Büyük patlama ile öngörülen maddî evrende her şey fizik kanunlarına tabidir, ve dolayısı ile canlı veya cansız her şeyin hangi hareketi yapacağı önceden bellidir. Yani insanların karar ve davranışları dahil evrende meydana gelen tüm olaylar, geçmişin, fizik kanunları uyarınca geleceğe olan öngörülebilir bir uzantısıdır. “Determinizm” olarak bilinen ve değişik pek çok versiyonları bulunan bu felsefik akıma göre fizik kanunlarını ihlal anlamına gelen hür irade diye bir şey olamaz. İnsanların var olduğunu zannettiği hür irade, sadece bir illüzyondur. Maddenin yapıtaşlarında irade diye bir unsur olmadığına bakılırsa, sırf-madde ile sınırlı bir varlık anlayışında “hür irade” diye bir şeyin yer alamayacağı açıktır.
Dünyanın atomlardan ibaret olduğunu ve atomların da belli kanunlara göre belli kuvvetlerin etkisi altında öngörülebilir tarzda hareket ettiği fikri milattan öncesine, eski Yunan filozoflarından Leucippus’a kadar uzanır. Ancak determinizmin gelişimi ve ciddi bir düşünce sistemi olarak yerini alması 17. yüzyılda olmuştur. “Düşünüyorum, o halde varım” sözüyle bilinen ve gerçeğe ulaşmak için beş duyumuza değil akla dayanmamız gerektiğini savunan Rene Descartes (1596-1650) madde âlemini belli kurallara göre işleyen dev bir makineye benzetmiş, ve cansız varlıkların katı mekanik kurallara tabi olduğunu ve dolayısıyla determinizmin madde âleminde tam olarak hâkim olduğunu ifade etmiştir. Ancak Descartes insanın madde-dışı ruhî varlığını maddî varlığından ayrı tutmuş ve hür irade yüzünden determinizmin insanlar için geçerli olmadığı görüşünü dile getirmiştir. Batı felsefesinin önde gelen isimlerinden olan ve tabiat ile tanrıyı özdeşleştirip tabiat içine yayılmış tanrı (panteizm) akımının felsefik altyapısını oluşturan HollandalI Baruch Spinoza (1632- 1677) ise Descartes’in akıl-beden ayrımına karşı çıkmış, ve determinizmin tüm evrende hükmettiğini savunmuştur. Spinoza’ya göre insanların düşünceleri ve hareketleri genel bir düzene tabidir, ve dolayısıyla hür irade söz konusu değildir.
Katı bir determinist olan Fransız matematikçi ve astronom Pierre Simon Laplace (1749- 1827) determinizmi somut bir şekilde şöyle açıklar: “Evrenin bu andaki haline geçmişinin sonucu ve geleceğinin sebebi olarak bakabiliriz. Belli bir anda tabiatı harekete geçiren kuvvetlerin tamamını ve tabiatı oluşturan her şeyin tüm pozisyonlarını bilen bir Zihin, eğer aynı zamanda bu verileri analiz ettirebilecek kadar kapsamlı ise, bu Zihin evrendeki en büyük cisimlerin hareketinden en küçük atomların hareketine kadar tüm hareketleri bir tek formülde ifade edebilirdi. Öyle bir Zihin için hiçbir şey belirsiz olmayacaktı ve gelecek, aynen geçmiş gibi, gözlerinin önünde hazır olacaktı.” Bu ifadeler, varlıklarla birlikte düşüncelerin de sırf-madde fikriyle sınırlanmasının ve dolayısıyla madde ve kanunlar yoluyla maddeye etki eden kuvvet dışında bir varlık tanımamanın doğal bir sonucudur.
Maddeye olan bu çakılmışlık önde gelen bir çok düşünürü bile müşkül durumda bırakmıştır. Örneğin Albert Einstein fiziğe olan kesin inancı yüzünden katı bir determinist olmuştur, ve insanların bile serbest iradesinin olmaması gerektiğini savunmuştur: “İnsanların hareketleri bilardo topu, gezegenler, ve yıldızların hareketleri kadar önceden bellidir. İnsanların hareketleri kontrolleri dışında fizik ve psikolojik kanunlarca belirlenir. Bir böcek için de belirlenmiştir, bir yıldız için de. Hepimiz-insanlar, bitkiler veya kozmik toz-görülmez bir müzisyenin uzaklarda ahenkle çaldığı esrarengiz bir nağmeyle dans ediyoruz.”
Bir teorinin doğruluğunu ispatlamak mümkün olmayabilir, ama yanlışlığını ispatlamak gayet kolaydır ve bunun da en basit yolu gözlemlerle çeliştiğini göstermektir. Bir örnek vermek gerekirse, nehre bırakılan bir tahta parçasının su içinde ne tür hareket edeceği ve hangi zamanda nerede olacağı önceden bilinebilir. Çünkü hareket nehir ve tahtanın bırakma ânındaki fizikî durumları ile beraber ilgili fizik kanunlarına bağlıdır ve cansız olan tahtanın buna karşı çıkması söz konusu değildir. Nehre atılan canlı bir bitki için de aynı şey söz konusudur, çünkü canlı olmalarına rağmen bitkilerde irade yoktur. Ancak nehre bir hayvan veya insan bırakılacak olursa ne olacağını kimse kesin olarak öngöremez. Çünkü hayvan ve insanlar fizik kanunlarına tâbi olmakla beraber onların mahkûmu değildir ve serbest iradeleriyle fiziğin öngöremeyeceği birçok hareketleri yapabilirler. Hatta akıntıya zıt yönde de gidebilirler.
