Hayatımızdaki her şeyin bir ömrü ve bir vazifesi var, biliyorum. İnsan, özellikle ömrünün ikinci yarısında, bunu daha da iyi fark ediyor. Bitirmeden başlayamıyorsun ve boşaltmadan da dolduramıyorsun içini. Seni seven ve büyüten asla döküntü yaratmıyor. Önüne çıkardığı her şeyle tekrar tekrar anlatıyor sana.
Bu gerçeği kabullenmek zor olsa da, aslında bununla sürekli yüz yüzeyiz.
Her gün bir şeyler bitiyor ve yerine yenileri başlıyor. İnsan çoğu zaman sadece seyrediyor olan biteni. Kendi hayatının filmini seyreder gibi. Bazen kendinin bile yabancısı olduğun bölümlerin içinde buluyorsun yüreğini. Orda olman gerektiğini ve iyi ki de orada olduğunu ancak yıllar sonra anlıyorsun. Bir eksik ya da bir fazla değil hepsini yaşaman gerektiğini zamanın geçişiyle daha iyi anlıyorsun.
Kaç kerede anladığını ise, ancak O biliyor. Formülü ve anahtarı bulana kadar sürekli soruyor sorularını. O senden hiç vazgeçmiyor, sen geçmediğin sürece. O seni hiç bırakmıyor, ümidini de kesmiyor senden. Sende bir şeyleri bitirirken, yenilerini veriyor peşi sıra.
Sen kapalı kapılara gözlerini dikmişken, onların yasını tutuyorken, arkanda nice güzel kapılar açıyor.
Sürprizlerden mutlu olacağını, Ondan iyi bilen var mıdır aslında.
Yokun yorgunluğu dizlerinin bağını çözmüşken, O seni tüm varları ile karşılıyor. Aldığı her şeyin, daha güzelini yolluyor sana. Alıyorsa mutlaka veriyor, veriyorsa seni biliyor ve çok seviyor. Eğer yoruyorsa inan, uzun uzun dinlenme zamanları da veriyor ardı sıra...
Varoluşu kuran, çoğu zaman sen fark etmeden, seni büyütüyor. Kalbindeki sesten anlıyorsun bunu çoğu zaman, çünkü sana her zaman aynı şeyleri söylemiyor. Tam anlamasan da dilini, içindeki ses, seni bir yerlere sürüklüyor.
Bazen ufak bir rüzgârın şefkatli dokunuşlarıyla, bazen de ıslana ıslana öğreniyorsun hayatı...
Sana dokunup geçen ya da çarpıp deviren her şey, bir tecrübe olarak hafızana yerleşiyor. Tüm yaşadıklarınla ve tüm yaralarınla sen oluyorsun aslında... Her şey görevini yapıp, sen denen konaktan göçüp gidiyor. Ebedî kalan da yok, sürekli gelen de...
Kaybetme korkusu da bu yüzden sanırım. Aslında biliyorsun yaşadığın ne varsa bir gün seni bırakıp gideceğini...
Geçmişin geçmemiş acıları ya da geleceğin gelmemiş hayalleri arasında, aslında sadece bugüne sahip olduğunu biliyorsun. Sadece sahip olduğun şu ânın kahramanı olabildiğini aslında...
Sadece şu ânı tutabildiğini ellerinle...
Hayatındaki her şeyi, bir gün gelip de uğurlarken, acı duyarsın elbette, ama, en azından onların da senin gibi şu dünyadan gelip geçen yolcular olduğunu bilirsen, sanırım daha az yalnızlık hissedersin.
Her şeyin bir ömrü var, hayatın, ilişkilerin, dostlukların, tüm dokunduklarının ve tüm hayalini kurduklarının, bütün kırgınlıklarının ve yürek yaralarının da bir ömrü var.
Sonsuzluk ümit ettiğine, belki de veda etmek üzere olduğunu bilmeden yaşamak, ne büyük çelişkidir aslında...
Bir gün ellerinden kayıp gideceğini bildiğin bir şeye tutunup yaşamak... Tutunmak istemek, hiç bitmeyeceğine inanmak, bir taraftan da için için kaybetmekten korkmak.
Gideceğini bile bile gel demek. Duracağını bildiğin halde inadına koşmak. Kaybedeceğini bildiklerini aramak ömür boyunca...
Olsun, bitse de bir gün, yine de yaşamak isterdim, gelen ve gelecek olan, biten ve bitecek olan her şeyi.
Görmek isterdim tüm gördüklerimi ve göreceklerimi, yine sevmek isterdim, tüm sevdiklerimi...
Olsun, bir gün burada bitse de, orada başlamayacak mı zaten...