Gençlik büyük bir nimet… Ama en büyük nimet onu vereni bilmek.
Gençlik, Rabbimizin en güzel ve en şirin nimeti. Her nimetten daha fazla hak ediyor Allah’ın adının anılmasını ve O’nun yolunda kullanılmasını.
Bir sanat eseri sanatkârına nispet edilerek değer kazanıyor. Onun imzasını taşıyorsa değeri birden bine çıkıyor. Şu kâinat; küçük büyük her şey Allah’ın. Onların arasında en üstün varlık olan insanın elinde besmele… Bu, nimetler hazinesini açacak tek anahtar…
Hayata, kâinata böyle bakmak… Gençlik nimetine önce böyle yaklaşmak gerekiyor. Nimet, nimet olarak bilinmedi mi, elden çıkar gider de haberimiz olmaz.
Geçmez zannederiz ama geçer. Bitmez zannederiz ama biter. Sayılıdır çünkü nefesler, sayılıdır günler, çabucak gider. Birden ihtiyarlığın eşiğinde bulur insan kendini.
Yunanlı yazar Kazancakis; akan bir dereye doğru eğilip bakmakta olan ihtiyara sorar:
“Neye bakıyorsun?”
İhtiyar:
“Hayatıma... Akıp giden hayatıma evlât…”
Su gibi akıp giden hayatımız ve gençliğimiz. Bir daha da ele geçmez. O günler bir daha gelmez. Ne yapıp etmeli, gençliğin kıymetini bilmeli. Ben şükrediyorum ki, Risale-i Nur’ları okudum, kendimi buldum. Yetmiş yaşında ihtiyar bir adamın azmini, imanını, şefkatini gördüm. “Kardeşlerim” dediği gençler için, hayata dair bir yol kılavuzu hazırlıyor, “Gençlik Rehberi”ni yazıyor. “Kendimi bütün gençlere arkadaş biliyorum” diyor. Yıldızlar karanlıkta parlar. Risale-i Nur gibi bir Kur’an tefsirinin kıymetini, bu zamanın açmazlarında anladım. Şükürler olsun Rabbimize.
…
Ne güzel demiş Mevlâna, “Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır” diye…
Bir hatıram var yıllar öncesinde…
Zafer dergisinde ölüm konusunda yazılar yazıyordum.
Yıllar önceki o yazılardan birinin başlığı: “Gençlik gidecek” idi. Babası dergimize abone olan liseli genç bir bayandan bir mektup aldım.
Özetle şöyleydi mektup: “Her ay düzenli gelmesine rağmen, bugüne kadar derginiz pek dikkatimi çekmemişti. Ancak içimden bir ses bu sayıyı mutlaka okumam gerektiğini söylüyordu. Ben de ambalajını açıp dergiyi incelemeye başladım. Orta sayfadaki yazının başlığı beni âdeta çarptı: “Gençlik gidecek”. O zamana kadar gençliğin gideceğini inanın hiç düşünmemiştim. Sanki kendimi hep böyle genç kalacak zannediyordum. Derin bir uykudan uyandım…” diye inleyen bir gencin ifadeleri hala kalbimde ve zihnimde çınlar durur.
Bütün gençler namına dile getirilmiş bir mektuptu bu…
...
Bazı şeylerin kadrini ve kıymetini elimizden çıkmadan veya kaybetmeden bilemiyoruz. İşte insanın eline hayatta bir kere geçen bir fırsat olan gençlik nimeti de bunlardan sadece birisi.
Gün olur bazı şeylerin elimizin altından kaydığını, zamanın durmaksızın aktığını hissederiz. Mevsimler bu mânâda; her canlının bir güzü ve baharı olduğu gibi insanın da gençlik yazının sonu ihtiyarlık güzü olduğunu söyler.
Bununla beraber, “Gençlikte günlerin kısa, yılların uzun; yaşlılıkta da günlerin uzun, yılların kısa” olduğunu da hatırlatırlar. “Hakiki zevk ve elemsiz lezzet, yalnız imanda ve imân ile olabilir” sırrınca gençliğini kıymetsiz, şeylerin peşinde harcamayanlar, kuru bir yaprak gibi rüzgârlara oyuncak olmaktan kendini koruyanlar, gençlikten ihtiyarlığına gün çalmış, ömür saklayabilmiş demektir. Yoksa şair Cahit Sıtkı Tarancı gibi söylenmekten kurtulamaz insan:
İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
“Ne yaptın tarlanı, nerde hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye?
Bir düşünsen! Yarıyı buldu ömrün.
Gençlik böyledir işte, gelir gider;
Ve kırılır sonra kolun kanadın;
Koşarsın pencereden pencereye.”
Ve yine öylelerden birinin “Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazin haller getirdiğini ona şekva edip söyleyecektim” dediği gibi, bu yıllardaki ihmali, bundan doğan acıyı her akıl sahibi ruhunda ve vicdanında derinden derine duyacaktır.
“Gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder” (Gençlik Rehberi) gerçeğini de görmezlikten gelemeyiz. Çünkü bu cümleler imandan, hayatın gerçeklerinden mahrum bırakılmış olan gençliğin âdeta ruh portresidir.
O zaman bu tehlikenin karşısına ahiret inancı ve “Kabir var hiç kimse inkâr edemez” levhası gelir, insanın aklını başına aldırır. “Gerçi emniyet güçleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat, Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâl’in melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başı boş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zaif olacağım.” (Asâ-yı Musa) diye onu düşünceye sevk eder. Muhtemel taşkınlık ve hatalarına da set çeker. Ve bu bahtiyar gençler Peygamberimizin, “Gençlerinizin en iyisi, temkinde ve sefahatlardan (günahlardan) çekilmekte ihtiyarlara benzeyenlerdir...” mealindeki mübarek sözlerine ve müjdelerine mazhar olurlar.
Evet, gençlik tutulmaz elle, geçirme boş emelle diyorum. Rabbimiz bu nimetinin hakkını veren kullarından eylesin. Arşın gölgesinde gölgelenen gençlerden eylesin. Amin.