TR EN

Dil Seçin

Ara

Anne ve Baba: Sevgi ve Güven

Kovid-19 nedeniyle hayatın yeniden şekillendiği bir dönemden geçmekteyiz. Eskiye dair alışkanlıklarımız, tutum ve davranışlarımız, okul ve çalışma hayatımız, aile içi ve akrabalar arası ilişkiler, sosyal çalışmalar gibi pek çok alanda değişimlere tanık olmaktayız. Çevre, şartlar değişirken insan da değişmekte dönüşmekte.

Kovid-19 nedeniyle hayatın yeniden şekillendiği bir dönemden geçmekteyiz. Eskiye dair alışkanlıklarımız, tutum ve davranışlarımız, okul ve çalışma hayatımız,  aile içi ve akrabalar arası ilişkiler, sosyal çalışmalar gibi pek çok alanda değişimlere tanık olmaktayız. Çevre, şartlar değişirken insan da değişmekte dönüşmekte. 

Hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmadığını ifade etmek için “yeni normal” kavramı girmişti hayatımıza. Maske, mesafe, temizlik kuralları dâhilinde sosyal hayatı tecrübe eden, eğitim veya çalışma hayatına “uzaktan” devam eden, ihtiyaçlarını insan insana minimum temasla sağlayabildiği sanal alışveriş yoluyla karşılayan insan da artık “yeni insan” olarak karşımıza çıkmakta. Çünkü böylesi uzun süreli bir sosyal terbiyeden geçen, ne zaman biteceği belli olmayan belirsizlikler ve ani değişimler nedeniyle ciddi duygusal iniş çıkışlar yaşayan insanların aynı kalmasını beklemek çok da gerçekçi değil.

Belli bir düzenin içinde akıp gitmekte olan hayatların böylesi farklı ve kaygan bir zeminde yaşanıyor olması, insanların kendisi, başkaları ve hayat üzerine yeniden düşünmeleri ve hayata tutunmalarını sağlayacak bir anlam dünyası inşa etmeleri için bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

Yaşanan süreç her yaştan, her kesimden insanı bir şekilde etkiledi. Sorular cevap bekliyor. Gündem bu sorular etrafında dönüyor ve gelecek cevaplar bundan sonrasının öngörülebilir olması açısından son derece önem taşıyor. Sosyal hayat ne zaman normale dönecek, okullar ne zaman açılacak, LGS, YKS gibi merkezi sınavlar nasıl yapılacak, hizmet sektöründe aylardır çalışamayanlar ne zaman işbaşı yapacak, kısıtlamalarla ilgili kararlarda esneme olacak mı, aşı olalım mı olmayalım mı vs. vs. Bunlar hayatın pratiğine dair ve görünür tarafına ilişkin sorular. Bunların cevaplarını almak hayatın bir düzene sokulması ve insanların biraz olsun rahatlaması noktasında önemli. 

Ancak bizi yeni şartlarda ayakta tutacak, hayata tutunmamızı sağlayacak daha derin sorulara ve cevaplara da ihtiyacımız olduğu unutulmamalı. En çok da bu kadar savrulmaya müsait bir zaman ve zeminde hayata hazırlanan yeni nesil açısından varoluşsal anlam, değerlilik ve güven duygularının inşası ve muhafazası hayati önem taşıyor. Bu onların, uzaktan eğitim nedeniyle acaba müfredattan geri kaldılar mı, sınavlarda başarılı olabilecekler mi, robot teknolojisi bu kadar yaygınlaşırken mezuniyet sonrası işsiz kalacaklar mı gibi zihinlerimizi öncelikle meşgul eden sorular kadar gündemimizde olmalı. Çünkü varoluşa ve anlama dair temel soruların cevaplanması onların kalben mutmain olmaları ve şartlar ne olursa olsun kendiyle barışık bir şekilde mücadeleye devam edip hayata tutunmalarını sağlayacaktır. 

Önümüzdeki yıllara dair değerlendirmeler yapılırken belirsizlikler, yeni tip salgın hastalıklar, doğal afetler, savaşlar zikrediliyor sık sık. Oysa insan Dünya hayatında huzur, istikrar ve güven arayışındadır. Gündemin bu kadar olumsuz ve ürkütücü bir dille şekillendiği bir ortamda herkesin güçlü iç dinamiklerle donanması elzemdir. 

İnsanın temel ihtiyaçları deyince aklımıza sadece beslenme, giyinme ve barınma gibi fiziki ihtiyaçlar gelmemeli. Bunların giderilmesi tek başına insan için yeterlilik anlamına gelmiyor. Çünkü insan sadece maddeden ibaret değil. Onu insan eden asıl yanının yani ruhunun da ihtiyaçları olduğu unutulmamalı.  

Bu noktada en temelde sevgi ve güven ihtiyacı gündeme geliyor. Savunmasız ve güçsüz bir varlık olarak dünyaya gelen insan yavrusu, sevildiğini ve güvende olduğunu hissetmek istiyor öncelikle. İşte yeni neslin fıtratla uyumlu bir gelişim sağlamaları açısından ailenin önemi burada bir kez daha karşımıza çıkıyor. Sevgi ve güvenin öğrenileceği ve içselleştirileceği ilk ve en etkili iki kaynak anne ve babadır çünkü. Birbirini seven, saygı duyan, birbiri için huzur vesilesi olan, aile olma sorumluluğu içinde hareket eden eşler, aslında çocuklarının en temel duygularını ve değer yargılarını inşa etmektedirler. Aile ocağında böyle bir terbiyeyi alıp bu kazanımlarla kurumsal eğitime geçiş yapmanın hem okul hayatını hem sosyal ilişkileri olumlu yönde etkilediği biliniyor. 

İşte pandemi sürecinde mecburen başlayan ev merkezli hayat bu açıdan değerlendirilebilir. Çocuklar gün gelip birer yetişkin olarak toplumda yerlerini aldıklarında “ev gibi bir evde yetiştim” dediklerini duymak ne güzel olur. Sevginin, huzurun, insanlığın, hayatın solunduğu bir ev… Bu nedenle anne baba olmak sadece fiziki bakım vermek, maddi ihtiyaç gidermek demek değil; geleceğin insanının sevgi ve güven temelini atıp anlamlı ve değerli bir varlık olarak hayata katılmasını sağlamaktır. Aile ve ev bu açıdan ne büyük bir imkan!

Evet, zor zamanlar güçlü insanların yetiştiği dönemler olarak söylenir. Pandemi sürecinde karşılaştığımız sorunlar içimizde var olan sorun çözme kabiliyetinin ortaya çıkması için bir fırsattır. Üzüntü, yoksunluk, engellenme ilk bakışta hoşa gitmeyen durumlar olarak algılanabilir belki. Ancak bütün bunları üzülen, yoksunluk içinde olan, engellenen insanların halinden anlamamız, empati duygumuzun gelişmesi, dolayısıyla insani hassasiyetlerimizin gelişmesi için içinden geçtiğimiz bir terbiye süreci olarak değerlendirmek de pekala mümkün. Zaten başımıza gelenlerden çok onları nasıl karşıladığımız değil midir sonucu belirleyen?