Allah’a ve Ahiret gününe inanan bütün insanlar, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğu, elemsiz bir hayatı istiyor. Peygamberimiz (sav) ile komşu olmayı, Firdevs cennetini ve cemalullahı doyasıya seyretmeyi arzuluyor. Hadis-i Şeriflerde vaat edilen yüz binler kasırları, hurileri ve her insana dünya kadar cenneti merak ediyor. Nasıl olacak Peygamberimiz bir kişi iken bütün insanlarla görüşecek ya da biz tek başımıza yüz binlerde köşkü ne yapacağız. Dünya kadar cennetten nasıl istifade edeceğiz diye aklımıza sığıştıramıyoruz.
Nasıl ki güneş bir tane olmasına rağmen her parlak cismin içine tâ göz bebeğine giriyor, perdesini açan herkes evine güneşi misafir ediyor. Hatta evin terasına çıkan kişi güneşle perdesiz görüşebiliyor. Hâlbuki güneşin maddî bir cismi var. Yansımaları ısı ve ışığı da sınırlı düzeyde oluyor. Mana âleminin hiç batmayan yegâne güneşi olan Efendimizin (sav) manevî cismi maddeden bağımsızdır. Yani cisim ile sınırlı değildir. Bir anda birçok yerde hem de yansıması ile değil gerçek bedeni ile bulunur. Nasıl birçok salih kulun rüyasını bir anda süsler pek çok takva ehlinin cennetteki köşkünü de aynı anda şereflendirir.
Her bir mümin, Peygamberimize (sav) ne kadar yakınlaşırsa, yani sünnetine uyar, haramlardan kaçınırsa, o derece nuraniyet kazanır. O da bir nevi manevî güneşçik olur. Bir anda birçok yerde bulunur, birçok köşkten istifade edebilir. Aldığı lezzetin yüksekliği, Efendimize yakınlığı ile doğru orantılıdır.
“Bu yüksek hakikatleri bu küçük aklımız kaldıramıyor. Bu terazi o kadar ağırlığı çekmiyor.” diye düşünebiliriz. Çünkü hayat mertebeleri farklıdır. Nasıl, anne karnındaki bir çocuğa sorsak, “Seni bu karanlık yerden çıkaralım mı? Bulanık sudan kurtarıp, göbek kordonunu keselim mi? Hem bu sayede dışarıdaki yıldızları seyredersin, rengârenk çiçeklerle süslü dünyaya merhaba dersin…” diye teklifte bulunsak, zannedersem bize hal diliyle şöyle söyleyecektir: “Lütfen rahatımı bozmayın, huzurumu da kaçırmayın, eğer göbek kordonumu keserseniz ben ölürüm. Hem ben etrafta yıldız, çiçek veya böcek görmüyorum. Bütün dünyam ve hayatım şu bulanık zannettiğiniz şifalı suyumdan ibarettir.” diyecektir. Hatta seni koruyup büyüten besleyen annenle tanıştıracağız desek “Anne mi dediniz? Ben göremedim. Görmediğim şeye inanmam. Çevremde anne falan görmüyorum.” bile diyebilir. Ne zaman ki doğum olur, gerçek dünya ile karşılaşır, göbek kordonu kesilirse o zaman hakikatlerle yüzleşir.
Aslında doğum, anne rahmindeki hayatımızın ölümü oluyor. Aynen ölümümüzün Ahiret âleminin doğumu olduğu gibi. Anne karnındaki hayatımızda da sınırlı miktarda görebiliyor, bazı sesleri işitebiliyoruz. Ama ne zaman ki doğum oluyor, göz, kulak ve diğer duygularımız gerçek fonksiyonlarını kazanıyor, o zaman yıldızları seyredebiliyor, dört yüz bin bitki çeşidini fark edebiliyoruz. Envai çeşit sesleri duyabiliyoruz. Annemizle yüzleşiyoruz. Aslında aynı bu örnekteki gibi, ruhumuz ve duygularımız daha üstün fonksiyonlarını ölümümüzle, yani Ahiret âlemine doğumumuzla kazanacak. Cennette cisimler ruh kuvvetinde ve hafifliğinde, aynı zamanda hayal suretinde olacak. Göz, Allah’ın güzelliğine cennet seviyesinde muhatap olunca kabiliyetler zirve yapacak, yüz binlerce kasır ve içindekiler belki az gelecek. Dünya kadar cennet dar bile gelebilecek. Bir anda birçok yerde bulunabilecek türlü türlü zevkleri tadabileceğiz.
Allah (cc), idrakimizi aşan sonsuz şefkati ve cömertliğiyle, bizi ve sevdiklerimizi Cennet ve cemali ile sorgusuz sualsiz buluştursun. Bizi maksimum düzeyde geliştirip, cennetten ve cennetin tarlası olan dünyadan istifademizi artırsın. Rızası yolunda yaşamayı, hayırlı uzun bir ömür sürmeyi ve nihayetinde ölümümüzü, gerçek âlem olan ahiret yurduna doğumumuza dönüştürmeyi nasip etsin.