TR EN

Dil Seçin

Ara

Yaratıcı ile İlkel ve Olgun İlişki Biçimleri / Psikiyatri

Her çağın kendine özgü marazî hayat telakkileri aynı zamanda o telakkiye uygun düşen kendi marazî ilişkilerini de üretir. Çünkü hayat, ilişkilerden müteşekkildir. Marazî bir çağ olarak zamanımız narsistik arzu çağı ise, üretilen ilişkilerde narsistik ve arzuya dayalı bir içerik geliştirmiştir.

Narsistik arzuya dayalı ilişki biçimleri insanın kendisiyle, doğa ile, başka insanlarla ilişkilerini biçimlendirdiği gibi Yaratıcı ile ilişkilerinde de kendini gösterir. Hatta denilebilir ki tüm bu ilişki halleri birbiriyle irtibatlıdır. Kişi kendi ile narsistik ve arzuya dayalı bir ilişki kuruyorsa, Yaratıcı ile de aynı ilişki biçimini deneyecektir. Bunun tersi de doğrudur.

İnsan kâinattaki en önemsenen varlıktır. Ancak insan, kâinat içindeki bu önemini ve önemsenmişliğini Yaratıcı’nın ona yüklediği varoluşsal işlevden alır. İnsan Mutlak Varlık’ın tanığı olması için yaratılmıştır. İnsan sonsuzun tanığıdır (müşahid). Hem kâinatta hem de kişinin bizzat kendi varoluşunda tecelli eden sonsuz isimlerin, fiillerin sıfat ve şuunatın tanığıdır. İnsan her an yaptığı tanıklık ile Yaratıcı’nın mükemmelliğini, güzelliğini onaylar, hayret eder, Yaratıcı’ya takdim eder, Ona teşekkür eder. Mutlak Varlığa kendisini bir tanık olarak yarattığı için de muhabbet eder.

Bu varoluşsal işlevden kendini arındırmış bir insanın tüm dikkati, ilgisi, özeni ise kendine döner. İlgisini kendine çevirdiğinde insanın kendisini yüceltmesi başlamıştır ve tam da bu anda kendini bir metaya dönüştürmüştür. Yaşama gücünü en fazla kâr getirecek bir yatırım olarak görmekte, “kişilik pazarında” yerini almak için çabalamaktadır artık. Hayat bu dünyayla sınırlandırılıp ölümle kesintiye uğratıldığında, kâr ve sonuçlar da bu dünya ile sınırlıdır ve mutlaka bu dünyada elde edilmelidir. Modern insan kendisini kendisinden, diğer insanlardan ve doğadan koparmıştır. Artık tüm dileği hünerlerini, bilgisini ve kendisini yani “kişilik paketini” alışverişin kendisi gibi kârlı olmasını isteyen birisiyle mübadele etmektir. Dünyevî uğraşların ilkeleri fark edilme ve kendini övme, kutsama, tüm kusurlardan azade kılmadır. Yaşamın ilerlemekten başka amacı, kârlı bir alışverişten başka ilkesi, çoğaltmanın dışında doygunluğu yoktur. Kârlı alışverişe engel olacak her türlü ilke ve inanç bertaraf edilir.

Bu koşullar altında Yaratıcı’nın tümüyle yok sayılacağını, yaşantılardan iyice arındırılacağını zannetmek saflık olur. Öyleyse Yaratıcı kavramı narsistik bir kültürde ne anlama gelebilir? Yaratıcı tümüyle hayattan uzaklaştırılmalı mı yoksa kıyıda köşede ihtiyaç hâlinde başvurulması için bir kenarda tutulmalı mıdır? Çoğunluk ikinci seçeneği seçmiştir. Çünkü insanların kişiliklerini pazarladığı pazar yerinde “ya Yaratıcı’ya bir gün ihtiyacım olursa” düşüncesi Yaratıcı’yı tümüyle hayattan arındırmayı engellemiştir.

