TR EN

Dil Seçin

Ara

Hayat İmanla Nasıl Korunur? /

Hayat İmanla Nasıl Korunur? / "Hayatınızı İman İle Hayatlandırınız"

“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (Bediüzzaman, Sözler)

“Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.” (Bediüzzaman, Sözler)

...   

Bu dünya gölgeler âlemi; ahiret ise asıllar diyarı… Bu dünya fanilik âlemi; ahiret ise beka ülkesi… Bu dünya imtihan meydanı; ahiret ise saadet diyarı…

Dünyanın mahiyetini böylece nazara aldığımızda, ondan bekleyeceğimiz lezzet ve zevk de ‘gölge zevk’ ve ‘fani lezzet’ olur. Gerçek zevk, ebedî olandır.

“Ahiret daha hayırlı ve bâkîdir.” (A’lâ Sûresi, 17)

İman hayata hayat olursa, yani hayatımız imanla nurlanır ve canlanırsa, o iman sayesinde kalbimizin, ruhumuzun alacakları zevk ve lezzetler de ayrı bir keyfiyet kazanır. 

Bediüzzaman namazı; “bu fani misafirhanede bakiyâne bir sohbet” olarak görüyor. Bu ifadeden, bu fani dünyada da o asıllar âleminin zevklerinden bir nebze olsun tadabileceğimiz anlaşılır. 

Bunun ilk adımı ve temel şartı imandır. İnsan kalbi, iman ile bütün âlemlerin Rabbine teveccüh eder. Allah’ın kulu olmanın, Onun eseri, Onun sanatı ve Onun misafiri olmanın zevki, fani lezzetlerle kıyaslanmaz. Bu zevk, gölge değildir, asıldır. Zira bu zevk, günün birinde bir gölge gibi kaybolup gidecek olan bedenimize ait bir haz değil, bâki olan ruhumuza mal olmuş ve onunla birlikte kabirde de ahirette de devam edecek bir lezzettir. 

Bediüzzaman hazretleri kalbin “âyine-i Samed” olduğunu ifade eder. Samed, “her şey Ona muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değil” demektir. Bir çiçek de Allah’a muhtaçtır, bir böcek de. İnsan bedeni de bir yönüyle bunlara benzer, o da bütün bir kâinata muhtaçtır. Ama insan kalbi, Samed isminin en büyük, en derin ve en geniş aynasıdır. Zira insan kalbi kâinat ve içindekilerle değil, onların yaratıcısına iman ile ve Onu anmakla tatmin olabilmektedir.

“Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur.” (Ra’d  Sûresi, 41)

Öyleyse gerçek zevk, Allah’a inanmak ve Onu anmakla insan kalbinde hâsıl olan manevî haz ve ulvî lezzettir. 

Allah Bâki’dir, insanın kalbini ve ruhunu da bâki kılmıştır. Ruh da Onun ihsanıyla bâkidir. İşte imanın verdiği zevk, bu bâki ruhun Bâki olan Allah’a iman ile Onun marifetinde yol almakla, Ona yaklaştırıcı ameller işlemekle kazandığı zevktir.

On Birinci Söz’de; “Senin hayatının gayelerinin icmali dokuz emirdir” diye başlayan bölümde verilen dersleri, imanın verdiği manevî zevkler olarak da düşünebiliriz. Bu zevkleri, özet olarak, maddeler halinde şöyle bir hatırlayalım:

“Duygularımızla İlâhî rahmet hazinelerinin nimetlerini tartıp küllî şükretmenin zevki…”    

“Manevî cihazlarımızı kullanarak Esmâ-i İlâhiyenin tecellilerini seyretmenin zevki…”

“Ahsen-i takvimde en güzel ve mükemmel bir mahlûk olarak, kendimizi diğer mahlukların müşahedesine sunmanın zevki…”

“Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ubûdiyet görevimizi yerine getirmenin zevki…”

“Esmâ tecellileriyle süslenmiş ve mükemmelleşmiş bir mahlûk olarak, özelikle namaz vakitlerinde, kendimizi Rabbimizin müşahedesine arz etmemizin zevki...”

“Mahlûkatın ibadetlerini, tespihlerini tefekkür etmenin zevki…”

“Cüzi sıfatlarımızı vahid-i kıyasî ittihaz ederek, Allah’ın küllî sıfatlarını bilmenin zevki…”

“Âlemdeki varlıkların Allah’ın birliğine olan delâletlerini okumanın ve anlamanın zevki...”

“Aczimizi, fakrımızı ve noksanlığımızı iyi değerlendirerek Rabbimizin kudretini, kuvvetini ve rahmetini tefekkür etmenin zevki…”

Bunların her biri, imanın insan kalbine tattırdığı çok büyük manevî lezzetlerdir.

İmanın zevkine varmak, onu inkişaf ettirmek ve korumak için iki önemli esas vardır: Salih amel ve takva. 

Dünya işlerinde başarılı olmanın da yolu bu esaslara uymaktan geçer. Yani, insan önce bir meseleyi gaye edinecek, sonra o gayesinin tahakkuku için olanca gücüyle çalışacak ve ona zarar verecek yanlışlıklardan da hassasiyetiyle sakınacaktır.

Salih amelin ölçüsü, Allah Resulünün (asm) işlediği bütün güzel amelleri yapmaya çalışmak; takvanın ölçüsü ise bütün kötülüklerden yine Onun (asm) sakındığı gibi sakınmaktır.

İşte, “hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz” cümlesinde bu esaslar güzel bir şekilde ders verilmiştir. 

Bir hayat, iman ile kemâle erer (olgunlaşır) ve canlılık kazanırsa, onu hemen ibadet takip eder; “feraizle ziynetlendirmek,” yani farzları işlemekle onu süslemek, daha da güzelleştirmek görevi başlar. 

Kazanılan bu nimetin kaybedilmemesi, bu güzelliklerin bozulmaması ve çirkinliğe dönüşmemesi için de takvaya, günahlardan çekinmeye ihtiyaç vardır.