TR EN

Dil Seçin

Ara

Ahiret Yolculuğundaki Duraklarımız

Ahiret Yolculuğundaki Duraklarımız

Bediüzzaman’ın belirttiği üzere, uzun bir yola koyulmuş olan insanın yapmakta olduğu bu yolculuk, “âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden (anne rahminden), sabavetten (çocukluktan), ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, Sırat’tan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Ve (bu yolculuğu kolaylaştıran) iki tılsım ise, Cenab-ı Hakk’a iman ve âhirete imandır.” (Sözler, 31) Biz de bu yazımızda, dünyadan sonra uğrayacağımız değişik menzilleri ayet, hadis ve âlimlerin tespitleri ışığında açıklamaya çalışacağız.

Kur’an’ın verdiği derslerde Allah’a imandan sonra her zaman ahirete iman hususu zikredilir. Bu gösteriyor ki, Allah’a ve ahirete iman dünya ve ahiret hayatının altın iki anahtarıdır. İnsanın fıtratında vicdanına damgasını vuran en çok ihtiyaç duyulan iki nokta vardır:

Birincisi: Nokta-i istinat, yani bir dayanak noktası. Her açıdan çok âciz, güçsüz bir yapıya sahip olan insanın—küçük bir mikroptan kuyruklu yıldızlara, ta hayat ölüm kavgasına kadar—hadsiz düşmanlarına karşı, bu düşmanlarını alt edecek sonsuz kudret sahibi bir Allah’a iman etmesi kadar bir huzur kaynağı olamaz.

İkincisi: Nokta-i istimdat, yani bir yardım noktası. İnsanoğlu âciz olduğu kadar fakirdir de. İhtiyaçları hayalinin uzandığı yere kadar kendini gösterirken, onları tedarik etmek için elinden hiçbir şey gelmiyor. Buradaki zararlarını telafi etmek, mutsuzluğunu mutluluğa çevirmek, ümitsizliğini ümide çevirmek için ahirete iman gibi bir desteğe ihtiyacı vardır. İşte Allah’a ve ahirete iman etmek başka yönlerden olduğu gibi pozitif psikoloji açısından da hayata hayat katan, cana can veren mutluluğa mutluluk katan alternatifi olmayan tartışmasız bir servettir. 

Bediüzzaman’ın belirttiği üzere, uzun bir yola koyulmuş olan insanın yapmakta olduğu bu yolculuk, “âlem-i ervahtan, rahm-ı maderden (anne rahminden), sabavetten (çocukluktan), ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, Sırat’tan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Ve (bu yolculuğu kolaylaştıran) iki tılsım ise, Cenab-ı Hakk’a iman ve âhirete imandır.” (Sözler, 31)

Biz de bu yazımızda ahirete iman çerçevesinde dünyadan sonra uğrayacağımız değişik menzilleri açıklamaya çalışacağız.

Ayet, hadis ve âlimlerin tespitleri ışığında konuyu maddeler halinde kısaca açıklayalım:

 

1) ÖLÜMDEN SONRA İLK DURAK KABİR

Şahsi bir kıyamet olan ferdî ölümle ahiret hayatına doğru yol alan kimsenin ilk durağı kabir ve berzah âlemidir. Ülkeden ülkeye seyahat edenlerin pasaportları kontrol edildiği gibi, dünya ülkesinden ahiret ülkesine seyahat edenlerin de (iman) pasaportları kontrol edilir. Bu kontrol yolcunun kimliği, mensup olduğu topluluğun belirlenmesi, cezaî müeyyidenin uygulanmasını gerektiren bir suçunun olup olmadığının tespitine yöneliktir. Yapılan kontrol ve soruşturmada eksiği olmayanlar herhangi bir cezaî muameleye tabi tutulmadıkları gibi, dürüst bir kişiliğe sahip oldukları için ayrıca ödüllendirilirler.