Narsistik kültüre tâbi insan, Yaratıcısız da yapamadığını ve yapamayacağını bilir. O’nsuz kendini tümüyle yalnız ve çaresiz hissetmektedir. O’na ihtiyacı vardır. Çünkü insanın dara düştüğü, başının sıkıştığı zamanları vardır ve böyle zamanlarda Yaratıcı dışında daha iyi bir seçenek bulunamaz.

Yaratıcı’sız yapamayacağını bilen insanın O’nu hayatının içine de tümüyle katabilir mi? Kadîr-i Mutlak, her şeyi her an O’nun yarattığı, kendisinin her an övülmesini isteyen ve bunun için insanı yaratan, her şeyi bize veren, uygun görmediklerini de vermeyen, bizi bizden daha iyi bilen bir Yaratıcı anlayışı da narsistik kültüre mensup, arzularını yücelten insana ters gelir. Çünkü bu biçim bir Yaratıcı anlayışı ve bu çerçevede Yaratıcı ile kurulacak bir ilişki insanın narsizm pazarında elde ettiklerini kendisine mal etmesinin önüne geçirerek, kişilik pazarındaki kârını insanın elinden almakta ve tüm sonuçları Yaratıcı hesabına yazmaktadır. Bu ise narsist bir benliğin isteyeceği bir şey değildir.

Halbuki sadece bir “İhtiyaç Tanrısı” hâline getirilmiş bir Yaratıcı ile bu şekildeki bir ilişki biçimi “ilkel” bir ilişki biçimidir. Bu ilkel ilişki daha başarılı olmak, kendini yüceltmek, kendini yüceltmek için Yaratıcı’dan medet ummak, Yaratıcı’yı ruhbilimsel bir araç hâline sokmaktan başka bir şey değildir. Yaratıcıya ihtiyaç hâlinde başvurulur. Sair zamanlarda bir köşeye konur ve hayata karışması istenmez. İnsanın daha iyi, daha sağlıklı, daha güzel, daha başarılı, daha görünür, daha güçlü olabilmesi için Yaratıcı’ya ve dualara inancını güçlendirmesi istenir. Tıpkı çağdaş psikoloji ve psikiyatri daha fazla müşteri çekmek için nasıl mutlu olmayı öğütlüyorsa, başarı guruları da “başarılı olmak için Tanrı’yı sevin” derler. “Tanrı hep yanınızda olsun”un anlamı; O’na ihtiyaç duyacağınız zamanlar olacaktır, bu zamanlar için O size gereklidir. Yaratıcı iş ortağı anlamına indirgenmiştir. Üstüne üstlük bir de tüm kârların insanın hanesine yazılması istenmektedir.

Bir “ihtiyaç Tanrısı” ile kurulan bu ilişki biçiminin söze dökülen emareleri, “O beni görmüyor, benimle ilgilenmiyor. Benim isteklerimi yerine getirmedi. Hayatta benim yanımda hiç olmadı. Beni sevdiğini zannetmiyorum.” şeklinde sonu gelmez mızmızlanmalardır ve O’ndan sürekli şikayet etmektir. Bu şikayetleri yapan bir insan kendi isteklerini ve arzularını yüceltmiştir. Bu ilişki biçiminde “mukabele” kavramına yer yoktur. İnsan kendisini Yaratıcı karşısında hep hakkı olan bir alacaklı olarak konumlandırmıştır. Yaratıcı insana hep borçludur. Yaratıcı kişinin tüm isteklerini yerine getirecek, ona ise işin keyfini sürmek kalacaktır. Bu ilkel ilişki biçimini ayrıntılandırmak için çocukların ebeveynleri ile olan ilişkilerini bir benzetme olarak kullanacağım ve bu benzetmeden yararlanacağım.

 

BİR BENZETME OLARAK ANNE-BABA VE BEBEK İLİŞKİSİ

Anne ile yeni doğmuş bebeği arasındaki ilişki tek yönlü bir ilişki biçimidir denilebilir. Bebek kendi dünyasına gömülüdür. Uyur. Acıkır. Ağlar. Annesi tarafından doyurulur. Sonra yine uyur. Yirmi dört saat annenin ilgisinin odağında yer alır. Annenin hayatı bebeğe göre programlanır. Annenin bundan bir yüksünmesi yoktur. Bebeğine gösterdiği bu ilgi ona haz verir, onu mutlu kılar. Çocuk ile anne arasındaki bu dönemdeki ilişki çoğunlukla tek taraflı olur, bebek tümüyle alıcı, anne ise tümüyle vericidir.

