Tarihçi Sylviane Diouf, duyanların kuşkuyla karşılayacaklarını biliyor ama Müslüman geleneği ile Amerikan blues müziği arasındaki bağı göstermek için iki müzikal eser çalıyor. Birisi, dünyanın her tarafında Müslümanların ibadete çağrılması için minarelerden yükselen ezan sesi. Ötekisi ise, “Levee Camp Holler”. Yani en eski blues şarkılarından birisi. İlk defa Mississippi Delta’da yayıldı. Aşağı yukarı yüz yıl önce.
“Levee Camp Holler” sıradan bir şarkı değil. Amerika iç savaşından sonra ülke içinde gezerek sezonluk çalışan eski kölelerin söylediği bir şarkı. Diouf’un sunumda kullandığı versiyon, lirik bir müzik, tıpkı ezan gibi Allah’ın azametini çağrıştırıyor. Fakat bu bir şarkı melodisi ve notalar farklı da olsa İslâm’ın en iyi bilinen nakaratına yani ezana çok benziyor. Tıpkı ezan gibi Levee Camp Holler da, şarkıyı okuyanın duygulu sesinde sözlerin titreşiminden ortaya çıkıyor. Müzikal ölçüler içinde keskin iniş çıkışlar, hem Levee Camp Holler’da hem ezanda dinleyicinin kalbinde derin izler bırakıyor. Genizden gelen tonlamalar her ikisinde de bariz hissediliyor.
“Birkaç yıl önce Harvard’da ezanı ve bu bahsettiğim şarkıyı çaldım. Tüm salon elleri patlarcasına alkışladılar. Çünkü ikisi arasındaki bağlantı çok açıktı.” diyor Diouf. New York’ta Schomburg Zenci Kültürü Araştırma Merkezi’nde araştırmacı olan Diouf’a göre bu olayda teşekkür edilmesi gereken birileri varsa, onlar 1600’lü yıllardan 1800’lü yılların ortalarına kadar üç yüz yıl boyunca Afrika’dan Birleşik Devletler’e getirilen siyah Müslüman kölelerden başkası değil.
Birleşik Devletler’e getirilen Afrikalı kölelerin toplamının % 30’undan fazlası Müslümandı ve bunların önemli bir kısmı Arapça konuşup yazıyordu. Sahiplerinin Hristiyan olmaları ve eski alışkanlıklarını bırakmaları için yaptıkları baskıya rağmen, bu kölelerin çoğu dinlerini ve geleneklerini yaşatmaya devam ettiler. İç savaşa kadar Afrika geleneklerini Güney’deki yeni yaşam yerlerine olabildiğince yansıtmaya çalıştılar. Hizmetçilik ve tarla işleri gibi zor ve yorucu işlerde çalışmaya zorlansalar da, yine de Allah’a ve Kur’an’a imanlarını seslendirmekten geri durmadılar. Bu kölelerin yaşantıları on yıllarca bu şekilde devam etti. Bu arada doğal olarak Afrika’nın farklı müzik gelenekleri de yaşatıldı. Tarlada veya çalıştıkları başka yerlerde çıplak sesle ve haykırışlarla geleneksel müziklerini dışa vurdular. Blues müziğinin tohumu işte bu şekilde atıldı.