“Gün gelecek, takvâ sahiplerini (Allah’a karşı saygılı olan kimseleri) seçkin konuklar olarak Rahman’ın huzurunda toplayacağız. Günahkârları da suya götürülen sürü gibi cehenneme süreceğiz.” (Meryem, 19/85-86) mealindeki ayetlerde bu iki farklı yolcu grubuna işaret edilmiştir.

 

Kabirde Sorgulama Konusu

Kabirdeki sorgulamaya işaret eden birçok ayet ve hadis vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

Ayetler: “Firavun ve taraftarlarının sabah akşam ateşe arz edildiğini, kıyamet gününde de en şiddetli azaba mâruz bırakılacaklarını…” (el-Mü’min, 40/46)

“Nuh kavminin suda boğulmasının ardından ateşe atıldığını…” (Nûh 71/25)

“İyilerle kötülere dünyada ve ahirette yapılacak muamelenin aynı olmayacağını…” (el-Câsiye, 45/21-22)

“Münafıkların iki defa azap gördükten sonra büyük bir azaba mâruz bırakılacağını…” (et-Tevbe, 9/101) 

“Kâfir ve münafık olanlara cehennemdeki büyük azaptan önce yakın bir azabın tattırılacağını…” (es-Secde, 32/21; et-Tûr, 52/47) belirten ayetler kabir azabına işaret eden deliller arasında zikredilmiştir. 

 

Hadislerde şöyle belirtilir:

“Resûlullah (sav) kabirde azap gören bazı kimselerin sesini işitmiş” (Müsned, 3/ 103-104; Müslim, Cennet, 67-69), “kabir azabından Allah’a sığınmış ve ashaba da Allah’a sığınmalarını söylemiştir” (Müsned, 3/ 296; Müslim, Cennet, 67)

Keza, Hz. Peygamber (sav) “cenaze namazını kıldırdığı bir ölüyü kabir azabından koruması için Allah’a dua etmiş” (Müslim, Cenâiz, 86), ayrıca “azap görenlerin sesini hayvanların işittiğini haber vermiştir.” (Nesâî, Cenâiz, 115)

“Gıybet ve koğuculuk yapmak” (Müsned, I, 225; Buhârî, Cenâiz, 88, Vudu, 57), “ölüye ağıtlar yakarak ağlamak” (Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 16-28), “borçlu olarak ölmek” (İbn Mâce, Sadakat, 12), “yalan söylemek, zina etmek, faiz yemek, içki içmek” (Buhârî, Cenâiz, 92; Tabîrü’r-rüyâ, 48) gibi fiillerin kabir azabına sebep teşkil ettiği hadislerde bildirilmiştir. 

Hadislerde, “kabrin sıkması” (Tirmizî, Cenâiz, 70), “kişiye sabah akşam cehennemdeki yerinin gösterilmesi” (Buhârî, Cenâiz, 88; Müslim, Cennet, 65-66) gibi azap şekillerinin bulunduğu da haber verilmiştir. 

Kabir azabının kâfirler ve günahı çok olan müminler için kıyamete kadar devam edeceği, günahı az olan müminler içinse geçici olacağı kabul edilir.

 

Ölüm Yokluk Değildir 

İman eden ve güzel işler yapanlar için kabir, daha güzel bir âlemin kapısıdır. Nasıl ki, toprak altına giren bir çekirdek, görünüşte ölüyor, çürüyor ve yok oluyor. Fakat gerçekte daha güzel bir hayata geçiş yapıyor. Çekirdek hayatından ağaçlık hayatına geçiyor.

“Biz sizi topraktan yarattık; sonra ona döndürür, sonra bir kere daha ondan çıkarırız” (Taha, 20/55) mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir.

Aynen bunun gibi, bir mümin öldüğünde görünüşte toprağa giriyor, çürüyor ama gerçekte berzah ve kabir âleminde daha mükemmel bir hayata kavuşuyor.

