TR EN

Dil Seçin

Ara

Demir Kuş / Hayalin İçinden Öyküler

Demir Kuş / Hayalin İçinden Öyküler

“Eskici geldi Eskiciiiiiyy. Eskiler alırım. Eskiciiiiiiiyy…”

 

Her gün mutlaka biri ya da bir kaçı geçerdi sokağımızdan. Allı güllü macun, halka tatlı, simit ve pamuk helva satıcılarına biz çocuklar üşüşürdük, bohçacı kadınlara ve eskicilere ise annelerimiz.

O gün ilk gelen, eskici olmuştu.

“Eskici geldi Eskiciiiiiyy. Eskiler alırım. Eskiciiiiiiiyy…”

Adamın mikrofonu da, ses telleri de arızalıydı. Fakat bu haliyle bile beni pencereye, annemi ve komşu teyzeleri de sokağa çekmeye yetmişti. Biri iflah olmamış radyosunu, diğeri çeyizinden kalan ütüsünü, çaydanlığını, bir başkası ise kocasının eski ceketiyle, akrebi ve yelkovanı olmayan duvar saatini getirmişti. Bu eski mahallenin sıvası dökük yaşlı evlerinde, yoksulluk içinde yaşayan, fakat buna rağmen yüzlerinde hep yeni gülümsemeler gördüğüm bu kadınlar, ev ekonomisinde uzman kadınlardı.

Arabasına o kadar leğeni, mandalı ve kovayı nasıl sığdırdığını düşünürken, annemin eskiciye verdiği eşyaların içinde demir kuşun da olduğunu fark ettim. Fark etmemle birlikte, buna engel olmak için tek katlı evimizin penceresinden atlamam bir oldu.

Annem için bir leğene değişilebilecek, paslanmış eski bir süs eşyası, benim için ise geceleri canlanıp uçmaya başlayan, kanatları ışıldayan bir kuştu. Fakat annemin bundan haberi yoktu.

Benim elime alıp oynayamayacağım kadar ağırdı ve ardiyemizdeki uzun ve geniş tahta dolabın üzerinde, erişemeyeceğim kadar yüksekte duruyordu. Onu görebilmek için ardiyenin kapısını aralamam yeterliydi.

Aslında altın renkli tüyleri olan ve çok güzel sesli bir kuş iken, kötülüklerine engel olmaya çalıştığı bir büyücü onu demirden bir kuşa çevirmişti. Sadece karanlık olunca eski haline dönebiliyordu. Hepimiz uyuduktan sonra özgürce uçabiliyor, güneşin doğuşuna yakın tekrar ardiyedeki yerini alıyordu. Bunu bir tek ben biliyordum. Ben de, babamın bana ilkokul birinci sınıf karne hediyesi olarak aldığı “her güne bir masal“ kitabında okuduğum Altın Kuş masalından sonra anlamıştım, o kuşun bizim evdeki demir kuş olduğunu. O masal çok uzaklardaki bir ülkede bir kralın sarayında geçiyordu fakat bütün bunlar o kuşun bizim demir kuş olmasına engel değildi. Bir seferinde en yakın arkadaşım Cihan’a söyleyecek oldum fakat tam o anda üzerinde bulunduğumuz ağaçta oturmakta olduğumuz dal çatırdayınca, bu sırrı saklamam gerektiğini anladım. Söylemiş olsaydım, demir kuş belki bir daha uçamayacaktı. 

Cihan’la gökyüzünden geçen uçakları saymak da dahil—biz onlara da demir kuş derdik ve ikimiz de büyüyünce pilot olmaya karar vermiştik—gün boyu oynadığımız oyunlara doyamaz, akşam ezanında evde olma kuralını çoğu zaman ihlal ederdik. Gazoz kapaklarımız, misketlerimiz, topaçlarımız, yakar top ya da futbol oynadığımız toplar, hep bizim ardiyede dururdu. Demir kuşun onları da koruyor olmasının rahatlığını yaşardım.

Bir kaç gün önce Cihan’ın o yıl orta okula başlayan abisi ikimizden, küçük bir kavanoz bulmamızı ve yakaladığımız kara sineklerin kanatlarını koparıp bu kavanoza koymamızı istedi. Kavanoz dolunca ona götürecektik. O da bize, yan yana koyunca ismimizi yazabileceğimiz harfli gazoz kapaklarından verecekti. Henüz sadece birkaç sinek yakalamışken bunu duyan annemin, bir canlıya işkence yapmanın çok yanlış olduğunu, can yakanın mutlaka eni sonu canının yanacağını ve aynı şeyin bize yapılmasını istemiyorsak onlara da bizim böyle yapmamamız gerektiğini söylemesi kafamızı karıştırmıştı. Evet annem haklıydı. Sineklere de olsa bunu yapmamız doğru değildi. Fakat böyle bir şeyi bize kim yapabilirdi ki?! 

Aklıma kitabımdaki başka bir masalda geçen devler geldi. Sadece aklıma gelmekle kalmadılar birkaç kez rüyama da girdiler. 

Rüyalarımda Cihan’la çıktığımız bir ağaçtan yere değil de göğe düşmeye başlıyorduk. Dünya tersine dönmüş, gök çekimi başlamıştı. Ağacın kökleri yukarıdaydı. Hızla düşüyorduk. Bulutların her biri bir deve dönüşüyordu. Tam onlara yakalanacağımız sırada altın renkli tüylerine kavuşmuş hali ile demir kuş geliyor, vücudu büyüyor büyüyor ve o devler kadar oluyordu. Bizi üzerine alıyor, macera dolu bir yolculuktan sonra da evimize geri dönüyorduk.

Gözlerimi açtığımda annemi başucumda ağlamaklı bir halde buldum. Fakat evde değildik. Burası bir hastane odasıydı. Pencereden atladığımda sendeleyip yere sert bir şekilde düşmüş ve kafamı çarpmışım. Üstelik her iki kolumda da hafif kırıklar vardı ve alçıya alınmıştı. Canım epey yanıyordu. Uğruna az daha kanatlarımdan oluyordum fakat demir kuşu yine de kurtaramamıştım. Baygınlığım dört gün sürmüş ve onlarca kez “Kuşumu eskiciye verme anne” diye mırıldanmışım.

Dört gün başucumda uyanmamı bekleyen annem gözlerimi açtığımı görünce bir sürü şükür ifade eden sözden sonra suçluluk duyan bir sesle ve hıçkırarak hayıflandı:

“Ah benim güzel oğlum. O demirden kuşu bu kadar sevdiğini daha önce  niye  söylemedin?”

Eskici uzun süre gelmedi. Geldiğinde ise artık çok geçti. Demir kuşun bizi devlerden kurtardığı rüyayı uzun yıllar defalarca gördüm. Ta ki dev bir demir kuşun pilotu olana kadar.