TR EN

Dil Seçin

Ara

Yüksek Mahkeme / Hayalin İçinden Öyküler

Yüksek Mahkeme / Hayalin İçinden Öyküler

Ömer, uzun süredir beklediği trenin—yetiştim—diye haykıran sesini işittiğinde vakit neredeyse gece yarısı olmuştu. Geçen hafta birkaç saniye ile kaçırdığı tren, bu kez daha erken gelmesine rağmen bir arıza yaşandığı için epeyce bekletmişti genç adamı. 

Havada mevsim normallerinin üzerinde bir soğuk vardı. İklim değişikliklerinin etkisi ile 20. yüzyılın bitimine kalan bu son birkaç yılda, kışların çok sert geçeceğine ve uzun süreceğine dair haberler, basında sık sık yer almaya başlamıştı. İstasyonun bekleme salonu da oldukça soğuktu.

İlk girdiği vagonda karşılıklı koltukların her ikisi de boş olan bir yer bulup oturdu. Çok yorgundu. Kimseyi rahatsız etmeden ayaklarını uzatabileceği için sevinmişti. Yaklaşık bir saat sürecek bir yolculuktu bu.

Kendisi ile baş başa kalmak istiyordu. Hesap sormalıydı kendisine. Bir insanı üzmek, istemeden de olsa bir kalbi kırmak az şey miydi? Üstelik kalbini kırdığı kişinin Allah’ın izni ile çok yakında dünya evine gireceği müstakbel eşi olması, durumu daha da vahim bir hale getiriyordu. Hep başkalarına söylediği bir sözü bu kez kendisine söylemeliydi: “İnsanın ne dediği kadar, karşısındakinin ne anladığı da önemlidir.”

Dışarısını daha rahat seyretmek için camdaki buğuları silmekte iken göz göze geldi gözleriyle. Gayri ihtiyari gülümsedi. Her ne kadar camın ötesindeki bir suçlu ise de, onun suçunu kabul etmesi yumuşatmıştı yüreğini. Gülümsemesi bundandı.

Fakat affetmek, kalp kırmak kadar kolay değildi. Üstelik kalp dediğin camdandı. Kıranın yoluna dökülmeliydi kırıklar ve ceza olarak o yolda yalın ayak yürümeliydi. Ta ki yarım elma ile de olsa gönül alana kadar. Bir gönül kırdın ise, o kıldığın namaz değil dememiş miydi Yunus asırlar öncesinden. İlim kendin bilmektir dememiş miydi? Ya hayır konuşmalıydı insan ya da susmalıydı. 

Ömer, “bilet lütfen“ diyen sesin sahibine yöneldiğinde hem düşüncelerinden sıyrılmış hem de vagonun epeyce kalabalık olduğunu fark etmişti. Çoğunluğu uyuyordu insanların. Baştan beri elinde tuttuğu bileti uzattı bu tok sesli çatık kaşlı adama ve gülümseyerek sordu:

“Son durağa daha çok var mı?”

Adam görüldüğüne dair işaretlediği bileti geri uzattı ve sesini yumuşatarak:

“İki istasyon kaldı” dedi, “sadece iki istasyon.”

Son durak ifadesi nedense ona hep ölümü hatırlatırdı. Ne zaman nerede olduğu bilinmeyen bir duraktı bu. Bir an, öleceği zaman ve yer de dahil, kalan hayatında yaşayacağı her şeyi bildiğini farz etti. Başına her an ne geleceğini bilerek yaşama fikri ürkütücü geldi ona. Hayatı yaşanabilir kılan bu belirsizlikti belki de. 

Tren sondan bir önceki durakta durdu. Sağ çaprazındaki koltuklarda sırtı ona dönük olarak oturan iki adamdan soldaki ayağa kalktı. Yanındaki adamla vedalaştı. Ömer onları ilk kez fark etmişti. Trenden inmeye hazırlanan adam Ömer’e yöneldi. Göz göze geldiler. Bu kısa boylu, temiz yüzlü, saçları yıllara yenik düşmüş adam birkaç saniye hiçbir şey söylemeden ve hareket etmeden durdu. Genç adam gecenin, karanlığın, soğuğun ve yorgunluğun körüklediği bir tedirginlikle sordu:

“Beni birisine mi benzettiniz?”

Adam bu soruya bir cevap vermek yerine, beklenmedik bir şey söyledi: 

“Allah Sizden razı olsun.”

Ve arkasını dönüp trenden inmek üzere uzaklaştı.

Ömer, duyduğu bu cümleye çok şaşırmıştı. Bir an yanlış duymuş olma ihtimalini düşündü. Biraz sonra trenden inen adamın yanında oturan diğer adam:

“Yanımda kimse kalmadı ben de sizinle oturabilir miyim?” diyerek Ömer’in karşısına oturdu.

