TR EN

Dil Seçin

Ara

Yolcu / Hayatın İçinden Hatıralar

Yolcu / Hayatın İçinden Hatıralar

Küçük yaşlardan bu yana her gördüğüm ihtiyara büyük bir sevgi duydum.  Ve onlarla çok güzel hatıralar yaşadım. Fakat 1976 yılında, Adapazarı’nda yaşadığım bir olay, ilk bakışta hiç de güzel görünmüyordu.  

O zamanlar üniversitede asistandım. Cuma namazı için, şehrin tam merkezindeki Orhan Cami’ye gelmiş, arabamı ilk bulduğum boşluğa park etmiştim. Tekrar yola çıkmak için geri geri gelmek zorunda kalacaktım.   

Namaz sona erdiğinde dediğim şeyi yaptım.  

Ve o garip ihtiyara da o zaman çarptım.

Camiden çıkan cemaat beni çığlık çığlığa ikaz etmeseler, esasında bu işi fark etmezdim. Çünkü arkama baksam da hiçbir şey görmemiştim.

Büyük bir telâş içinde arabadan fırladım. Bazı gençler onu yerden kaldırmakla meşguldü. Daha sonra ihtiyarı şadırvana götürerek yüzünü gözünü temizlediler. Ve oradaki bir tabureye oturttular. 

Hemen yanına koşarak ellerine sarıldım ve:

“Hakkını helâl et dedecim!” dedim. “Sana çarpıp yere düşüren bendim. Ama Allah biliyor ki geriye baktığım halde seni fark edemedim.”

Yaşlı adam o duruma rağmen gülümsüyordu. Fakat beni en çok şaşırtan husus, belki bir asırlık hayat yüküyle bükülerek, yere paralel hâle gelen vücuduydu. Bu yüzden olsa gerek ki arka camdan bakılsa da görünmüyordu.    

Üstünü temizlemesine yardım ederken:

“Merak etme iyiyim yavrum,” dedi. “Biz eski toprağız, kolayca pes etmeyiz.”

Onu zorla ikna edip hemen karşıdaki eczaneye götürdüm ve kanayan sıyrıklarını temizlettikten sonra, cebine bir miktar para koymak istedim. Para bulunan elimi çok büyük bir çeviklikle titrek avuçlarına hapsederken:

“Allah senden razı olsun evlâdım,” dedi. “Ama bu kadar parayı alamam senden.”

‘Bu kadar çok’ demesinden parayı fazla bulduğunu anlamıştım. Yani “Hiçbir ihtiyacı yok!” diyemezdim. Bu yüzden ısrar edince verdiklerim arasından küçük bir miktar aldı ve mahcup bir ifadeyle:

“Bu para şimdi benim mi?” diye tebessüm etti.              

“Elbette dede!” dedim. “Eğer kabul ederseniz sevinirim.”

“Öyleyse bana bununla bir bilet alır mısın?”

İhtiyar adam, bu teklifi karşısında şaşırdığımı görünce, kendisini belki birkaç yaş daha ihtiyarlatan macerasını anlatmaya başladı. Hasta torununu için İstanbul’a gitmiş ve bir gece kaldıktan sonra, Bolu taraflarındaki evine dönmek üzere yola çıkmıştı. Normal şartlarda, cuma namazını Bolu’da kılacakmış. Fakat otobüsleri, Adapazarı’na yakın bir yerde bozulunca, namazı kaçmasın diye bizim oralara kadar gelmişti.

Sözlerini tamamlamaya çalışırken:

“Biraz param vardı ama onu da abdest alırken çaldılar,” dedi. “Bütün namazım boyunca: ‘Eve nasıl dönerim ve kime el açarım?’ diye ağlayıp durdum.”

Bu hatıramı, çok uzun yıllar boyunca ne yazık ki kaleme alamadım. Kısmet bugüne imiş… Ama o olaydan sonra veda etmek niyetiyle bir el veya mendil sallandığını görsem, otobüse bindirerek bir hac yolcusu burukluğuyla uğurladığım o aziz ihtiyarı hatırlarım.

Bir de gözyaşları ile yaptığı duaları…

İlk bakışta bize hoş gelmese de, Mevla’m neylerse güzel eylemez mi?

Zaten yüceler yücesi merhametli Rabbimiz, kendisi için meşakkat çeken hangi kulunu yarı yolda bırakmış ki?