TR EN

Dil Seçin

Ara

Ahiret Bilinmezse Dünya Anlamsız Olur

Ahiret Bilinmezse Dünya Anlamsız Olur

İnsan bilmediğine düşmandır sözü farklı bir açıdan şöyle de söylenebilir: İnsan bilmediğinden korkar. Konu ölüm olunca bu söz tam yerini bulur.

Bilmediğimiz, endişe ettiğimiz, ihtiyacımız olan bir konuda bir bileni, konunun uzmanını ararız. Söz konusu hayat, ölüm ve ötesi olduğunda ise bu daha da önem kazanır; Hak bilgiye ulaşmak ve sonunda pişman olmamak için mutlaka doğru yerden bilgi almalıdır. Bilirsiniz ki, doğru yerde aranmayan bulunmaz.

Ölüm ve ötesi konusunda net ve kesin bilgiyi hiç şüphe yok ki, hak peygamberlerlerden, özellikle de ayrıntılı olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed’den öğretmekteyiz.

Çünkü peygamberler bu bilgileri, bütün Âlemlerin Rabbi ve Yaratanı olan Allah’tan almakta ve bize bildirmektedirler. Üstelik diğer peygamberlerden farklı olarak Allah Resulü Hz. Muhammed (asm), Miraç Mucizesi ile, hak dinlerin haber verdikleri ölüm ve ötesi, berzah âlemi, ahiret âlemlerine ait iman ettiğimiz tüm konulara, âlemlere ve mekânlara bizzat şahit olmuş, müşahade etmiş ve bizlere ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.

İnsan nasıl ölür, ruhunu nasıl teslim eder; vefatın ardından nereye gider, nelerle karşılaşır; ahiret âlemlerine ait menziller nasıldır, insan orada nelerle karşılaşacaktır; ba’sü ba’de’l-mevt (ölümden sonra tekrar yaratılma), mahşer yerinde toplanma, hesap, sırattan geçiş, Cennet, Cehennem, ve nihayet ‘ölüm’ün öldürülüşü… Tüm bu âlemlere ve yaşanacaklara dair kesin ve net ifadelerle haberler vermiştir. Üstelik Onun haberleri, sıradan insanlar gibi “olabilir, muhtemel, tahminimce…” türünden şüpheli ve belirsiz de değildir. 

Daha da önemlisi, bizzat Âlemlerin Rabbi Allah (cc), yüce kelâmı Kur’an’da, tek bir üstün nazarla, dünya ve ahiret âlemlerini, sebep ve sonuçlarını, bir harita üzerinde yol tarif eder gibi ortaya koyup açıklamıştır. Burada hangi yol, ötede nereye çıkar; burada hangi yolun yocusu, ötede hangi menzile varır; burada ne eken, orada ne biçer.. hepsi açıklanmıştır. Dileyen dilediği yoldan gider ve gitmektedir…

Başka tüm sözlerin silinip tükendiği hayat ve ölüm konusunda, doğru, hak ve sağlam bilgi kaynaklarımız Allah ve Resulünün verdiği bilgilerdir. Elbette yaratan bilir ve bilenin sözüne itibar edilir. Zaten insanların varsayım ve tahminden öte bir söz söyleyemeyeceği bu konular hakkında, başka kaynaklara da ihtiyaç yoktur. Doğru bilgi isteyen, doğru yere müracaat etmeli ki aldanmasın…

“…Allah'ın sözünden ve ayetlerinden sonra onlar daha hangi söze inanacaklar?” (Câsiye Suresi, 6)

“Her nefis ölümü tadıcıdır” (Âl-i İmrân Suresi, 185) ifadesi bile ölümün son olmadığını anlatır. ‘Varlık nimeti’nin bilinmesi, takdir edilebilmesi ‘yokluğun’ bilinmesine bağlıdır. Buradan giderken ölümü tadarak gidip, bir rahmet tecellisi olarak varlık nimetinin değerini de öğrenmiş oluyoruz. 

Bu fani dünya hayatında yokluğun ve mahrumiyetin her nevini yaşayıp ya da şahit olup öğrenen insan, ebedi hayatta tüm varlık nevilerini bilecek ve takdir edecek kemal noktasına varmış oluyor. Yani dünyada yaşanan şer gibi görünen her şey, öte dünyada tam anlamını bulacak ve bir şükür sebebi olacaktır. İşte bundan dolayı ahireti bilmeden bakılınca, dünyada yaşanan her şey anlamını yitirir, boşuna yaşanmış olarak görülür.

Ahirete iman, hayatın ve ölümün üzerlerindeki karanlık ve ümitsizlik perdesini yırtarak, insanın yoluna nur ve yolculuğuna moral kaynağı olur. Bilmeden konuşan insanların hayallerinden, sözlerinden, yazılarından.. örülen bu karanlık ve karamsarlık perdesi yırtılınca, ve Kur’an ve hadis-i şerifleri kaynak alan eserlerin nuruyla bakılınca, nuranî ahiret âlemlerinin parıltıları görülür.

“Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti (görünür yüzü) ise azaptır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeye iştiyakın yok mudur? Evet, vakit yaklaştı. Dünya kazuratından (kirlerinden) temizlenmek üzere bir gusül lâzımdır… Eğer İmam-ı Rabbani Ahmed-i Fârukî bugün Hindistan’da hayattadır diye ziyaretine bir davet vukû bulsa, bütün zahmetlere ve tehlikelere katlanarak ziyaretine gideceğim. Binaenaleyh, İncil’de “Ahmed,” Tevrat’ta “Ahyed,” Kur’ân’da “Muhammed” ismiyle müsemma İki Cihanın Güneşi, kabrin arka tarafında milyonlarca Fârukî Ahmedler ile muhat (çevrili) olarak sâkindir. Onların ziyaretlerine gitmek için niye acele etmiyoruz. Geri kalmak hatadır.” (Bediüzzaman, Mesnevî-i Nuriye, s.129)

Şairin ne güzel demiş:

“Yok olmak, dağılmak, çürümek değil, 

Doğumun, oluşun, eşidir ölüm.

Karanlık yollarda yürümek değil;

Yüz yirmi dört binin, peşidir ölüm.”

“Allah'a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol,

Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” 

Mehmet Akif’in ifade ettiği, selamete ulaştıracak bu yolu Selahaddin Şimşek ise şöyle tarif ediyor:

“Göklere giden yolu bulmak isteyenler, Allah’ın Elçisi’nin yerdeki ayak izlerini takip etsin…”

Teselli arayanların gönüllerinin ferahlaması, kalplerde ümitlerin yeşermesi ve canlı kalması duasıyla…