Bu basit deneyden de görülebileceği gibi, evrende madde ve kuvvet ile beraber bunların cinsinden olmayan bir ‘irade’nin varlığı gözlemlerle sabittir, ispatlanabilir ve dolayısıyla bilimsel bir gerçektir. Cansız varlıklarda ve bitkilerde fizik kanunları tam hâkimdir, ve bu varlıkların bir etkiye nasıl tepki vereceği önceden bellidir. Ancak kast ve irade sahibi canlılarda durum böyle değildir. Bu basit gözlem bile tek başına evrenin sırf maddeden oluştuğu önkabulünü yıkmaya yeterlidir. Zaten madde-dışı bir irade boyutu olmasaydı, Laplace’ın da dediği gibi gelecek net olarak bilinecekti ve insanlar adeta şuursuz robotlar gibi olacaktı. Ve de yaptıklarından sorumlu olmayacaklardı; aynen arızalanan bir robotun sebep olduğu zarardan sorumlu tutulamayacağı gibi. İnsanların yaptıklarından kendilerini sorumlu hissetmesi ve dünyadaki tüm hukuk sistemlerinin insanları hareketlerinden sorumlu tutup yanlış seçim yapanlara ceza uygulaması, hür iradenin varlığının evrensel düzeyde kabul gören bir realite olduğunu göstermektedir.
Bazıları, insanlarda hür iradeyi netice veren düşünce sisteminin, bir gün sinir sistemi bilimindeki (neuroscience) gelişmeler sonucu anlaşılabileceğini, ve dolayısıyla insanların verecekleri kararların önceden bilineceğini düşünmektedirler. Ancak şu unutulmamalıdır ki, beyin ve beyne gelen tüm sinirler, sonunda bildiğimiz hidrojen ve nitrojen gibi atomlardan oluşmaktadır ve dolayısıyla fizik kanunlarına tam tâbidir. Yani beynin yapıtaşlarında irade diye bir şey yoktur, ve parçasında olmayan bütününde olamaz. Eğer varsa, dışarıdan geliyor demektir-aynen elmastaki parıltıların elmas dışındaki bir ışık aleminden geliyor olması gibi. O yüzden denebilir ki, evrende yaygın olarak hareket serbestisini netice veren madde-dışı bir “irade” boyutu vardır ve bu madde-dışı irade ışınını alabilen her varlık hür irade sahibidir.
Hür iradenin varlığı ile ilgili diğer bir delil de madde olmadığı için gözle görerek veya ölçerek teyit edilmesi mümkün olmayan, ama hiç kimsenin doğruluğunu tasdik etmekte zorlanmayacağı, insanın iç aleminde yapılan zihinsel gözlemdir. Karar verme mekanizmasını inceleyen ve tercihlerini irdeleyen her insan şüpheye yer bırakmayacak kesinlikte kendisinde hür bir seçme gücünün varlığını hisseder. Bu hür iradeyle, kimisi eline bir kitap alıp açarken kimisi televizyon kumandasına el atar. Bir başkası da alışveriş yapmaya gitmeyi tercih eder. Sonra açık büfeli bir lokantaya akşam yemeğine giden bu kişilerin tabaklarındaki yiyecekler yine bu kişilerin serbest iradelerini yansıtır, ve hiç kimse tabağına zorla bir şey koydurulduğunu ve şimdi onları yemek zorunda bırakıldığını söylemez. Dizi hastası birinin belli bir gün ve saatte televizyon başına geçip belli bir kanalı açması veya sigara tiryakisi birinin yemekten sonra dışarıya sigara içmeye çıkması, bu kişilerin hür iradelerinin olmadığını değil, kendi tercihleriyle boyunduruğu altına girdikleri bağımlılıklarıyla kendi iradelerini o an için bağladıklarını gösterir. Bu kişiler kuvvetli bir irade sergileyerek iradelerini rehin alan bu tür bağları bir çırpıda koparabilirler.
Kendisini tercih serbestliği olarak gösteren hür iradenin varlığını önyargısız herkes tasdik eder, ve iradenin mahiyetinin ve nasıl işlediğinin bilinmemesi bu hükmü değiştirmez. Varlık alemini fizik alemiyle sınırlayanların madde dışı her şeye gözlerini kapamaları hiçbir şey ifade etmez. Gözlerini kapatanlar, dünyayı sadece kendilerine karanlık yaparlar. Gözlerini kapatanların olması dışarıdaki güneşe zarar vermez.
Yukarıda bahsedilen üç kişinin bulunduğu odaya giren ve maddenin yapısını ve maddeye hükmeden tüm fizik kanunlarını en küçük inceliklerine kadar bilen dünya çapında bilge bir insan bu kişilerin yüzlerce seçenek arasından neyi seçip yapacağını bilemez. Çünkü kişilerin tercihleri, bedenlerinin yani maddelerinin o andaki konumlarının bir sonucu değildir. Bu da iradenin fizik ötesi bir şey olduğunu, ve fizik kanunlarıyla beraber bedene hükmeden değişik bir varlık boyutu olduğunu gösterir. İradenin yansıması için gerekli önşart canlılık veya hayattır. Cansız bir beden sadece fizik kanunlarına tâbidir ve o kanunlar yönünde hareket eder. Biri canlı diğeri cansız eş yumurta ikizi iki bedenin hareketlerini hayalen izleyen bir kişi, iradenin varlığını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak netlikte görür.