Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) peygamberlik görevi gelmesine yakın zamanlarda sık sık Hira dağındaki mağaraya gider tefekkürde bulunurdu.
Bir gün ilk ayet geldi “Oku!”
Cenab-ı Hak okumayı emrediyordu. Fakat peygamberimiz ümmi idi. Yani okuma ve yazma bilmiyordu.
Mağarada yanında kitap yoktu. Neyi okuyacaktı!
Sadece kendisi ve etrafında gördüğü kâinat vardı.
Peygamberimizin bu husustaki hayretini sonraki ayet cevapladı:
“Yaratan Rabbinin ismiyle oku!”
Oku emrinin hedefi peygamberimizin kendisiydi. Yani, kendini oku diyordu Allah (cc) peygamberine. Çünkü insan küçük bir kâinattı. Kâinatta olanların birer küçük misali insanda yerleştirilmişti. Böylece kendini okuyabilen insan kâinatın anlamını da okumuş olacaktı. Kendini oku ve sonra mağaradan çık kâinatı oku demekti bu aynı zamanda.
Belki de bu ilk emri hatırlatırcasına Bediüzzaman günümüz insanına der ki:
“Ey kendini insan bilen insan kendini oku! Yoksa camid hükmünde bir hayvan olmak ihtimali var.”
Yunus Emre ise der ki:
“İlim ilim bilmektir.
İlim kendini bilmektir.
Sen kendini bilmezsin.
Ya bu nice okumaktır.”
…
“Yaradan Rabbinin ismiyle oku!”
Yani kendine ve diğer varlıklara onların kendileri ve maddi yapıları için değil, onları yaratan yaratıcısı cihetinden bakarak oku, deniliyordu.
Peygamberimiz de öyle okudu.
Önce kendine baktı. Beni kim yarattı? Niçin yarattı? Bu dünyaya nereden gönderildim? Ölünce nereye götürüleceğim?.. Gibi soruların cevaplarını okumaya çalıştı. Her insanın aklını tırmalar bu sorular.
Bir zaman sonra başka ayetler nazil olmaya devam etti.
Peygamberimiz ilk emre uyarak Kur’an’daki ayetlerin gözlüğüyle kâinatı okuyordu. Çünkü Kur’an zaten kâinatı okuyordu ve okutuyordu, okuyabilene!..
Yedinci Söz’de “Kâinat mescid-i kebirinde Kur’an kâinatı okuyor! Onu dinleyelim…” denilmiyor mu?
Evet Kur’an kâinatı okuyor.