Beden ile ruh, ampul ile elektrik gibidir. Ampul kırılınca elektrik yok olmuyor ve var olmaya devam ediyor. Biz onu görmesek de elektriğin mevcut olduğunu biliyoruz. Aynen bunun gibi, insan ölmekle ruh vücuttan çıkıyor. Fakat var olmaya devam ediyor. Cenab-ı Allah ruha münasip daha güzel bir elbise giydirerek, kabir âleminde yaşamını devam ettiriyor.

Bu sebeple Peygamberimiz (s.a.v), “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukurdur (bk. Tirmizî, Kıyamet, 26) buyurarak, kabir hayatının varlığını ve nasıl olacağını bize haber veriyor.

 

Şehitler ve Berzah Âlemi

İmanlı bir insan iç organlarla ilgili müzmin bir hastalıktan ölürse şehittir. Böyle şehitlere manevi şehit denilir. Şehitler ise kabir hayatında serbest dolaşırlar. Kendilerinin öldüğünü bilmezler. Sanki yaşadıklarını zannederler. Sadece daha mükemmel bir hayat yaşadıklarını bilirler. Peygamberimiz (s.a.v), “Şehit ölüm acısını hissetmez” (bk. Tirmizî, Cihâd, 6; Nesâî, Cihâd, 35; İbni Mâce, Cihâd, 16; Dârimî, Cihâd, 7) buyurur.

Kur’an-ı Kerim de şehitlerin ölmediği bildirilir. Yani kendilerinin öldüğünün farkında değillerdir. Mesela iki adam düşünün. Rüyada çok güzel bir bahçede beraber bulunuyorlar. Biri rüya olduğunu bilir; diğeri ise rüya olduğunun farkında değildir. Hangisi daha mükemmel lezzet alır? Elbetteki rüyada olduğunu bilmeyen. Rüyada olduğunu bilen, “Şimdi uyanırsam şu lezzet kaçacak” diye düşünür. Diğeri ise tam ve gerçek lezzet alır.

İşte normal ölüler, öldüklerinin farkında olduğu için lezzetleri eksiktir. Halbuki şehitler öldüklerini bilmediğinden aldıkları lezzet tamdır.

İmanlı ölen ve kabir azabı görmeyen insanların ruhları serbest dolaşır. Bu sebeple pek çok yere gidip gelebilirler. Bir anda çok yerde bulunabilirler. Aramızda dolaşmaları mümkündür. Hatta şehitlerin efendisi Hz. Hamza (ra) pek çok insana yardım bile etmiştir ve hala da yardım ettiği insanlar vardır.

Ruhlar âleminden anne karnına gelen insanlar, oradan dünyaya doğarlar. Burada buluşup görüşürler. Aynen bunun gibi bu dünyadaki insanlar da, ölüm ile öbür tarafa doğarlar ve orada dolaşırlar. Nasıl ki buradan öbür tarafa gideni uğurluyoruz. Kabir tarafından da buradan gidenleri karşılayanlar var. İnşallah bizleri de başta Peygamberimiz (asm) olmak üzere, bütün sevdiklerimiz orada karşılarlar. Yeter ki bizler Allah’a gerçek kul olalım.

Yeni doğan çocuğu burada karşıladığımız gibi, buradan öbür tarafa giden bizleri de inşallah dostlarımız karşılayacaktır. Bunun şartı Allah’a iman, O’na ve Peygamberine (sav) uymak ve iman ile ölmektir.

 

2) MAHŞER MEYDANI

Bilindiği üzere, kıyamet saati esnasında iki defa ‘sur’a üflenir. Birincisinde kıyamet kopar, yani ayakta olan bütün varlıklar, özellikle canlıların sırr-ı kayyumiyetle olan bağları kopar ve yere yığılırlar. İkinci kez sura üflendiğinde ise, İsm-i Kayyum ile olan bağları yeniden tesis edilir ve her şey ayağa kalkar. Bu ikinci defa sura üflendiğinde insanlar kabirlerinden kalkar ve mahşer meydanına doğru yola düşerler. “Sura üflenir; Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde kim varsa çarpılıp cansız yere düşer. Sonra ona bir daha üflenir: Bir de bakarsın bütün insanlar, kabirlerinden ayağa kalkmış, etrafa bakınıp duruyorlar!” (Zümer, 39/68) mealindeki ayette bu gerçeklerin altı çizilmiştir.

