TR EN

Dil Seçin

Ara

Rabbimizin Nimetleri Saymakla Biter mi!

Rabbimizin Nimetleri Saymakla Biter mi!

Dün neredeydik, bugün nerede… Günbegün ağacın başındaki bir meyve gibi olgunlaşan hayatımız, dört bir yandan akıp gelen nimetler. Neler neler… Saymakla bitmez. Hangi birini sayabiliriz ki? Rabbimizin bizi yok iken yaratıp var ettiğini mi, bitki ya da hayvan değil bir insan olarak yaratmasını mı?.. Hayat verip sürdürmesini mi? Belki her gün ne kazalar, ne hastalıklardan korunuyoruz da haberimiz bile olmuyor…

Dün neredeydik, bugün nerede…

Günbegün ağacın başındaki bir meyve gibi olgunlaşan hayatımız, dört bir yandan akıp gelen nimetler. Neler neler… Saymakla bitmez.

Hangi birini sayabiliriz ki? Rabbimizin bizi yok iken yaratıp var ettiğini mi, bitki ya da hayvan değil bir insan olarak yaratmasını mı?.. Hayat verip sürdürmesini mi? Belki her gün ne kazalar, ne hastalıklardan korunuyoruz da haberimiz bile olmuyor…

Evet saymaya kalksak sayamayız, sonunda ellerimiz iki yana düşer… Düşünüp mahcup oluruz: Nerede Rabbimizin bize yaptığı iyilikler, nerede bizim Ona şükrümüz...

Nimetleri, nimet bilmek de ayrı bir nimet.

Midemiz nerede? Böbreklerimiz nerede? Kalbimiz nasıl çalışıyor? Beynimiz niye kıvrım kıvrım, onca bilgi onun neresinde? Bunca hatırladığımız şey hafıza denen beyin dokusuna nasıl da yazılıyor? Kafamızın içinde neler var? Aklımız nasıl bir şey? Hele de vicdan denen duygu… Mahiyeti nedir acaba? En önemlisi de ruhumuz. O nasıl bir şeydir?  Bilemiyoruz.

Evet bunları bilemiyoruz fakat bileceğimiz bir şey var; o da bunları nimet bilip şükretmek. Verilen bu nimetlere şükürle mukabele etmek. Saymakla bitiremeyeceğimiz, Rabbimizin nimetlerine gönül dolusu, ağız dolusu şükretmek…

Saçımız uzuyor, haberimiz yok. Tırnağımız büyüyor, ondan da haberimiz yok. Dallarda meyveler bizim için olgunlaşıyor; yapraklar renkten renge boyanıyor, haberimiz yok. Yere düşen bir şeyi eğilip alırken, farkında mıyız kaç kasımız hareket ediyor?.. Tebessüm ederken de öyle, kaç kasımız bizim için çalıştırılıyor? Karpuzu, kavunu tutup, kolumuzla kaldırıyoruz; peki kolumuzu neyle ve nasıl kaldırıyoruz? Evet, ruhumuzla... Arada nasıl bir uyum kurulup çalışıyorlar; bundan da haberimiz yok. Evet bitiremeyiz; Rabbimizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz.

Rabbimizin nimetlerini yâd etmeliyiz.

Ve emmâ bi ni’meti rabbike fehaddis. (Rabbinin nimetini anlat da anlat.) (Duhâ Suresi, 11)

Âyet-i kerime, elimizdeki nimetlerin Allah’ın olduğunu da hatırlatıyor.

Nimetlerin sahibi değil, şükür sahibi olmaya çalışmak gerek.

Nimete sahiplenmeye bakma, kimden geldiğine bak. Bir nimete ermek başka şey, o nimeti sahiplenmek başka şey. Şükreden insan, nimetin kimden geldiğini de, nimetin kimin olduğunu da göstermiş oluyor. Haliyle ve şükrüyle, “Sahibi ben değilim, Rabbimdir” diyor.

