Nur yüzlü bir ihtiyardan dua isterken:
“Dünyanın tüm ağırlığı sanki omuzlarıma binmiş.” dedim.
Şakacı bir ifadeyle kulağımı çekerken:
“Dünya yükü hepimizin az çok sırtında,” dedi. “Fakat cenneti taşımak herkese nasip olmaz.”
“Cennet nasıl taşınır?” diye düşünürken, yaşlı adam buna bir açıklık getirdi. Birkaç gün kadar önce, cenneti yüklenen bir gence rastlamıştı. Anlattığına göre, bu genç yakın köylerden birinde yaşıyor ve her cuma şehre inerek aynı binaya uğramak zorunda kalıyordu.
Cuma günü namazdan çıktığımda, ihtiyarın bahsettiği binayı buldum. Esasında burasını eskiden de bilirdim. Üst katlarda çok sayıda doktor bulunuyordu. Ve oraya gelen sayısız hastaya rağmen, asansörün kapısında (yılın 360 günü) ‘Arızalı!’ yazardı. Söz konusu arızalar doktorların cebindeki küçük bir anahtarla hemen düzelse de, hastaların bunu bilmesi imkânsızdı.
İhtiyar adam, bahsettiği genci en üst katta görmüştü. Bu yüzden ben de orada beklemekteyken, alt katlardan bazı ayak sesleri duydum. Ve merakımı yenemeyip aşağı baktığımda, cenneti taşıyan genci hemen fark ettim. Uzun boylu, zayıfça ve solgun yüzlü biriydi. Yaşlı annesini sırtlamış vaziyette, benim bulunduğum kata tırmanıyordu. İhtiyar kadın, güçsüz kollarını ona dolamış, başını da yan çevirip yavrusunun sırtına dayamıştı.
O mukaddes yükü rahatsız etme korkusuyla, o gence yardım etmekten çekindim.
Üst kata çıktığında:
“Allah senden razı olsun kardeşim!” dedim. “Cenneti taşıdığının farkında mısın?”
Delikanlının ter içinde kalan nurlu yüzü, ‘farklı bir tebessümle’ aydınlandı. Fakat her nedense benimle konuşmadı. Ama Rabbim biliyor ki o sıcacık tebessüme apayrı bir mutluluk yansıyordu. Belki de haşir ve sırattan sonra, cennete uçan insanların mutluluğu...
Bu güzel hatırayı, 1990’lı yılların başında, Adapazarı’nda hocalık yaparken yaşadım. ‘Ordu Evi’ karşısında, beş katlı bir iş hanında geçen bu olay, Peygamber Efendimizin:
“Anne ve babasının ihtiyarlığına yetişip de cenneti kazanamayanlara şaşarım.” şeklindeki bir sözünü hatırlatıyor bizlere:
Bu sözlere kulak verenlere ne mutlu…