TR EN

Dil Seçin

Ara

Kuyruklu Yalan / Hayalin İçinden Öyküler

Kuyruklu Yalan / Hayalin İçinden Öyküler

Metin öyle heyecanlı anlatıyordu ki, zaten doğuştan pörtlek olan gözleri daha korkunç bir hal alıyordu. Duyduklarıma önce inanmadım. Arabaya dönüşen kabaklar, yürüyen korkuluklar ya da sihirli lambalar gibi, bunlar da ancak masallarda olabilirdi. Bu akşam evimize misafir olan komşumuzun, benden üç yaş büyük çocuğu Metin, önceki gün kasabada kurulan lunaparkın her köşesini ballandıra ballandıra anlatıyor, özellikle sihirli aynaların olduğu bölümden hararetle bahsediyordu. Öyle bilindik sihirlerden, insanı çok ince ve uzun, ya da kısa ve şişman gösterenlerden değildiler. Kendisine bakanı değil başkasını gösteriyordu bunlar. Türlü türlü sihirleri vardı aynaların. Hepsini anlattı Metin. Bir masal dinler gibi dinledim, inanmadım. Fakat son anlattığı, aklımı başımdan almış, kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Çünkü bu aynalar ölmüş olan anne ya da babanızla da görüştürüyordu sizi. Bir kapı şeklindeydiler ve bu kapı diğer tarafa açılıyordu. Orada geçen bir güne rağmen burada henüz beş dakika bile geçmemiş oluyordu. Metin bu son ayna ile beni en hassas yerimden vurmayı başarmıştı.

Bir an, böyle bir aynanın olma ihtimaline sevindim; geçen yıl amansız bir hastalığa yakalanarak vefat eden annemi tekrar görmeyi, yumuşacık sesinden birkaç tatlı söz duyabilmeyi, onu dünyalar kadar sevdiğimi ve tekrar görüşebilmek için her gün dua ettiğimi söylemeyi hayal ederek çok sevindim.

Birbirine oldukça uzak tepelerde, fındık bahçelerinin içinde yapılmış evlerden oluşan küçük bir köydü burası. Gidilen yerde fazla kalınmazdı, kısa sürerdi akşam oturmaları. Zaten misafirliğin esas sebebi de bu yıl çok ürün beklendiği için doğu bölgelerimizden daha fazla amele getirmek gerektiği meselesiydi. Onlar gider gitmez çok yorgun olduğunu söyleyerek başka bir şey demeden odasına çekildi babam. Gerçekten de, beklediği işçi gelemediği için fındık tarlasının tımarını tek başına yapmıştı. Biz evde sadece üç kişiydik. Babam da bir evin bir çocuğuydu benim gibi. Dedemi ahirete yolcu ettikleri sene, ben gelmişim dünyaya.

Boylu boslu bir adamdı benim babam. Sert mizaçlıydı fakat iyi adamdı. Mertti, dürüsttü. Annemi de çok severdi. Ona sesini bile yükselttiğini hatırlamam. Babaannemin deyişiyle çok büyük engeller aşmış babam, film gibi bir sevdaymış onlarınki. Oysa 9 yıl çocukları olmamış. Boşamasını söyleyenlere de, kuma getirmesini isteyenlere de karşı durmuş. Benden sonra da olmadı çocukları. Annemin vefatından sonra da bütün ısrarlara ve bulunan adaylara rağmen evlenmemişti babam. Meğer hep beni bahane eder, üvey anne elinde büyümemi istemediğini söylermiş. Zaten babaannem benim her şeyimle ilgilenmekle kalmaz evin diğer işlerinin de üstesinden gelirdi. Geçen bunca zaman, onun kadar çalışkan bir insan daha görmedim. Sadece namaz için ara verirdi işlerine. Onun için ibadet etmek aynı zamanda dinlenmekti. Genellikle tespihi elindeydi. Dilinde hep mırıldanmalar duyardım. Yemek yaparken bile zikir çekermiş meğer, sonraları anladım.

Aynayı babama bir an önce anlatmak istiyordum. Gerçek olmasını çok istiyordum. Fakat o—yorgunum—deyince bunu söyleyemedim. Gece bitmek, kaçan uykular gelmek bilmedi. Yatağımda bir o yana bir bu yana dönüp durdum. Sabah bir olsa diyordum içimden, babamdan uyanır uyanmaz lunaparka götürmesini isteyecektim. Beni çok sever üzülmeme dayanamazdı. Çünkü nadiren bir şey isterdim ben. Zaten annemi kaybettikten sonra uzun zaman konuşmamıştım. Hatta hiç konuşmayacağımdan epey korkmuşlardı.

Bir ara uykuya dalmış ve kendimi lunaparkı gezerken bulmuştum:

Kapılarında nöbetçiler olan, kasvetli, ürkütücü, şato görünümlü çadırların önünden geçtim. Nöbetçiler upuzun, çadırların kapısından giremeyecek kadar uzundular. Kıyafetleri, kanatlarını açmış tavus kuşlarını hatırlatan bir renk cümbüşü ile lunaparkın ışıkları altında ışıl ışıl parlıyordu.