Afrikalı Müslüman köleler Amerika’da gelişen blues müziğini hem müzikleriyle hem de kullandıkları enstrümanlarla etkilediler. Gerçi Kongo ve Afrika’nın diğer gayrimüslim bölgelerinden gelen köleler arasında yaygın olan davul, beyaz köle sahipleri tarafından yasaklandı. Çünkü davulların köleler arasında iletişime imkân vermesinden ve onları birleşmeye cesaretlendirmesinden korkuyorlardı. Fakat Afrika’nın Müslüman bölgelerinden gelen köleler arasında yaygın olan yaylı çalgılara ise genelde izin verildi. Çünkü köle sahipleri bu çalgıların Avrupalı bir çalgı olan kemana akraba olduğunu düşünmüşlerdi. Bu sayede Afrikalı köleler halk önünde yaygın biçimde müzik yapabildiler. Daha da ilginç olanı, kölelerin solo yani tek kişilik müziği, Arap-Müslüman şarkı tarzından izler taşıyordu. Etnik müzik konusunda uzman olan Profesör Gerhard Kubik’e göre, İslâm kuvvetleri Batı Afrika’yı fethettikleri zaman müzik anlamında da Afrika’yı etkilediler. Afrikalı kölelerin müziği ile Arap-Müslüman müziği arasındaki bağ ve benzerlik de buradan ileri geldi (Gerhard Kubik, Africa and the Blues, 1999, University Press of Mississippi).
Kubik’in düşüncesine göre, günümüzün blues şarkıcıları müziklerinde farkında olmadan Arap-Müslüman öğeleri kullanıyorlar. Kitabında bu bağlantıyı akademik dilde şöyle ifade ediyor Kubik: “Bir seferde birden çok nota sesi çıkaran ve dalgalı titrek tonlama yapan pek çok blues şarkıcısının ses tarzı, yedi ve sekizinci yüzyıldaki İslâmî Mağrib ile temasta olan Batı Afrika’nın bir mirasıdır. Burada bahsedilen dalgalı tonlama, sesin en alt notadan en üst notaya, sonra tekrar alt notaya indirilmesi, aslında blues müziğinden önce, Müslümanların namaz daveti olan ezanlarında ve hatta Kur’an tilavetinde kullanılan bir yöntemdi.”
Kubik iddiasını şöyle toparlıyor: “Önceden yapılan blues araştırmalarında sıra dışı, tuhaf ve yorumlaması güç bulunan pek çok özellik, Arap-İslâm müziğinin resme dahil edilmesiyle artık çok daha rahat anlaşılabiliyor.”
Paul Simon, Natalie Cole ve Tower of Power (İktidar Kulesi) ile aynı sahneyi paylaşan trompetçi Barry Danielian’a göre de, Batı Afrikalı köleler Amerikan blues müziğinin oluşumunda sadece bir faktördüler, ama bir faktördüler ve hiç kimse bunu yok saymamalıdır. Müslüman olan Danielian, ayrıca gayr-i müslimlerin bu bağlantıyı fark etmelerinin ardında Arap müziğini bilmemelerinin etkili olduğunu belirtiyor.
İnsanlar bugünlerde 1900’lü yıllarda Amerika’nın Lousiana, Mississippi ve Alabama gibi güney eyaletlerinde geliştirilen müzik tarzının blues olduğunu düşünüyorlar. Blues müziği o zamandan beri halk şarkıcılarından sokak şovlarına kadar Güney’de var olan farklı müzik türlerinden ortaya çıktı. İlk blues şarkıcıları bu müziğin Afrika ya da Müslüman kökenini fark edemediler. Çünkü o dönemde blues şarkıları beyazların şarkılarıyla, Avrupa müziğiyle karışıktı ve aradan Atlantik Okyanusu’nun geçtiği kıtayla bağı silinmişti. Ayrıca 20. yüzyıla girildiğinde Amerikalı Müslüman kölelerin torunları zorla ya da şartların etkisiyle Hıristiyan olmuşlardı. O dönemde güneyli siyahların arasında İslâm’ı bilen çok az kişi kalmıştı. Bu nedenle uzunca bir süre blues müziğinin kökleri hakkında pek çok nokta karanlıkta kaldı.
