TR EN

Dil Seçin

Ara

Kır Zincirlerini!..

Kır Zincirlerini!..

Zincirler, esaret, kurtuluş mücadelesi ve özgürlüğe dair daha çocukluk yıllarında hafızamızda yer edinen bir dizi film var. Siyah beyaz TRT ekranlarında izlediğimiz ve başkahramanı “Kunta Kinte” adıyla aklımızda kazınan “Kökler” dizisi. Onun şahsında ve hikâyesi örnekliğinde, köleleştirilen Afrika kökenli insanların maruz kaldıkları insanlık dışı muameleler karşısında çocuk yüreğimin nasıl sarsıldığını; korku, eziyet ve gerilimin yükseldiği sahneleri görmemek için başımı ekrandan çevirdiğimi veya gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum.

Zincirler, esaret, kurtuluş mücadelesi ve özgürlüğe dair daha çocukluk yıllarında hafızamızda yer edinen bir dizi film var. Siyah beyaz TRT ekranlarında izlediğimiz ve başkahramanı “Kunta Kinte” adıyla aklımızda kazınan “Kökler” dizisi. Onun şahsında ve hikâyesi örnekliğinde, köleleştirilen Afrika kökenli insanların maruz kaldıkları insanlık dışı muameleler karşısında çocuk yüreğimin nasıl sarsıldığını; korku, eziyet ve gerilimin yükseldiği sahneleri görmemek için başımı ekrandan çevirdiğimi veya gözlerimi kapattığımı hatırlıyorum. 

Sonraları bunun sadece kurgu senaryo değil, on yedi yaşında ülkesi Gambiya’dan beyaz köle tüccarları tarafından kaçırılıp Amerika’ya götürülen ve köleleştirilen Kunta Kinte’nin beşinci kuşaktan akrabası olan Alex Haley tarafından kaleme alınan “Kökler” adlı romanında anlattığı gerçek hayat hikâyesi olduğunu öğrenmek daha da sarsıcı olmuştu. Dizi olarak çekilen bu çarpıcı hayat hikâyesi yayınlandığı dönemde epey ilgi görmüştü.

Köklerinden koparılan Afrikalılar’ın balık istifi dolduruldukları gemilerle açlık, susuzluk, hastalık ve kötü muameleler eşliğinde çaresizlik ve acziyet içinde yapmak zorunda kaldıkları bir yolculukla başlar hikâye. Üç ay süren bu zorunlu yolculuk sonunda Amerika’ya sağ ulaşabilen Afrikalılar, beyaz çiftlik sahiplerine köle olarak satılırlar ve hayatlarında çok daha zor bir dönem başlamış olur. İşte Kunta Kinte de bunlardan biridir. Ancak kendisine dayatılan esaret hayatına rağmen “zihnen köleleştirilemeyen” biri olarak her fırsatta özgürlüğüne kavuşmak için teşebbüslerde bulunur. Yakalandığında da ağır cezalara çarptırılır. Hayatının bir döneminde evlenip bir kız evladı olan Kunta Kinte, başka bir çiftliğe satıldıktan sonra bir daha eşini ve kızını göremez, ömrünü ne yazık ki aile hasretiyle tamamlar. Hazin bir öykü…

Bu ve benzeri yaşanmışlıklar ve şahitlikler, insanoğluna vurulan zincirlerin ne kadar onur kırıcı olduğunu ve insan haysiyetine yakışmadığını çok çarpıcı bir şekilde öğretiyor bizlere. İnsanın insana ettiği en büyük zulümlerden biri bu olsa gerek... Kendi gibi insan olarak yaratılan aziz ve muhterem bir varlığı hor görmek… Sahiplik ve efendilik iddiasında bulunmak… Boyunduruk ve prangalar ile onu nesneleştirmek…

Tarih boyunca, özellikle güçlü olmanın haklı olmak anlamına geldiğini düşünenler tarafından, diğer insanların köleleştirilmesi çabaları hep olmuş. Savaşlar ve işgaller sonucunda hem doğal kaynakların hem de insan kaynağının sömürülmesi şeklinde kölelik ve esaretin farklı tezahürleri olarak yaşanmış zaman zaman. Güç yetiremeyenlerden bu durumu kabullenip boyun eğenler de olmuş. Bir de “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış, şaşarım!” diyerek verilen bir özgürlük mücadelesi ve bu toprakların bize vatan kılındığı bir örneklik düşmüş tarihin sayfalarına. 