İnsanlar mahşer meydanına vardıklarında orada 50 bin senelik oldukça uzun bir müddet beklerler. Beklemenin çok uzun olması, çok sıcak bir ortamda insanların susuz kalması, önlerinde kesin olan bir hesabın görülecek olması ve Allah tarafından—dünyada yaptıkları—bütün ameller için bir karşılığın verileceğini anlamaları sebebiyle çok sıkıntılı ve pek üzüntülü korkunç bir halet-i ruhiye ile çok perişan bir halde beklemek zorunda kalırlar.

Kur’an’da yer alan “bin” (Secde, 32/5) “ve elli bin” (Maaric, 70/4) senelik ifadelerden mahşerdeki sürece de işaretler çıkarılmıştır. Örneğin, Buhari şarihlerinden el-Aynî de elli bin senelik günün, kıyamet günü olduğunu belirtmiştir. (bk. el-Aynî, 4/50)

“İnsanların Rabbülâlemin’in divanında duracakları gün, elli bin senelik bir zaman diliminin yarım gününü oluşturur. Ancak mümin kimseler için, güneşin zeval vaktinden battığı zaman arası bir miktar kadar kolay olur.” (bk. İbn Hacer, 11/394)

Bediüzzaman Hazretlerinin—söz konusu ayet ve hadisler doğrultusunda—yaptığı açıklamadaki görüşünü ise şu ifadesinden öğrenebiliyoruz:

“...O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu mütefavit (farklı) derecede kat’ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk (şimşek) gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da hayal gibi, elli bin senelik bir mesafeyi bir günde kat’eder. Kur’an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder…” (Sözler, Dördüncü Söz) Bediüzzaman’ın işaret ettiği iki ayet: Secde, 32/5 ve Maaric, 70/4’tür.

 

3) HAVUZUN KURULMASI

Uzun bir bekleyişten sonra insanların çok perişan bir vaziyette olduğu bir esnada, Yüce Allah’ın emriyle, elçisi Hz. Muhammed (sav) için yüksek bir yere daha önce söz verilen bir havuz kurulur. Hayatı boyunca sünnet-i seniyyesine bir tahrif, bidat ve değişiklik bulaştırmadan Hz. Peygamberin (sav) gösterdiği hak yoldan sapmadan yürüyenler, havuzun başına davet edilir ve kana kana su içerler. 

Bu havuzun Kevser suresinde geçen su kaynağı olduğuna dair oldukça fazla sahih rivayetler vardır. Beyhakî, başta Buhari ve Müslim olmak üzere bununla ilgili birçok rivayetleri zikretmiştir. (bk. el-Ba’su ve’n-Nüşur, 1/118-186)

Kadı İyaz ise şunları söylemiştir: “Havuzla ilgili hadisler, sahihtir, mütevatirdir, ona iman etmek farzdır, onu tasdik etmek imanın gereğidir, ehl-i sünnet ve’l-cemaate göre, hadislerde vasıfları geldiği gibi kabul etmek, tevile gitmemek esastır.” (bk. Nevevi, Şerhu Müslim, 15/53)

Daha sonra her peygambere, kendisine mahsus olan bir havuz kurulur ve ümmetinin salihleri oradan istedikleri kadar su içerler.