Yüz yirmi dört bin peygamberin içinden, Fahr-i Kâinat Efendimiz’e (asm) ümmet olmamız bile, asla ve asla bedelini ödeyemeyeceğimiz bir nimettir. Başka türlü olsaydı ne yapardık yâ Rabbi?..

Kediler âleminde fare değil de insan olarak yaratılmışız.

Bir tutam maydanoz değil de şerefli bir insan olarak yaratılmışız.

Niye?

İşte bunları düşünüp anlayacak her şey verilmiş bize. Nimeti veren Rabbimiz, nimeti nimet bilecek hidayeti de kalbimize veriyor. Yeter ki insan gözünü açıp gördüğü gibi, kalp gözünü de düşünerek, tefekkürle açsın…

Evet unutmayalım, nimetler ganimet değil, emanettir. Ganimet bilip sahiplenen, şükür kapısını kendine kapatmış olur.

Düşünmek de bir şükürdür. Cenab-ı Hakk’ın sonsuz rahmetinden, nihayetsiz kereminden her insan kendi hayatına düşen nasibe bir baksa, ne nimetler içinde yüzdüğünü görecek... Çamaşır ipine dizilen eşyalar gibi, hayat ipimize nimetler dizilmiş, her an ipimiz uzatılıp nimetler dizilmeye devam ediyor…

Bütün bu eşsiz nimetlerin fiyatı olan şey, ne servet, ne hazine, ne şu, ne bu; sadece şükür.

“Nasıl şükredeyim?” diyeler için, işte üç adımda dolu dolu şükretmenin yolu:

- Nimeti, doğrudan doğruya Allah’tan bilmek, Allah’ın nimeti olarak görmek,

- O nimeti takdir edip, değerinini anlamak,

- O nimete ihtiyacını düşünüp hissetmek.

Nimet karşısında bu üçünü yapan, şükretmenin anlamını o zaman bilir, lezzetini o zaman tadar.

Evet, Allah’tan geldiğini bilince nimetin küçüğü, büyüğü olur mu? Sevgili’den gelen her şey kıymetlidir. Bizi gerçekten seven ve sevdiğini verdiği nimetlerle gösteren Rabbimiz, bizim gerçek dostumuzdur. Yüce Kelâmı Kur’an’da da öyle buyuruyor…

Bazen bir çiçeği bile sevdiğimiz bir kişi gönderdi diye atmaya kıyamıyoruz. Solsa da, pörsüse de saklıyoruz. Ya bir de o çiçeği, Allah’ın armağanı bilsek, sahib-i hakikisinin O olduğunu bilsek, nazarımız değişir, her şeye “bir ulu nazarla” bakarız.

Ondan bilince, her şey güzel…

Bir yığın hücreye harika bir kalıptan çıkmış gibi süslü ve sanatlı şekil verilmiş, göz yapılmış. Dikkat ederseniz gözümüzün sadece yüzümüzdeki konumu değil şekli de güzel, yaptığı görev de güzel. Gördüğümüz, kokladığımız çiçek güzel. Gören göz güzel. Gözün ardındaki ruh güzel. Bütün bu iç içe güzellikleri kim verebilir ki Allah’tan başka! Her nimet Ondandır. Ondan olduğunu bilmek de manevî bir şükür olur; bu da güzel…

Saymakla bitiremeyiz Rabbimizin nimetlerini.

Evet, belki birçok arzularımız, ihtiyaçlarımız da var; ama en büyük ihtiyacımız ki imandır, Kur’an’dır, ebedî hayattır ve Resulullah’tır (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm). Bu nimetleri hiç kimseden esirgemiyor Rabbimiz. Hidayet, ona doğru yönelene, yürüyene koşarak geliyor. Hiç kimse mahrum bırakılmıyor. Bu büyük nimetleri veren, küçükleri de elbette verecektir fakat bu dünya hikmet yeri, imtihan yeri, ücret ve mükâfat diğer âlemde. Bazen isteklerimiz ertelenirse belki de mükâfat olarak verilmek içindir. Cennetten daha değerli aklı bu dünyada veren Allah (cc), isteyen kuluna Cenneti vermez olur mu!?.