“Tabi ki buyurun. Trenden inen beyefendi yanlış duymadıysam inerken bana ‘Allah razı olsun’ dedi.”

“Yanlış duymadınız, öyle söyledi.”

“Allah ondan da razı olsun fakat ben kendisini hatırlayamadım. Size anlattı mı? Beni tanıyor muymuş, kendisine bir iyiliğim mi dokunmuş?” 

“Şaşırmakta çok haklısınız. Ben de bir açıklama yapmak istediğim için sizinle konuşmak istedim. Biz arkadaşımla bu koltuklara oturduğumuzda karşımızdaki koltuklar boştu. Sizin de bildiğiniz gibi birine iki kişinin oturabileceği karşılıklı iki koltuktan oluşuyor. Bir ara ikimiz de dalmıştık. Biletçi biletleri görmek istediğinde bizimle birlikte iki yolcunun daha olduğunu gördük. Bunlardan biri nur yüzlü ak pak bir ihtiyardı. Yeşil gözleri ve keskin bakışları ile dikkat cezbeden, yüzünden gülümsemesi eksik olmayan bu tatlı dilli ihtiyar, hal hatır sorduktan sonra bir sohbete başladı. Konu daha çok, güzel huylu olmak, kalp kırmamak ve güzel şeyler düşünmek üzerine idi. Ayrıca kalp kırıp da pişman olan ve bunu telafi eden insanların bu hareketi sonucunda kendi kalpleri de huzura erer diyordu. Ve insanın güzel şeyler düşünmesi yüzünü nurlu kalbini huzurlu yapar diyordu. Tam bu esnada sizi işaret ederek:

“Bakın” dedi “Güzel şeyler düşünen bir insan. Kalbin camdan olduğunu biliyor ve istemeden de olsa kırdığı bir kalp için pişmanlık duyuyor. Kurmuş yüksek mahkemelerden biri olan vicdan mahkemesini ve kesmiş cezayı: Hatasını telafi edene kadar cam kırıklarının üstünde yalın ayak yürümek. 

Bunları nasıl bildiğine çok şaşırdık elbette. Biz sormadan o şöyle açıkladı:

“Bu duygular insanın yüzünü ve kalbini başka bir renge boyar. İçinde Allah sevgisi olan kalpler böyledir. Pişman olmakta gecikmezler. Ona dua edin. Bu dua ona ulaşacak ve ondan size fazlasıyla yansıyacaktır.”

Biz merakla size doğru döndük. Siz pencereden dışarıyı seyrediyordunuz. Bizi fark etmediniz. Az önce inen arkadaşım yaşlı adamın anlattıklarından çok etkilendi. Bu arkadaşım, hem tez canlı, hem saf kalpli bir insandır. Dua edip, dua almak amacı ile böyle aceleci davrandı sanırım.

Ömer, ne o yaşlı adamı, ne trenden inen adamı, ne de şu anda konuştuğu adamı yolculuk boyunca hiç görmemiş, orada oturduklarını dahi fark etmemişti. Zaten karışık olan kafası daha da karışmıştı. Yaşlı adamı düşündü. Kendisi hakkında söyledikleri onu çok şaşırtmıştı. En çok da kalbin camdan olmasına ve kalp kıranın o kırık camlar üzerinde yürümesine dair söylediklerine şaşırmıştı. 

-Bahsettiğiniz yaşlı adam ne zaman indi?

-Bundan önceki durakta.

-Duası alınacak bir insan olup olmadığımı bilmiyorum fakat duaya ihtiyacım olduğu çok doğru.

-Bazı insanların gönül gözü ile de görebildiğine inanıyorum ben. Yanımızdaki yaşlı adam sanırım bir şekilde sizin düşüncelerinize ve hissettiklerinize şahit oldu. Bir manada belki yüzünüze bakıp kalbinizi gördü. Ben eminim ki siz onu görse idiniz kendisine bizden daha farklı bir muhabbet duyacaktınız. Arkadaşım size bu yüzden “Allah razı olsun” dedi. Siz de az önce “Allah ondan da razı olsun” dediniz. Yaşlı adam sayesinde ikinizde birbiriniz için dua etmiş oldunuz.  

Tren son durağa varmıştı… Adamla yolları ayrı yönlerde idi. Vedalaştılar:

-Allah razı olsun dedi adam. Allah yardımcınız olsun.

-Sizden de, dedi Ömer. Sizden de Allah razı olsun.

Ömer, evine doğru yol alırken bir yandan trendeki yaşlı adamın söylediklerini düşünüyor, bir yandan da, hatasını telafi etmenin planlarını yapıyordu. Yoğun bir kar yağışı başlamıştı. Her ne kadar ayağında kışlık botları da olsa, o yalın ayak olduğunun ve ayağına batıp yüreğini sızlatan cam kırıklarının farkındaydı.