 

4) ŞEFAAT-I UZMÂ/UMUMİ BÜYÜK ŞEFAAT 

İnsanlar oldukça uzun bir süre mahşer meydanında çektikleri sıkıntılar, üzüntüler, korkulardan kurtulmak için bir an önce Mahkeme-i Kübra’da hesaplarının görülmesini isterler. Bu konuda kendilerine öncülük edecek ve Allah’ın huzurunda şefaat edecek bir peygambere müracaat etmek isterler. Önce insanların ilk babası ve ilk peygamber Hz. Âdem’e (as) müracaat etmek akıllarına gelir. Nihayet ona giderler (Hadiste detaylı zikredilen bu konunun özeti şöyledir). Hz. Âdem bu konuda yetkili olmadığını bildirir. Sonra sırasıyla (birer ulu’l-azim peygamber olan) Hz. Nuh’a (as), Hz. İbrahim’e (as), Hz. Musa’ya (as) ve Hz. İsa’ya (as) giderler. Onların hepsi de—mazeretlerini beyan ederek—bu konuda yetkili olmadıklarını ifade ederler. (bk. Buhari, 4712) İnsanlar nihayet, Hz. Muhammed’e (sav) müracaat ederler ve çekmekte oldukları sıkıntılarını dillendirip bir an önce hesaba çekilmeleri için Allah’ın huzurunda şefaatçi olmasını istirham ederler. Hz. Muhammed (sav) “Bu işi ben yaparım/bu konuda yetkili kılındım” der ve Arşın yanında secdeye kapanır. Allah’ın kendisine ilham ettiği övgüleri, hamd-u senaları ettikten sonra, ona “Artık secdeden başını kaldır, ne dilersen dile dileklerin kabul edilir, istediğin hususta şefaat et, şefaatin makbul olur” denilir. Böylece bir an önce hesaba çekilmeleri için bütün insanlara, umuma yönelik şefaat-ı uzma denilen büyük şefaat tahakkuk etmiş olur. (bk. Buhari, a.g.y)

 

5) AMELLERİN ARZI

Hz. Muhammed’in (sav) bütün insanlara yönelik yaptığı bu büyük şefaatten sonra, mahkeme kapısı açılır ve hesaplar görülmeye başlar. Hesapların görülmesi, elbette dünyada yapılan amellerin görülmesi anlamına gelir. Amellerin arz edilmesi ve şeffaf bir surette adalet ölçülerinden geçirilmesinin ardından iyi ile kötü amellerin—kemiyetten ziyade keyfiyet bakımından—çokluğu nispetinde değerlendirilmesi söz konusudur.

6) HESAPLARIN GÖRÜLMESİ

Amellerin arzından sonra, onların değerlendirilmesi, hesabın görülmesi manasına gelir. Deyiş yerindeyse, amellerin arzında durum tespiti, hesapların görülmesinde ise durum değerlendirilmesi yapılır.

Bununla beraber, Kur’an’da kullanılan “Hisab” kavramı iki manaya gelir. Birincisi, arz etmek, kişinin durumunu kendisine bildirmek. Diğeri ise, gerçek manadaki hesaba çekmek, sorgulamak anlamına gelir. Nitekim Hz. Aişe  bu hususu şöyle açıklamıştır: “Resulullah (asm): ‘Kıyamet günü kim hesaba çekilirse azap görür’ diye buyurdu. Ben: ‘Allah ‘Hesap defteri sağ eline verilen kimsenin hesabı kolayca görülür’ buyurmuyor mu?’ dedim. ‘Hayır’ dedi ‘O arzdır (yaptıklarını ona arz etmek, hatırlatmak, bildirmektir), kıyamet günü kim hesaba çekilirse azap görür’ diye buyurdu.” (Buharî, Rikak, 49; Müslim, Cennet, 79; h. No: 2876)

 

7) MAHKEME DOSYALARININ AÇILMASI

Amellerin arz edilmesiyle birlikte ilgili konularda—varsa—itirazlar ve mazeretlere yönelik olarak yapılan konuşmalar esnasında hak ve hakikati desteklemek amacıyla amellerin yazıldığı sayfalar herkesin gözü önünde açılıp ortaya konulur. Amel defterlerinin havada uçtuğu (Tekvir, 81/10) hesabın bu ilk celsesinde, bazılarının kitabı sağından, bazılarının solundan verilir ve bu veriliş biçimi sanıkların durumunu belirten bir kıstas olmakla beraber, yine de muhtevasındaki gerekçeleri görmek için herkes kitabını okumaya başlar. Bundan sonra ikinci celseye geçilir. 

