TR EN

Dil Seçin

Ara

İslâm’ın Simgeleri

İslâm’ın Simgeleri

Şeair adıyla Kur’ân’ın bize öğrettiği kavram, İslâm’ın nişanları, alâmetleri, simgeleridir. Buraya aldığımız âyetin öncesi ve sonrasında, Bakara Sûresinin 158 ve Mâide Sûresinin 2’nci âyetinde de Allah’ın şeairine atıfta bulunulmakta ve hac ile ilgili ibadetler, ibadet mahalleri, kurbanlıklar, haram aylar bu arada sayılmaktadır. Kur’ân bunları sayarken “Şeair bunlardır” deyip de bir sınırlama yapmamış, “Bunlar Allah’ın şeairindendir” buyurarak, bu kavramın genişliğine ve daha başka şeyleri de içine aldığına bir işarette bulunmuştur.

“Kim Allah’ın şeairine saygı gösterirse,

hiç şüphesiz ki bu kalplerin takvâsındandır.”

(Hacc Sûresi, 22:32)

 

Şeair adıyla Kur’ân’ın bize öğrettiği kavram, İslâm’ın nişanları, alâmetleri, simgeleridir. Buraya aldığımız âyetin öncesi ve sonrasında, Bakara Sûresinin 158 ve Mâide Sûresinin 2’nci âyetinde de Allah’ın şeairine atıfta bulunulmakta ve hac ile ilgili ibadetler, ibadet mahalleri, kurbanlıklar, haram aylar bu arada sayılmaktadır. Kur’ân bunları sayarken “Şeair bunlardır” deyip de bir sınırlama yapmamış, “Bunlar Allah’ın şeairindendir” buyurarak, bu kavramın genişliğine ve daha başka şeyleri de içine aldığına bir işarette bulunmuştur.

Özet olarak, İslâm’ı hatırlatan ve ilân eden şeylerin tümünü şeair kapsamında sayabiliriz ki, Cuma ve bayram namazları, Ramazan, oruç, mübarek gün ve geceler, kurban, ezan, tesettür, minare, zekât, aynca bir beldeye İslâm mührünü vuran mabedler ve türbeler gibi alâmet ve simgeler de bunlar arasındadır.

Büyük müfessir Bediüzzaman Hazretlerinin şeair kavramına getirdiği açılımlar son derece dikkat çekicidir. Ona göre, kâinat baştan başa İlâhî şeairle doludur. Gökkubbeyi tebessümleriyle baştan başa yaldızlayan rengârenk yıldızlar da sonsuz bir rububiyet saltanatının şeairidir ki, düşünenleri imana ve tevhide davet eder.1 Onun için, “Kâinat söndürülmezse, iman-ı İslâm da sönemez”2 der Bediüzzaman.

Kâinatta Allah’ın varlık ve birliğini, kudret ve saltanatını sayısız dillerle ilân eden varlıklar gibi, İslâm’ın ibadetleri, özellikle toplum halinde yaşanan ibadet ve uygulamaları ve zaman içinde İslâm medeniyetinin vücuda getirdiği kendine özgü değerler ve eserler de bütün âleme ilân eder ki, bu gezegen Yer ve Gökler Rabbinin ülkesinden bir menzildir; burada da Onun hükmü geçer, Onun sözü okunur, Onun sözü dinlenir, Onun zikri söylenir, Ona kulluk edilir.

İşte, o şeairden bir tanesi olan ezan, yine Bediüzzaman’ın tarifiyle, bir tevhid ilânıdır ki, bu da zaten insanın yaratılış amacıdır. Yer ve göklerde sergilenen rububiyet eserlerine bir karşılık olarak, insanlık âlemi de, ezanlarıyla sürekli olarak bu gezegen üzerinde tevhidi ilân eder, o rububiyete karşı kulluğunu bütün âleme bildirir.3 Böylece, gündüzler ve geceler dünyamız üzerinde birbirinin peşi sıra dolanırken, yerin her köşesinden de semaya ezan sesleri yükselir ve bu şirin gezegen her an binlerce diliyle tevhid sadalarını uzayın derinliklerine saçarak kâinat içindeki yolculuğuna devam eder.

Bir başka deyişle, Âlemlerin Rabbi, baharı çiçeklerle, gökleri yıldızlarla konuşturduğu gibi, bu gezegeni de İslâmî şeairle konuşturmaktadır. Şu farkla ki, İslâm şeairi, bu kâinatın aziz konuğu ve Yer ve Gökler Rabbinin muhatabı olan insan topluluklarına emanet edilmiş, onların dilleri ve elleriyle nutka getirilmiştir.

İşte, herhangi bir şekilde bir şeairin ilânına vesile olan bir mü’min, bu hareketiyle, böyle göz kamaştırıcı bir tablonun içindeki yerini almış olur. Onun ağzından çıkan söz, elinden çıkan iş, artık gelip geçici ve bireysel bir olay değil, bir muhteşem bütünün parçasıdır. O, bir muazzam binada yerli yerine konmuş bir süsleme, yahut kâinat çapındaki bir koronun içinde işitilen bir güzel sestir. Bir çiçek bir baharı, bir yıldız kâinatı gösterdiği gibi, tek bir şeairin ilânı da tüm İslâm hakikatlerini gösterir, bütün kâinatı kaplayan İlâhî rububiyeti ilân eder.

Hattâ, yine Bediüzzaman’ın ifadesiyle, zaman içinde, şeair İslâm’ın kendisiyle öylesine özdeşleşmiştir ki, sanki İslâm’ın nurları cisme bürünmüş, mabedler ve minareler gibi şeair halinde görünmüştür. Onlar yeryüzüne çakılmış çivilerdir ki, sadece duruşlarıyla bile âleme dini telkin etmekte, İslâm’ın ruhunu ders vermektedir.1

 

Kaynaklar:

1. Risale-i Nur Külliyatı (32. Söz), s. 275.

2. A.g.e. (Lemeat), s. 335.

3. A.g.e. (29. Mektup), s. 537-538.