Akıl ve irade sahibi insanın haysiyetini ve hürriyetini esas alan İslam inancından kaynaklanan bu direnme gücü, bugün hatırda tutmamız ve yaşadığımız dönemin olası tehlikeleri karşısında tutunmamız gereken bir dayanak olarak önemini hala korumakta. Çünkü kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla canı pahasına mücadele eden ecdadımızın o günlerde kırdığı zincirler esaret ve sömürü zincirleriydi. Bilhassa cephede veya cephe gerisinde destanlar yazan Şerife Bacı, Halime Çavuş, Halide Onbaşı, Erzurumlu Kara Fatma, Nezahat Onbaşı, Gördesli Makbule, Çete Emir Ayşe, Hafız Selman İzbeli ve adını bilmediğimiz nice kahraman, kadının dış görünüşü veya fiziksel özellikleriyle değil, imanından beslenen yürek gücüyle varoluşunun ve bu varoluş tehlikeye düştüğünde neler yapabileceğinin eşsiz örnekleri olarak tarihteki yerlerini aldılar. 

Hayır ve minnetle yad ettiğimiz kahraman kadınlarımızın anısına ve misyonuna sahip çıkmak, onları layıkıyla anlamaktan uzak düşenlere anlatmak ve bıraktıkları mirası gelecek nesillere aktarmak boynumuzun borcudur. 

Bugünü kölelik veya zincirden kurtuluş bağlamında okuma noktasında, tiyatral gösteriler eşliğinde gözle görünen zincirlere atıfta bulunmak oldukça yüzeysel bir bakış açısını yansıtmakta. Çünkü yirmi birinci yüzyıl insanı daha sofistike araçlarla ve dolaylı yolardan zincirlere vurulmuş durumda. Görünen zincirlerden ziyade görünmeyen boyunduruk ve prangalara vurulmuş vaziyette “modern kölelik” olarak kavramsallaştırılan hayatlar var, çoğunlukla bilinmeyen veya anlaşılmayan. Bunun ne kadar farkındayız? 

Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre, neo-liberal küreselleşme sürecinde yaşanan “zorla çalıştırılma” veya bir insanın bir başka insan tarafından haklarından ve özgürlüklerinden mahrum bırakılması bu kapsamda değerlendiriliyor mesela. Yine “Walk Free Foundation” sivil toplum örgütü 2018 Küresel Kölelik İndeksi’ne göre 40 milyondan fazla modern kölenin var olduğu söyleniyor. 

Çoğunlukla az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler ile gelişmiş ülkelerde gizlenmiş bazı bölgelerde dahi teorik olarak geçmişte kaldığı düşünülen bu gayri insani durumların pratikte devam ettiği görülüyor. Çocuk maden işçi sayısının çok yüksek olduğu altınıyla ünlü Gana’da maden işçileri kölelik sistemiyle çalıştırılmakta mesela. Hindistan’daki kaçak maden işçilerinin de içinde bulunduğu durum hiç iç açıcı değil. Yine Katar nüfusunun neredeyse %90’ını oluşturan göçmen işçilerin çok ağır şartlarda inşaatlarda çalıştırıldığı, aylarca ücretlerinin ödenmediği ve pasaportlarına el konulduğu dile getiriliyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün bir başka değerlendirmesinde, dünyada yaklaşık 1 milyon 200 bin kadın ve kız çocuğu zorla alıkonulup para karşılığı kaçakçılar ve fuhuş çeteleri tarafından satıldığı ifade ediliyor. 

Yükselen ekonomilere karşı dünya pazarında pay kapma-kaptırmama savaşları verilen küresel çağda, Çin’in Yiew şehrindeki fabrikalarda Noel süslerinin %60’ını üreten göçmen işçiler, günde 12 saat çalıştırılıyorlar ve kırmızı boyama işlemlerinde adeta zehir soluyorlar… 

Neyin pahasına bu mücadele veriliyor? İnsanlığın kaybettiği/kaybedildiği bir mücadelede kazanan kim/kimler? Burada savaşlar, işgaller ve yoksulluk nedeniyle artan göç hareketlerinin de “modern kölelik” kavramını besleyen unsurlar olduğu ayrıca zikredilmeli. 

Bunlara bir de modern dönem ve sonrası yalnızlaşan ve yabancılaşan insanın sevme, sevilme, onaylanma, güvenlik ve kendini değerli hissetme ihtiyaçlarını karşılamak üzere önüne konan seçeneklerden örülü hayat tarzını ve içine çekildiği sarmalı eklemek gerek. Suni ihtiyaçları bir türlü bitmeyen “tüketim toplumunun bireyleri”… Kapanmayan kredi kartı borçları… Ev, araba gibi ihtiyaçlar derken, artık tatildi, özel gündü, bayram seyrandı ve hep borçlanarak yaşayan, geleceği ipotek altına alınan insanlar… 

Zamanında esaret altına alınan ancak “zihnen köleleştirilemeyen” insanlardan bahsetmiştik. Bugünün teknoloji, alışveriş, makam, mevki, mal, mülk bağımlısı olan insanında ise asıl mesele “zihnen köleleştirilmiş” olmak değil midir? 

İşte bu noktada, insan hakları ve kadın hareketlerinde inisiyatif alanların görünmeyen zincirlere atıfla “Kır Zincirlerini” çağrısı yaparak farkındalık oluşturması ve özgürlü mücadelesine öncülük etmesi daha isabetli olacaktır vesselam.