TR EN

Dil Seçin

Ara

“Aşk Gelince Cümle Eksikler Biter”

“Aşk Gelince Cümle Eksikler Biter”

“Ey insan, pek lütufkâr olan Rabbine karşı seni aldatan ne? O Rabbin ki seni yarattı, güzel ve düzgün şekilde biçimlendirdi, dengeli ve ölçülü yaptı. Kendi dilediği gibi sana bir suret verdi.” (İnfitâr Suresi 6-8)

Yanarız bazen susuzluktan; bir bardak su hararetimizi giderir. Kıvranırız bazen açlıktan; üç-beş lokma açlığımızı giderir. Her şey böyledir. Göze ışık, akla ilim, kalbe iman ve aşk… 

Açlıktan kıvrandığı gibi, sevgisizlikten de kıvranıyor insanlar. Çatlamış toprak yağmuru istediği gibi, duyarlılığı kurumuş kalpler de sevgi istiyor.

Allah’ı bilmeyince ve dahi layıkıyla sevemeyince hep eksiktir insan. Yunus Emre, “Aşk gelince cümle eksikler biter.” der. 

Allah’ın muhabbeti kalbinde olunca insanın; insan, insan olur. Aşk gelince eksikler tamam olur.

Bediüzzaman Hazretleri aşkın kalpteki basamaklarını sıralar: meyil, muhabbet, aşk, istiğrak.

Kalp sevmeye meyletmekle başlar, o meyli muhabbete döner, o sevgisi artarsa aşk olur; ve son mertebede de Mecnun’un Leyla’nın aşkında gark olması gibi o aşkta boğulur. Artık Mecnun yoktur… Aşk, insanı sevdiğine bağlar, sevdiğinde fani eder… 

Tam da bu sebeple insan neye meylettiğine dikkat etmeli… O meylettiği şey bir adım ötede sevgili, bir adım ötede de gark olduğu, silindiği, yok olduğu şey olabilir.

Bediüzzaman Hazretlerinden harika bir tespit daha aktaralım: “Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fani mahbuplara müteveccih olduğu vakit ya o aşk, kendi sahibini daimi bir azap ve elemde bırakır veyahut o mecazi mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için bâkî bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikiye inkılab eder.” (Dokuzuncu Mektup)  

Evet herkes yola çıkar; ama yoldan çıkmayanlar menzile varır. Herkes denize açılır; ama denize aldanmayanlar sahil-i selâmete ulaşır. Herkes sever ama gerçek sevgiye, aşk-ı hakikiye Allah’ı sevenler ulaşır. Kalbini yaratılmışlarda, mecazî aşklarda kaybeden, aşk-ı hakikinin sahil-i selâmetine ulaşamaz.

Su içmek, yemek yemek nasıl vazgeçilmez ise, insan illa ki sevecektir. Sevdiğin ne ise, seni o şekillendirecek, hayatını belirleyecek. Gerçek sevgiyi bulamayan, onun yerine mecazî sevgilerde takılıp kalacak… 

Oysa biraz düşünse insan, bu kalbi ona veren Rabbi, sadece bu dünyadaki fani şeyleri ya da kendisi gibi olanları sevmesi için vermiş olabilir mi!?

Bir de şu ayet kulaklarında çınlasa: “Ey insan, pek lütufkâr olan Rabbine karşı seni aldatan ne?..” (İnfitar Suresi 6)

Peki nasıl sevmeli insan?

İşte harika yol aydınlığı cümleler: “Cenab-ı Hakk’ın mâsivasına yapılan muhabbet iki çeşit olur. Birisi, yukarıdan aşağıya nâzil olur. Diğeri, aşağıdan yukarıya çıkar. Şöyle ki: Bir insan, en evvel muhabbetini Allah’a verirse onun muhabbeti dolayısıyla Allah’ın sevdiği her şeyi sever ve mahlukata taksim ettiği muhabbeti, Allah’a olan muhabbetini tenkis değil, tezyid eder. İkinci kısım ise, en evvel esbabı sever ve bu muhabbetini Allah’ı sevmeye vesile yapar. Bu kısım muhabbet, topluluğunu muhafaza edemez, dağılır. Ve bazen de kavî bir esbaba rast gelir. Onun muhabbetini mana-yı ismiyle tamamen cezbeder, helâkete sebep olur. Şayet Allah’a vâsıl olsa da vusulü nâkıs olur.” (Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, Katre)

Şimdi de uzanalım saadet asrına doğru… Ve bu konumuza bir cevap da orada arayalım. 

Peygamber Aleyhisselam bir gün, Hz. Ali’ye sordu:

“Yâ Ali, Allah’ı sever misin?”

“Hiç şüphesiz!”

“Beni sever misin?”

“Elbette.”

“Peki Fatıma’yı?”

“Evet.”

“Pekâlâ, ya Hasan’la Hüseyin’i?”

“Severim yâ Resulallah!”

Sorduğu sorulara aldığı bu cevaplardan sonra, Peygamber aleyhisselam, Hz. Ali’ye bu sefer de şunu sordu:

“Peki, bu kadar sevgiyi, bir tek kalbe nasıl sığdırıyorsun?”

Hz. Ali, Allah’ın Resulü’nün bu sorusuna hemen cevap veremedi. Evine gidip, hanımına—Peygamber aleyhisselam’ın biricik kızı, Fatıma Validemize—soruyu aktardı ve ondan bir cevap istedi. Hz. Fatıma ona şöyle bir cevap verdi:

“Bunun cevabı bilinmeyecek şey değildir. Allah’ı sevmen, imanından ve aklındandır. Peygamberi sevmen, gönlündendir. Beni sevmen nefsindendir. Hasan ve Hüseyin’i sevmen ise babalığının gereğidir.”

Hz. Ali, Fatıma Validemiz’den aldığı bu cevabı doğruca Peygamber aleyhisselam’a aktardı. Sorusuna verilen cevaptan memnun olan Resulullah, cevabın kimden geldiğini anlamıştı. Kızı Fatıma Validemizi kastederek şöyle buyurdu:

“Bu meyve, peygamberlik ağacından alınmışa benziyor.”

Allah için yaşayanlara, Allah için sevenlere ne mutlu… Onlardan olmak duasıyla…