TR EN

Dil Seçin

Ara

Parktaki Küçük Kız

Kocaman enerjileri ile küçücük çocukların nasıl evlere sığmadığına belki şahit olmuşsunuzdur. İşte tam böyle bir gündü. Biraz okumak istiyordum ama, kitabı bırakın, farz namazımı bile, bir kalp selameti ile kılamayacağımı anlayınca, mekan değişikliği yapmaya karar verdim...

Kocaman enerjileri ile küçücük çocukların nasıl evlere sığmadığına belki şahit olmuşsunuzdur. İşte tam böyle bir gündü. Biraz okumak istiyordum ama, kitabı bırakın, farz namazımı bile, bir kalp selameti ile kılamayacağımı anlayınca, mekan değişikliği yapmaya karar verdim.

Kitaplarımı da alıp, çocukları yakınımızdaki en büyük camiye götürdüm. İlk girildiği anda serinliği ve dinginliği ile bizi karşılayan cami ikizlerin çok sevdiği bir yerdi. Caminin sakin bir vakti idi. Ara sıra gelen gidenlerin son derece anlayışlı ve sevgi dolu ilgileri sayesinde rahatça namazımı kıldım. Bazıları başlarını okşadı, bazıları şakalar yaptı, bazıları onları uzun uzun konuşturdu. Bir gurbet yerinde, lisan-ı halleri ile de, İslam’ı en güzel şekliyle, güzel ahlakları ile gösteren insanların arasında olmak, içimi kelimelerle ifade edilmesi zor, çok güzel hislerle doldurmuştu. Talha erkekler kısmına geçip 2-3 kişilik bir cemaatin arkasında namaza durdu. Daha sonra geniş mekanda, bir taraftan bir tarafa koştular.

Artık buraya da sığamayacağımızı anlayınca, kimseyi de rahatsız etmemek için çıktık; ve bu sefer parka gittik. Şehre biraz uzak ve okul saati olduğu için, bu büyük parkta, sadece 1-2 çocuk vardı. Sağ taraftaki oturma yerleri ise tamamen boştu.

Çocuklar parkta oynarken ben de rahatça kitabımı okuyabilirdim. Parkın daha fazla kısmını görebileceğim bir yer seçmeye çalışırken, çocuklar hemen oyuna başladılar. Talha, tahterevalli için biraz acele edince, arkadaşı birden yükselen karşı tarafa binmekte oldukça zorlandı. En sonunda ikisi karşılıklı oturduklarında Talha’ya: “Ne kadar da şişmansın!” dedi. Bunu duyan Talha o kadar sevindi ki, yüzünde birden beliren kocaman gülümseme ile “Teşekkür ederim!” diye sevinçle bağırdı.

Kendime uygun bir yer bulup oturdum. O sırada sağ taraftaki yokuş tarafından genç bir hanım, iki elinde iki çocukla parka geldi. Çocuklar hep beraber oynamaya başlayınca, ben de kulağım onlarda, kitabımı okumaya başladım.

Hani bazen kendisini görmeseniz bile birinin size baktığını hissedersiniz ya, ben de bir süre sonra öyle hissettim. Kafamı kaldırdım. Mina ve Talha parkta idi. Sol tarafıma döndüğümde ise biraz önce gelen mavi gözlü kızın, birkaç metre ötede bana baktığını gördüm. Yaklaşık 3.5 yaşlarında olmalı idi. “Merhaba,” dedim. O da bana “Merhaba,” dedi.

Amerikalılar çocuklarını yabancılarla asla konuşmama konusunda çok iyi eğitim verirler. O yüzden, bu konuşmanın devam edebileceği aklıma gelmemişti. Ben kitabıma döndüm, ama kızcağız bana bakmaya devam edince, tekrar kafamı kaldırdım. Bir derdi vardı sanki, ve benimle konuşmak istiyordu.

Yüzüne baktım ve bekledim. “Çocuklarınızla tanıştım,” dedi. “Ne güzel,” dedim. “Hadi gidip birlikte oynayın.” Ben bir an önce kaldığım yerden okumamı sürdürmek istiyordum. O ise, sanki ruhumu okuyan gözlerini, gözlerimden ayırmıyordu.

“Benim annem çalışıyor,” dedi. “Burada değil.” İşaret parmağını kaldırıp, bana birlikte geldiği genç hanımı gösterdi. “Şu gri ceketli olan benim öğretmenim. Kardeşimle beraber beni o getirdi.” Ve yine tekrar etti: “Benim annem çalışıyor.”

“Ne iş yapıyor annen?” diye sordum. Biraz düşündü. Sonra iki parmağını çenesine koydu ve biraz daha düşündü. “Önemli işler yapıyor. Bilgisayarın önünde çalışıyor,” dedi. “Önemli işler yapmak çok güzel,” dedim. O sırada kardeşi gelip, bana elindeki iki oyuncağı tanıtmaya başladı. Küçük kız, kibarca, erkek kardeşinin oyuncaklarla ilgili yorumlarındaki “hataları” düzeltti.

Tam o sırada Mina bana seslendi. Salıncağa binmek istiyordu. Elimdekileri bırakıp, onu sallamaya gidince mavi gözlü kız da peşimden geldi ve o da yan taraftaki salıncağa bindi. Mina ile konuşmaya başladılar. Yine ona da: “Senin annen burada, benimki yok, çalışıyor.” diye anlatmaya başladı. “Evde sadece bir saat geçiriyor bizimle.”

“Düşün, sadece ama sadece 1 saat.”

Daha önce kızla konuşmamızdan bihaber, duysa bile anlayacak yaşta olmayan Mina, “Benim annem çalışmıyor, evde hep bizimle. Çünkü beni çooooook seviyor,” demez mi? Başımdan ne kadar kaynar su boşandı bilemiyorum. Bir yaraya tuz basmanın tam tarifi bu olsa gerek.

“MİNA! Bütün anneler çocuklarını çooooook severler.”

Küçük kız gözlerini yere dikti ve öylece durdu. Gelmekte olan ağlama krizi için ne yapmalıyım ile, kendim de ağlamak istiyorum arasında, birkaç saniye gidip geldim. Zamanın göreceliliği işte tam da bu olsa gerekti.

Sonunda sessizliğin ardından: “Evet… Aslında belki de bir saat o kadar da kısa bir zaman değil. Aslında bir saat belki çok olabilir.” dedi. Sonra ikisi hiçbir şey olmamış gibi, kaydıraklara doğru gülerek yarışa başladılar. Derin bir nefes alıp yeniden yerime gittim.

Benim okumam, onların oyunları bir süre daha devam etti. Sonra onlar gitmeye karar verince, Mina ve Talha yanıma geldiler ve arkadaşlarını uğurlayıp el salladılar. Yokuşu çıkana kadar mavi gözlü kız hep arkasına doğru baktı. Sanki içimi okuyan o derin bakışlarını, gözden kaybolana kadar üzerimizden bir an olsun ayırmadı.

Minik kız, 4-5 saat sonra da olsa, annesine kavuşacaktı. Eve dönerken, bütün dünyada savaşlar, musibetler ve felaketler ile annesiz kalan çocukları düşündüm. İçim sızladı… Camideki insanların çocuklara o tatlı merhameti gözümün önüne geldi. O merhameti onlara veren merhametlilerin en merhametlisine, ahireti ve cenneti yarattığı ve bize bildirdiği için şükrettim.