Blues müziğiyle ilgili ilginç bir bilgiyi de Georgia Eyaleti’ne bağlı Sapelo Adası’nda yaşayan Bailey’den nakledelim. Bu adada yaşayan siyahlar cetlerini Bilalî Muhammed’e dayandırırlar. Zaten Bailey de Bilalî isminin bozulmasından ortaya çıkmış bir isim. Bilalî Muhammed bir Afrika ülkesi olan Gine’de doğmuş ve büyümüş bir Müslüman köle. Daha sonra satılarak Sapelo Adası’na geliyor ve ibadetlerini doğuya Mekke’ye dönerek yapıyor. Ona bakan ada sakinleri de dualarını yaparken yüzlerini doğuya dönüyorlar.
Bailey’in naklettiğine göre, Bilalî eğitimli bir insandı. Arapça konuşur ve yazardı. Daima yanında Kur’an ve seccade bulundururdu ve dindar biri olduğuna işaret etmesi için fes giyerdi. Bilalî Afrika’da imam eğitimi almıştı. Sapelo Adası’na geldiğinde, kölelerin sahibi olan kişi onu öteki kölelerden sorumlu kıldı. Bilalî’nin torunları Hristiyanlığı benimsemiş olsalar da, bugün adada hâlâ canlılığını koruyan Müslüman geleneklerini de korudular. Köleliğin kaldırılması yanlısı olan Frederick Douglass’ın da önceki soyadı Bailey’di. Burada görülen şey şu ki, tarihte çoğu olay başladığı gibi devam etmiyor. O yüzden şimdiki bir olayın tarihteki geçmişini bulup çıkarmak her zaman zor bir iş.
Buna iyi bir örnek “Little Sally Walker” şarkısı. Pek çok blues şarkıcısı tarafından bu adla kaydedilen şarkı, aynı zamanda Little Sally Saucer diye de kaydedilmiştir. Çünkü bu şarkının sözü bir çay tabağında “oturan” bir kızı anlatıyor. Bailey’in bir akrabası olan ve onun da kökeni Bilalî Muhammed’e dayanan Frankie Quimby de, bu şarkının Georgia kıyısındaki kölelik döneminden günümüze kadar geldiğini ifade etmektedir. Şarkı sözünün daha sonradan Walker’a dönüşmesinin sebebi ise, Quimby’e göre, şarkı sözünü yazan kölelerin sonradan beyaz sahiplerinin soyisimlerini (Walker) almış olmaları.
Hiç kuşkusuz İslâm ve Arap kültürü, blues müziği dışında dünyada başka müzikler üzerinde de etkide bulunmuştur. Mesela kökleri Müslümanların başta olduğu yedinci yüzyıl İspanyasına kadar giden flamenko müziği ve Rönesans müziğini bunlar arasında sayabiliriz. Şimdiye kadar, Müslüman kültürün blues müziğiyle ilişkisine dair bilgimiz ne yazık ki bir grup akademisyen ve müzisyenle sınırlı görünüyor. Kubik’in Afrika ve Blues kitabı ile Diouf’un Servants of Allah: African Muslims Enslaved in the Americas (Amerika’da Köleleştirilen Afrikalı Müslümanlar, New York University Press, 1998) kitabı.
Popüler kültür açısından baktığımızda da, Müslüman kültür, müzik ve Afrikalı kölelerin kesiştiği bir eserbir roman, sinema filmi, şarkı vbneredeyse yok gibi. 1970’lerde televizyonda dizi olarak yayınlanan Alex Haley’in Kökler adlı romanı ve Kunte Kinte dışında.
Toparlarsak, Afrikalı kölelerin ticareti, insanlık tarihinde çok önemli bir diasporaya yol açtı. En azından 10 milyon Afrikalı, Amerika’da köle olarak alındı ve satıldı. Bu kölelerin çektiği acılar blues müziğinde açıkça hissedilebilir. Blues zalim muamelelerin, üzüntülü zamanların ve özgürlük hasretinin müziğidir. Bu da Amerika’da köle olarak alınıp satılmış ve büyük zorluklara maruz kalmış Afrikalı Müslüman kölelerin yaşantısına uygundur.
— Jonathan Curiel
(Bu yazı, Aramco World dergisinin 57. sayısından kısaltılmıştır.)