Bebek büyüdükçe bilinci yaprak yaprak açılır. Farkındalığı artar. Yetenekleri gelişir. Kendi içine gömülü bir varlık olmaktan yavaş yavaş sıyrılır. Olgunlaşmanın önemli bir göstergesi zuhur eder ve bebek “mukabele” etmeye başlar.

Annesinin ilgisine karşı gülümser. Gülümsemek anne için muhteşem bir karşılıktır. Anne bebeğinin gülümsemesi ile aldığı karşılık onun için en biricik ücrettir. Gülümseyebilecek kadar olgunlaşmış bir bebeğin gülümsememesi anneyi tedirgin eder. Çocuğunda bir sorun olduğu kuşkusunu uyandırır.

Çocuğun yaşının ilerlemesi ile birlikte anne ile çocuk arasındaki ilişki de yaprak yaprak açılarak ilkel yani tek taraflı bir ilişkiden iki taraflı olgun ilişkiye doğru evrimleşir. Çocukta “mukabele” hakikati giderek gelişir. Yüzdeki tebessümden lisana sıçrama olur. Çocuk artık annenin kendisi için yaptıklarına karşılık “teşekkür ederim”, “çok güzel yapmışsın, eline sağlık”, “canım annem, seni çok seviyorum” biçimlerinde karşılıklarda bulunur. Bu bir nevi “Fettahiyet” hakikatinin açılımıdır. Güzel bir yemek yaptığında “eline sağlık anneciğim” şeklinde bir mukabele görmeyen bir anne önce üzülür, sonra da durum devam ediyorsa öfkelenmeye başlar. Yine çocuğun mukabelesiz kalması anneyi cezaya kadar götürür.

Çocuktaki mukabele sırrı daha sonra davranışlara da kendini belli eder. Çocuk annesi için artık davranış düzeyinde bir şeyler yapmak için arzu duyar. Annesine yardımcı olmak ister. Ona mutfaktan su getirir. Ev işlerinde yardımcı olur. Uyuyup kalan annesinin üzerini örter. Ya da durduk yerde annesine sarılır ve öper.

Tebessüm, lisan ve davranış düzeylerinde olan mukabele birbiri içine sarmallanarak, birlikte yapılmaya başlanır. Yani çocuk aynı anda hem tebessüm eder, hem dil ile hem de davranışla mukabelede bulunur. Çocuk artık sadece alan değil aldıklarının değerinin farkına varan, farkına varıp bunlara mukabelede bulunması gerektiğini anlayandır. Anne artık sadece bir hizmetçi değildir onun gözünde. Kendisi de hizmet edilen, el üstünde tutulması, her arzusunun ânında yerine getirilmesi gereken bir varlık değildir. Çocuk olgun ilişkide artık anne babasının kararlarına, sınırlamalarına karşı da saygılı olması gerektiğini derkeder. Dünyanın merkezinde, tüm arzularının yerine getirilmesi gereken prens ya da prenses değil, hayat içinde sorumlulukları olan bir varlıktır artık. Alan değil sadece aldıklarına mukabele edendir. Kimse onun hizmetçisi değildir.

Çocuk olgunlaştıkça anne babasına mukabelede bulunmada önemli bir adım daha atar. Anne-babasının öğüt ve ilkelerini kendi yaşamında uygulamaya başlar. Bir nevi anne-babasını kenarda ihtiyaç halinde tuttuğu bir varlık olarak görmez, onlardan aldığı ilkeleri hayatının içine katar.

