İnsanoğlu suçlanmaktan ve suçluluk duygusundan o kadar rahatsızlık duyuyor ki, çoğu zaman nefisini avukat gibi savunuyor. Yaptığımız bir hatanın faturası ağır neticelere yol açıyor. Hele ölüm gibi hiç arzulamadığımız acı sona sebebiyet veriyorsa kaderi çok maharetle paravan ediyoruz.
Başarısız bir ameliyat yapılıp da hastanın ölümüne sebebiyet verilince ya da kırmızı ışıkta geçip de masum bir insanın hayatına hatime çekilince nefis ya da nefsi seven yakın dostlar güya teselli için, “Ne yapalım kader. Sen ne yaparsan yap adam ölecekmiş, ameliyat ya da trafik bahane, ölüm geldi bir kere..”
İyi-kötü ameliyat ya da yeşil, kırmızı ışık farketmez diye aslında ehli sünnet akidesine pek de uymayan ifadeler kullanıyorlar.
Aslında şu düşünce kurgusu daha sağlıklı görünüyor: Kader sebep ile sonuca aynı anda hükmediyor. Sebep ortadan kalkınca ya da değişince sonucun ne olacağını değişip değişmeyeceğini biz bilemeyiz. Ne bâtıl Cebriye mezhebi gibi diyebiliriz ki: “İyi de ameliyat yapsan, kötü de, adam zaten ölecekti.” ne de bâtıl Mutezile mezhebi gibi: “Eğer kırmızı ışıkta geçmezse ölmeyecekti.” diyemeyiz.
Biz ehl-i sünnet inancının gereği olarak sadece, “Kırmızı ışıkta geçmeseydik ya da kötü ameliyat yapmasaydık ölüp ölmeyeceğini bilemeyiz.” diye hükmederiz.
Bu aslında şuna benzer: Arı olmasaydı bal yine olurdu düşüncesine karşı; arı olmasa bal da olmazdı yorumu gibi. Arı olmayınca balın olup olmayacağını ya da nasıl sunulacağını biz bilemeyiz. Çünkü eşsiz yaratıcı, bal nimetini arı eliyle bize takdim ediyor.
Bu düşünce bizi aslında yaptığımız işlerde daha fazla dikkatli olmaya ve yanlış davranışın neticelerinde sorumluluk duygumuzu hatırlatmaya davet ediyor. Fiilî dua dediğimiz tevekkülün birincil basamağı olan sebeplere müracaatın önemini vurguluyor.
Öğrencilik yıllarımda beraber kaldığımız bir arkadaşım tavayı ocakta unutup yanmasına sebep olmuştu. Ben de niye böyle yaptığını sorunca hiç nedamet ve üzüntü duymadan gayet pişkin bir şekilde “Mustafacığım, tavanın yanması kaderinde varmış, ben ne yapayım.” demişti.
Aslında bu o kadar yanlış ve kaderi tersten okuyan bir durumdu ki, bu düşünce ile hiçbir nefis kötü fiilin sorumluluğunu almaz, üzerinden atar. Adam tetiği çeker, masum bir insanın ölümüne sebebiyet verir, sonra da ne yapalım canım kaderinde varmış diye kendince mesuliyetten kurtulur…
Halbuki kader, iyilikleri Allah’tan bilip nefsi gururdan kurtarmak; kötülükleri, şerleri ise cüz-i ihtiyarinin yanlış tercihlerinden bilip insanın mesuliyetini hatırlatmak için imanî mesellere dahil olmuştur.
Güneş ışığı olsa da olmasa da siyah kazağımız siyah kalır. Ama beyaz kazağımızın beyaz olduğunu anlamak için güneş ışığıyla tanışıp, merhabalaşması lazımdır. Çünkü beyaz kazağımızı karanlıklardan arındırıp ak unvanını veren güneştir. Ama siyah kazağımızın rengi kendi kabiliyetindendir. Aynen öyle de günahlar nefsimizin yanlış tercihi sonucu elde ettiği kendi kabiliyetinden ya da kabiliyetsizliğinden kaynaklanan siyahlıklardır. Sevaplar ve güzellikler ise sonsuz nurun tecellisi sonucu ortaya çıkan parıltılar ve beyazlıklardır.
Cenâb-ı Hak, hayat gömleğinizi beyaz kefenimizden daha ak etsin. Nurunun tecellisini Cennet-i Firdevs’inde daim eylesin. Günahların karanlık yüzlerinden kalbimizi ve kabrimizi uzak eylesin. Kâinatta cereyan eden zıtlar çarpışmasını hayrın zaferi ile neticelendirsin.