 

8) AMEL DEFTERLERİNİN OKUNMASI

Mahkemenin bu ikinci celsesinde, sahipleri tarafından okunmuş olan kitabın gösterdikleri doğrultusunda bir değerlendirme daha yapılacak, daha önce sunulan mazeretlerin yersiz olduğuna dair verilen karar, ilgili kitapta yazılı olan gerçeklerle nasıl örtüştüğü hususu pekiştirilecektir.

“Defterini/kitabını oku. Bugün hesap görücü olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!” (İsra, 17/14) mealindeki ayette bu gerçeğe işaret edilmiştir.

 

9) MİZANIN/TARTININ KONULMASI

Hayat kitaplarının sahipleri tarafından okunmasından sonra, yazılı olan dosyaların metni ile (mahiyeti bizce meçhul olan) tartıda ortaya çıkan sonuçların karşılaştırılması yapılır. Yani dünyada yapılan işler tartılarak karşılıkları verilir.

“O zaman kimlerin tartıları ağır gelirse, işte bunlar kurtuluşa ermiş olacaklar. Tartıları hafif gelenler ise, kendilerine zarar vermiş olanlardır. Onlar cehennemde ebedî kalacaklar” (Müminun, 23/102-103) mealindeki ayet ve benzeri ayetlerde tartıdan söz edilmiş, iyilikleri ağır gelenlerin cennete giden müminler olduğuna, kötülükleri ağır gelenlerin ise cehenneme giden kâfirler olduğuna işaret edilmiştir.

10) İNSANLARIN BÖLÜK BÖLÜK AYRILMALARI

Mizandan sonra insanlar, yaptıkları amellerinin karşılığını görmek için farklı gruplara ayrılırlar. Yani ceza veya mükâfat bakımından benzer ortak paydaya sahip olanların belli bir kategoride yer almalarıdır. Allah’ın kudreti her şeyin üstesinden gelmekle ve Daru’l-Kudret olan ahiretteki muamelelerin kudrete göre yapılması esas olmakla beraber, hesapların adaletten zerre kadar bile sapmadığını, her şeyin çok ince elekten geçirildiğini, hiç kimseye bir kıl kadar haksızlık edilmediğini göstermek adına bu ince, titiz aşamalara yer verilmiştir. Her ümmet kendi peygamberinin sancağı altında—farklı ve benzer gruplar halinde—toplanırlar. İnsanların salihleri benzer yönleriyle “Asfiya, Evliya, Sıddıklar, Şehitler, Salihler” şeklinde gruplara ayrıldıkları gibi, “Kâfirler, Zalimler, Münafıklar, Fasıklar” da kendi aralarında benzer gruplara ayrılırlar.

“Kim Allah’a ve peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddıklar, şehidler ve sâlih kişilerle beraberdirler; bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisa, 4/69) mealindeki ayet ve benzerlerinde Cennetlik olan farklı gruplara işaret edildiği gibi; (Allah, görevlilere buyurur:) ‘Toplayın o zalimleri, onların (aynı grupta olan) yoldaşlarını ve Allah’ın dışında taptıklarını! Hepsini cehennemin yoluna sürün!” (Saffat, 37/22-23) mealindeki ayetlerde cehennemlik olan farklı grupların akıbetine dikkat çekilmiştir.

 

11) AYDINLIK VE KARANLIK SAHNELERİ

Yukarıda zikredildiği üzere mahkemenin bütün safahatında ince, titiz ve âdil bir süzgeçten geçirilmiş muhasebenin sonunda, ceza veya mükâfat almış insanlardan her bir grup, varması gereken yere doğru yola koyulurlar. Bu iki yoldan birisinde aydınlık, diğerinde karanlık söz konusudur. Aydınlık, varılacak yerin aydınlığına; karanlık, varılacak yerin karanlığına bir işaret mesabesindedir.