 

YARATICI İLE OLGUN İLİŞKİ VE SONSUZUN TANIĞI OLMAK

İnsanın Yaratıcı ile ilişkisinde anahtar kelimelerden biri “mukabele”dir. Olgun ilişki biçimine geçen insan, bebeğin kendi dünyasına dalıp gitmiş hâlinden kurtulmuş, dünyanın kendi etrafında dönmediğini anlamıştır. Artık, her nesne, her varlık ve kişinin kendisi, kendisi için değil Yaratıcı için vardır. Her şey insana değil Yaratıcı’ya hizmet eder. Yani varoluşu borçlu olduğumuz Varlık’a. İnsan ihtiyacı olduğu zaman Yaratıcı ile ilişki halinde değildir. Her an ilişki halindedir, çünkü her an Ona ihtiyaç duymaktadır. İnsanın Yaratıcı’ya duyduğu ihtiyaç, isteklerini yerine getiren bir Varlık olarak değil, varoluşuna imkân tanıdığı, bu yüzden de O’na kendini borçlu hissettiği bir varlığa duyulan varoluşsal bir ihtiyaçtır. Yaratıcı insanın her zaman olmazsa olmazıdır. Yaratıcı, “İhtiyaç Tanrısı” konumundan çıkmış, mukabele edilecek bir konuma konmuştur.

Yaratıcı’nın her şeyi insanın emrine vermesi de insanın her şey yoluyla Yaratıcı ile ilişki kurması içindir. Kişi artık Yaratıcı karşısında nazlanan değil O’na her an muhtaçlığını ilan edendir. Şımarık bir çocuk gibi isteklerinde diretip, O’nun kendisine vermediklerinden dolayı marketlerde tepinen bir çocuk gibi davranmaktan kurtulmuştur. Sessiz ve derinden, vakar ve izzetle, isyansız, sukûnetle, O’ndan gelen her şeye razı olmaktadır.

Olgun ilişkide kendisini insana tanıttırmak isteyen bir Yaratıcı vardır. İnsan ise O’nu tanımakla O’na mukabelede bulunur. Süslü yarattığı kâinat ile kendini insana sevdirmek isteyen bir Yaratıcı’nın farkındadır. İnsan ise O’nun sanatlarını takdir ve yaptığı işleri istihsan ederek O’na kendisini sevdirmek ile mukabelede bulunmaktadır. Yaptığı ihsanlar ile insana muhabbetini gösteren bir Yaratıcı’ya insan da O’na itaat ederek muhabbetle karşılık vermektedir. İlişki iki yönlüdür artık. O’ndan gelenlere mukabele olarak O’na giden teşekkürler, tefekkürler, itaatler, O’nun rahmetine tebessümler, teslimiyetler, hamdler, ibadetler, memnuniyetler, O’ndan razı olmaklar vardır. Mukabele sırrı açılmış, insan O’na mukabele ederek insanlığını göstermiştir. İkramlarıyla insana şefkatini gösteren O’na karşı şükürle mukabele vardır.

Çocukça bir bencillik, sadece kendini düşünme, dünyanın kendi etrafında döndüğünü zannetme, O’nun için yaşamaya, O’nun için varolmaya dönüşmüştür. Kendini narsizm pazarında pazarlama yerine, kâinat sergisinde sergilenen O’nun sanatını temaşa etmek, tefekkür etmek, O’na hayran olmak, O’nu kutsamak, O’nun sonsuz mükemmelliğini ilan etmek şeklinde O’na mukabele etmek vardır. O’nun teveccühünü kazanmaya yönelik izzetli bir ilişki vardır. İnsanın elde ettiği görünen tüm kârlar O’nun hanesine yazılıdır artık. Çünkü her şey O’ndan gelmekte ve O’na gitmektedir. Her hayrın, iyinin, güzelin O’nun hanesine yazılması O’nun hakkıdır. Çünkü O mutlaktır. Her şeyin sahibi olmaya hakkı vardır.

Olgun ilişkide kişi içine kapanıklıktan kurtulmuş, bilinci yaprak yaprak Mutlak Varlık’a açılarak Sonsuz’un tanığı olmuştur. Yaratıcı’dan şikayet eden, kendisinin gözetilmediği sızlanmasına dayalı bir ilişki yerine kâinatta tecelli eden sonsuz isimlerin, fiillerini ve şuunatın tanıklığını yaparak O’na mukabele eden bir ilişkidir olgun ilişki.