Aynaların olduğu bölüme geldiğimde çok heyecanlandım. Üzerinde ismimin yazılı olduğu, kapı şeklinde bir aynanın karşısında buldum kendimi. O anda bir televizyon ekranı gibi görüntüler belirdi aynada. Annem karşımdaydı işte. Sağlıklı günlerindeki hali ile ve tüm güzelliği ile karşımdaydı. Her zaman seslendiği gibi seslendi bana:

“Nasılsın benim aslan oğlum, ay yüzlü Yusuf’um, iyi misin?”

Bu soru kulaklarımda birçok defa yankılandı. O anda uyandım. Bir daha da uyuyamadım. Uzun bir süre başucunda bekledim babamın. Kalktığında büyük bir heyecanla aynalardan ve lunaparktan bahsettim. Beni oraya götürmesini çok istediğimi söyledim. Babamın yüzü garip bir hal aldı. Hem şaşırdı, hem üzüldü, hem sinirlendi. Fakat kızgınlığını bana belli etmemeye çalıştı. Gözlerini gözlerimin hizasına getirmek için eğilerek konuştu benimle. Lunaparkın kasabaya bu yıl henüz gelmediğini, bunları Metin’in uydurduğunu, zaten babasının da dün gece onun akla hayale gelmedik yalanları nedeniyle çevrelerinde bazı sorunlar yaşadıklarından bahsettiğini söyledi.

En son olarak yine bu köyden bir çocuğu, yağmurlu bir günde uçurumdan düşerek öleceğine inandırmış. Güya bunu rüyasında görmüş. Gerçekten de, uzaktaki fındık bahçelerine giderken, özellikle yağmurlu günlerde çok tehlikeli bir hal alan, yolu çok dar ve derinliği korkutucu bir yamaçtan geçiyorlarmış. O gün çok yağmur yağınca, tarlaya götürmemeleri için kendisini odaya kilitlemiş. Sebebi sorulduğunda Metin’in rüyasından bahsetmiş…

“Kuyruklu yalanlarıyla seni de kandırmış işte. Artık büyüdün, bu sene ikinci sınıfa gideceksin, bebek değilsin, inanma böyle şeylere” diye de ekledi kapıdan çıkarken.

Ben bu yalana inanmış olmaktan çok, bunun bir yalan olmasına üzüldüm. Doğru olmasını çok istediğim bir yalandı bu. Kendimi tutamadım, ağladım bir süre. Babaannem sildi gözyaşlarımı, okşadı saçlarımı.

“Ağlama be evladım” dedi. “Dökme gözyaşını bu kadar. Varsın yalan olsun o aynalar. Geçen hafta rüyamda gördüm dediydin ya. Yine girer rüyana görürsün sen anacığını. O Metin denilen oğlandan da uzak dur emi.”

Babaannem sonunda uzun bir “ah” çektiği derin bir nefes aldı. Gözlerine ve sesine çöken bir hüzünle mırıldandı: “Aslında o da küçük daha. Fakat o mendebur babası, olur olmaz yere hep dövermiş çocuğu. Akşam biraz bahsetti anası. Adam başkasına sinirlense hıncını çocuğundan ve karısından alıyormuş.  Çocuğa böyle tesir etti demek ki.”

O gece rüyamda babamla lunaparka gitmiştik. Babam dışarıda bekledi. Ben o aynalı kapıdan içeri girdim. Sımsıkı sarıldım anneme. İçeride çok daha büyük ve şatafatlı başka bir lunapark vardı. Atlıkarıncaya bile bindik beraber. Gün boyunca gezdik eğlendik. Hava kararmak üzereyken döndüm. Anlattıklarıma çok şaşırdı babam. Bu tarafta henüz beş dakika bile geçmediğini söyledi.

Bu rüyanın benzerlerini defalarca gördüm. Metin’in söylediği kuyruklu yalanlar bende işe yaramıştı. Fakat onun için durum daha kötü olmuş, babasından gördüğü zulüm daha da artmıştı. Oysa okulda çok başarılıymış Metin. Okumaya çok meraklıymış. Yolda bulduğu gazete parçalarını bile okurmuş. Onun vücudundaki izleri fark eden öğretmeni, “Hem çok zeki hem kuvvetli bir hayal gücü var. Yazık etmeyin bu çocuğa. Böyle devam ederse konuyu başka yerlere taşımam gerekebilir” diye uyarmış babasını fakat kâr etmemiş…

O yıl fındık toplama işi bitince, annesinin Metin’i de yanına alarak evi terk ettiğini duyduk. Gittikleri yer bilinmiyordu. Zamanında bu adamla kaçarak evlendiği için, onu affetmeyen ailesi de bilmiyordu nerde olduklarını. Bütün aramalara rağmen izlerine rastlanmadı. Sanki yer yarılmış da içine girmişlerdi.  Okulda bile, halen yaşıyor olup olmadıkları konuşulur olmuştu. Bu olanlardan ben de çok etkilenmiştim. Bunu fark eden babaannem bir ara içime bir su serpti; fındık amelelerinin geldiği o uzak memlekete yine onların yardımı ile gitmiş olabileceklerini söyledi bana. Bunu sakın kimseye deme diye sıkı sıkı tembihledi.