir, münfail (yapılmış) olur, fâil (yapan) olmaz. Bir nizamdır (düzendir), nâzım (düzenleyen) olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir (yaratılış kanunlarıdır), şâri’ (kanun koyucu) olamaz.”2

İşte şaperonlar da, mimar değil ‘mamur’ veya sanatkâr değil ‘sanat’ olabilirler ancak.

Evet, iş bu kadar basit değil demek. Söz veya üslupların arkasındaki felsefeye dikkat etmek gerek. Ve şunu da eklemeden geçmeyelim:

Madem günümüz bilim çevrelerince itibar edilen ve önde gelen bir bilim dergisinin ‘akademik düzeydeki bir bilimsel makalesi’nde, şaperonlar için “onları (proteinleri) yaşam boyu gözeten ve adeta tüm kötülüklerden koruyan birer iyilik meleği gibi görev yapıyorlar” denilebiliyor ve bu da bilim adına kabul edilebiliyorsa; hayli hayli, şaperonların “proteinlerin sentezlenmesinde görev almış harika bir sanat eseri, muhteşem bir kudret mucizesi” olduğu da ifade edilebilmeli, yazılabilmelidir.

Hatta ikinci ifade şekli, bilim adına çok daha kabul edilir olmalıdır. Zira bir harf kâtipsiz olmaz, bir iğne ustasız olmaz... Nasıl olur ki, şu muhteşem “mikro yapılar” sanatkârsız, ustasız, mimarsız olabilir. Lütfen bilim adına cehalet sergilenmesin!

Evet, maalesef, son iki asırda pozitivist ve materyalist felsefelerin etkisinde kalan bilim, şu görünen âlemdeki muhteşem sanat eserlerini ve mucize yapıları Sanatkâr’ından ve Mimar’ından koparınca, ister istemez, o eserlerdeki harikalıkları o akılsız, şuursuz, elsiz, gözsüz vs. ‘madde’ye verdi. Ama ne acı ki, insanlık bu hâliyle bilim adına cehaletini ilân etmiş oldu.

Dileyelim ki, yakın zamanda, insanlık düştüğü bu ayıbından kurtulur ve gerçeği bulur. Böylelikle bilimin de namusunu kurtarmış olur. 

 

Dipnot:

* Şaperonlar, “proteinlerin katlanarak üç boyutlu hâle gelmesi işleminde yer alan refakatçi proteinler” olarak tanımlanıyor.

1- Bilim ve Teknik, Ağustos, 2009.

2- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, 30. Lem’a, s. 335.