Mecnûn olmak bir “makam”dır; dişlerin sıkılma hâlidir!
♦
Sus!..
Kenetlenmiş çenenden, “kendini” sızdırırsan dışına; kıvam bozulur… Çünkü “mecnûn” olanın yolu, en dar tünellerden geçer!
♦
Yollardan, Leyla’ya doğru, her daim yürüyenler vardı…
Kimdi onlar? Bilen yok!.. Hani ayak izleri? Silinmiş, gören yok!..
Peki hatıraları? Unutulmuş, anlatan yok!..
Ya Mecnûn?..
♦
Mecnûn; susmanın adıdır ve yürümenin adıdır ve dönüp ardına bakmamanın fakat aramanın ve bulmanın veya sadece dişlerini sıkmanın adıdır…
Mecnûn olmak hem rütbe takmaktır omzuna, hem de omzuna yüklenmiş olan rütbeyi haysiyetle ve hassasiyetle taşıyabilmektir!
♦
Leyla’nın bin yolcusu;
…Ama yolların bir Mecnûn’u vardı!
Sen kimsin? Hangisisin?..
♦
Derler ki; Mecnûn olmak, otuz iki tane dişin birer birer çekilmesidir çene kemiğinden… Ve gıkını çıkarmamaktır!
Bunu diyenler yalan söylüyor, çünkü ben Mecnûn’u gördüm; aynanın başındaydı ve havuzun başındaydı ve hatta durgun göllerin başındaydı… Biliyorum! Mecnûn olmak; otuz iki tane dişin birer birer çekilmesi değil, tane tane çakılmasıdır çene kemiğine… Ve gıkını çıkarmamaktır!
♦
Yani Mecnûn olmak, çenenin kuvvetle sıkılma hâlidir, dişlerin kemiğe çakılma hâlidir…
Mecnûn olmak bir makamdır. Susmak, yürümek, ardına bakmamak, aramak, nihayetinde bulmak… Ve şu soruyu sormak demektir:
Leyla’nın bin yolcusu, fakat yolların bir Mecnûn’u vardı!
Sen, hangisisin?..