Dünyadaki bütün bu konfor, insan layıkıyla istifade etsin, en güzel şekilde yaşayıp Rabbine şükretsin diye. Allah’ın nimetlerini tatsın, ebedî hayattaki asıllarına talip olsun diye. Maddî ve manevî istifade edip, Rabbinin ona Cennette vaat ettiği ebedî nimetlere müşteri olsun diye…

Dünya bir misafirhane, biz de bekleme salonundaki yolcular gibiyiz. Bu salonun hemen ardından açılan kabir kapısıyla başlayacak olan o diyar, o ebedî âlem nasıldır? Nasıl güzelliklerle, nasıl nimetlerle çevrilidir orası? Asıl merak edilecek şeyler bunlar!..

Dünyadaki her nimetin hedefinde insan var. Devenin önündeki diken de bizim rızkımız, ineğin önündeki saman da, koyunun önündeki ot da, tavuğun gagaladığı yem de; hepsi bizim rızkımız. Neticede soframıza yumurta olarak, süt ya da bal olarak, et olarak dönüyor. Bize onların eliyle gönderiliyor.

Bakar mısınız Rabbimizin şu ikramına ve iltifatına… Bizi en şerefli bir misafir olarak ağırlıyor. Diğer misafirlerin yediklerini bize yedirmiyor. Misafire verilen değer, ona ikram edilenlerden belli olur derler. İnsana ikram edilen nimetlere bakın, bir de diğer canlılara verilenlere. Nimetlerin en güzelleri insana rızık olarak veriliyor. Dikkat edilecek şey bu işte: “İnsan yediğine bir baksın!” (Abese Suresi, 24)

Evet bakalım ki şükrümüzü artıralım. Dünü, yarını düşünürken bugünün nimetlerini unutmayalım.

Hâsılı, Rabbimizin nimetlerini saymakla bitiremeyiz.

Yazımızı şu güzel cümlelerle bitirelim:

“Hem anla ki, bu hayat madem kâinatın en büyük neticesi ve en azametli gayesi ve en kıymettar meyvesidir; elbette bu hayatın dahi kâinat kadar büyük bir gayesi, azametli bir neticesi bulunmak gerektir. Çünkü ağacın neticesi meyve olduğu gibi, meyvenin de çekirdeği vasıtasıyla neticesi, gelecek bir ağaçtır. Evet, bu hayatın gayesi ve neticesi hayat-ı ebediye olduğu gibi, bir meyvesi de, hayatı veren Zât-ı Hayy ve Muhyî’ye karşı şükür ve ibadet ve hamd ve muhabbettir ki, bu şükür ve muhabbet ve hamd ve ibadet ise, hayatın meyvesi olduğu gibi, kâinatın gayesidir.

Ve bundan anla ki, bu hayatın gayesini “rahatça yaşamak ve gafletli lezzetlenmek ve heveskârâne nimetlenmektir” diyenler, gayet çirkin bir cehaletle, münkirâne, belki de kâfirâne, bu pek çok kıymettar olan hayat nimetini ve şuur hediyesini ve akıl ihsanını istihfaf ve tahkir edip dehşetli bir küfran-ı nimet ederler.” (Lem’alar, 324)

 

***

 

Bir Hatıra

FAKİRLİK VE ZENGİNLİK

Yahya bin Muaz’a:

“Fakirlik ve zenginlik nasıl bir imtihan sebebidir?” diye sordular.

Şöyle cevap verdi:

“Kıyamet gününde fakirlik ve zenginlik tartılmayacak. Fakirliğe ne kadar sabredebilmiş, zenginliğe ne kadar şükretmiş ise o hesap edilecektir. Mesele çok fakir veya çok zengin olmak değil, çok sabretmek ya da çok şükretmektir. Şükrün özü özeti de namazdır.”