O’nu tanıdığım günü hiç unutmadım... Yirmi yaşının baharındaydım. Hani insanın içinde sevdaların çağladığı, başında kavak yellerinin estiği dönemler... Öyle bir dönemden geçerken, hepimiz kalbimizin huzur bulacağı, ruhlarımıza nefes aldıracak mekânlar arar ve onlara sığınırız ya hep... Ortacamii şerifi bu mekânlardan biriydi benim için. Orası namaz vakitleri haricinde bile sığındığım bir limandı. Nedense beni cezbeden büyüsünü hiç yitirmezdi. Minaresinin bitişiğindeki o küçük odada, mini minnacık üst katın aydınlık pencerelerinden, rüzgâr yüzünüzü okşarken, tarihî dükkanların çatılarını, sokak aralarını, satıcıları, insanları seyretmek ne hoştu...
İçine girdiğimde acılarımın, kederlerimin on beş basamaklı merdiveninin eşiğinde kaldığını hissettiğim bu küçücük mekân, kalbime kâinat kadar geniş görünürdü. Bugün de bir şey değişmiş değil... Elinizi uzatsanız alt kattaki cemaatin başına değebilir parmaklarınız. Öylesine sevimli bir iç içelik...
Kendimi burada hiç yalnız hissetmedim. Şadırvanındaki kitabesinden 300 yıllık tarihi okunuyor. Kimbilir bunca zamandır kimler gelip geçti bu kubbeciğin altından... O insanların ruhları hâlâ burada geziniyor, duaları işitiliyor gibidir. Hani Bursa’daki Yeşil Camii için Ahmet Hamdi Tanpınar “Duyduk musiki gibi zamandan, çinilere sinmiş Kur’an sesini” demiştir ya, bu gerçek yaşanıyor bu mekânlarda.
1974 yılının sonbahar akşamlarından birinde, bir yatsı namazı vakti yine oradaydım. Sadece iki kişiyiz. Caminin müezzini sevgili İbrahim Çolak Hoca namazı kıldırdı. Namazdan sonra İbrahim Hoca güler bir yüzle tokalaşıp, tebrikleşti. Samimi ve heyecanlı bir ses tonuyla; bu akşam İstanbul’dan Merkez vaizlerinden Osman Demirci Hoca’nın misafir olduğunu ve bir sohbette bulunacağını söyledi. Müsaitseniz siz de gelebilirsiniz diye gayet nazik bir davette bulundu. Doğrusu beni bekleyen arkadaşlarımı ve bilardo randevusunu bile unutmuşum, belki de unutturuldu diyelim. Son dakikada onlardan birini de davete katarak sayıyı üçledik. Sohbet rahmetli Musa Alemdaroğlu amcanın evindeydi. Ev de ev değil müze sanki. Duvarlar yazılar, resimler, hatlarla dolu. Küçücük bir yer. Tıklım tıklım da dolu üstelik . Zor da olsa oturacak bir yer bulabildik. Tanıdığım birçok simayı, baba dostlarını, okuldan arkadaşlarımı görünce bir güven duygusu doğdu içime. Bizi aralarında görmekten duyulan sevinç herkesin yüzünden okunuyordu... Herhalde şu karşımda oturan, gözlerin üzerine odaklandığı sakallı ihtiyar Osman Hoca olmalıydı. Erzurum şivesi ve tok, dalgalı bir ses tonu ile konuşuyordu. Nükteli, hikmetli ve hatıralarla dolu bir sohbetti. Arada sorular da soruluyordu. Sanırım usulden birkaç tane ben de sormuştum...
Sohbet boyunca edindiğim izlenim ve sonrasında hafızamda yer eden şuydu: Sakallı bir hocanın entellektüel açıdan böylesi yüksek bir düzeyde olması, bilgisinin ve kültürünün derinliğiyle birlikte dinleyenlerin kalplerini manevî âlemlere açabilmesiyle O, gerçekten “özel” bir insandı. Doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Gündemdeki sosyal konulara, eğitimden kültüre kadar geniş bir yelpazede nükteli ve derin düşünceler ortaya koyup, dinleyenlere gayet mantıklı çözümler sunuyordu. Etkili bir metoddu bu.
Osman Demirci Hoca, o gece bir sözü ile benim kalbimi fethetmişti. Bu söz, bugün bile birçok insana yol gösterecek bir değer taşımaktadır. Ben “şu toplumdaki insanlarla birbirimizi dışlamadan nasıl bir arada yaşayacağız, insanlara karşı nasıl bir dil kullanacağız, nasıl bir diyalog kuracağız” diye düşünür, o dönemin saldırgan, dışlayıcı ve sert üsluplarının salgın bir halde etrafı kuşattığı sırada şaşkınlık yaşarken, bu sorularıma cevap olabilecek bir incelik taşıyan sözü şuydu:
“Dış görünüşü itibariyle sizin dünyanızdan uzaklarda zannettiğiniz bir insan, bir işe başlarken ya da bir araca binerken “bismillah” diyor, işte o kişi o noktada bizimle beraberdir.”
Benim gençlik yıllarımın duygularına bu insaniyeti ve asgarî müşterekleri öne çıkaran şefkatli ses daha sonraki risale derslerine de bir adım teşkil etmişti.
Belki benim gibi kalbi ve ruhu arayış içindeki nice insanın dikkatini çeken bu mübarek insana 30 yıl boyunca hep sevgi duydum. Saygıda kusur etmedim. Hayır dualarından da hiçbir zaman uzak kalmadım çok şükür.
Onu, vefatından birkaç gün evvel hasta olduğunu bilmeden bir sevk-i ilâhî ile aramıştım. Sesi bir tuhaf geliyordu, bunu ona söylediğimde biraz rahatsızım, üşütmüşüm dedi. Dua istedim. “Ben sana ve Zafer’e, Zafer’deki arkadaşlara daima dualar ediyorum.” dedi. Çok duygulandım, nedense ağlıyordum. Meğer son konuşmamız olacakmış. “Hocam bir yazı vardı, sizin derslerde, sohbetlerde anlattığınız Hz.Peygamber’e ait bir hatıra. Onu bu sayıya koyacaktık, izninizi istiyorum.” demiştim. Allah razı olsun, dua ile izin verdi. Bu yazıyı, Osman Demirci Hoca’nın izniyle, duasıyla bu sayımızdaki ‘Mutluluk Çağından’ köşemizde yayınlıyoruz.
Otuz yıl boyunca beraber olduk. Yıllarca dersini, sohbetini dinledik, hepimizin üzerindeki emeği çok büyük. İrşadıyla gönülleri fetheden bu kahraman insanı ben de gönülden dualarla uğurluyorum. Sohbet ve cemâlinin, hâl ve ahvalinin bize de numune olmasını diliyorum. Değerli evlat ve torunlarına, muhterem eşine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum. Allah nice genç Osman Demirci’leri aramıza dahil eylesin inşallah...