“O gün münafık erkekler ve münafık kadınlar (cennete gitmekte olan) müminlere derler ki: ‘Bize bakın da sizin nurunuzdan yararlanalım.’ Onlara: ‘Arkanıza dönün de (dünyada yaptıklarınıza bakın da) nur arayın!’ denilir. Aralarına kapılı bir sur çekilir ki, onun içinde rahmet vardır, dış tarafında da azab.” (Hadid, 57/13) mealindeki ayette yolculuğun bu sona yaklaşan aşamasına, imandan kaynaklanan ‘nur/aydınlık’ ile küfürden kaynaklanan ‘karanlığın’ damgasını vurduğuna dikkat çekilmiştir.

 

12) SIRAT KÖPRÜSÜ

Yolculuğun devam ettiği güzergâhta, zorunlu olarak herkesin geçmesi gereken bir köprü karşılarına çıkar. (Sırat kelimesi köprü manasına gelir. Türkçe’de artık yerleşmiş olan ‘Sırat Köprüsü’ ifadesi müsamaha ile karşılanabilir.)

İlk defa Hz. Muhammed (sav) köprüden geçerken, “Allah’ım! (Bana ve ümmetime) selamet ver. Allah’ım! (Bana ve ümmetime) selamet ver” diye dua eder. Kendisi selametle köprüyü geçtiği gibi, ümmeti de onun ardından köprüyü geçmeye çalışır. Ancak onlardan her biri kendi ameline göre nuru/lambası yanında olduğu halde (hızlı veya ağır şekilde) köprüden geçer. Bu arada müvahhidler (Allah’a şirk koşmayan müminler) arasında da cezayı hak edenler vardır. Onlardan Allah’ın af ettiği kimseler köprüyü geçip cennete giderken, affedilmeyen suçlular ise köprüden aşağıya cehenneme düşerler.

 

13) CENNETE İLK GİRENLER

Cennete girmeyi hak edenlerin hepsi cennet ehli olmakla beraber, aralarında âdil bir sıralama söz konusudur. Bu sıralamaya göre, ilk sırada Cennete girenler Muhacir ve Ensar’ın fakirleridir. Sonra genel olarak sıra ümmetin fakirlerine aittir. Zenginler ise genel olarak servetlerinin ve diğer insanlarla aralarındaki hak-hukukun hesabını vermek üzere cennete biraz daha geç giderler… Her şeyi en iyi bilen Allah’tır. 

Ebu Said bildiriyor. Resulullah (asm): “Cennetlikler cennete, cehennemlikler de cehenneme girdikten sonra ölüm gri renkli bir koç suretinde getirilip cennet ile cehennem arasında durdurulur. Cennettekilere: “Ey cennet ahalisi! Bunu tanıyor musunuz?” diye sorulur. Cennettekiler başlarını kaldırıp bakarlar ve: “Evet, bu ölümdür” karşılığını verirler. Sonra cehennemdekilere: “Ey cehennem ahalisi! Bunu tanıyor musunuz?” diye sorulur. Cehennemdekiler başlarını kaldırıp bakarlar ve: “Evet, bu ölümdür” karşılığını verirler. Sonrasında verilen emirle bu koç kesilir ve: “Ey cennet ahalisi! Artık ölüm yok, ebedîlik var! Ey cehennem ahalisi! Artık ölüm yok, ebedîlik var!” diye seslenilir.” (Bir rivayette şu cümle de vardır: “Bu durum cennetliklerin sevincine sevinç katarken, cehennemliklerin üzüntüsüne üzüntü katar.”)

Sonrasında Resulullah (asm): “Hâlâ gaflet içinde bulunanları ve hâlâ inanmayanları, işin bitmiş olacağı o hasret günü ile uyar.” [Meryem, 39] ayetini okudu ve eliyle işaret ederek: “Dünya ahalisi gaflet içindedir” buyurdu. (Buhari, Fethu’l-Bari 8/428 (4730); Müslim, sifatu’l-cenne 4/2188 (2849))