Dünyada güzelliklerle beraber çirkinlikler, iyiliklerle beraber kötülükler, hayırla beraber şer de bulunur. Ancak yaratılışta esas olan şey güzelliktir, hayırdır, iyiliktir. Çirkin ve kötü olarak görünen şeyler de, aslında, güzelliğin ve hayrın ortaya çıkmasına bir vesile olarak yaratılmıştır. Bediüzzaman, bu duruma, “hüsn-ü bizzat” ve “hüsn-ü bilgayr” kavramlarıyla açıklama getirir.
Kâinattaki her şey, ya bizzat güzeldir ki, buna “hüsn-ü bizzat” denir. Veya netice itibarıyla güzeldir ki, buna da “hüsn-ü bilgayr” denir.
Bahar mevsiminin fırtınaları her ne kadar ilk bakışta hoş görünmese de, neticesi itibarıyla güzeldir, çünkü rengârenk bahar çiçeklerinin açılmasına hizmet eder.
Musibetler ve felâketler de, tıpkı bahar fırtınaları gibi, arkadan gelecek nice güzel neticelerin vesileleridir. Bu bakımdan, dış yüzü itibarıyla ne kadar nâhoş görünseler de, neticeleri ve manevî âlemlerde ifade ettikleri anlamları itibarıyla güzellik ve hayırla dolu hadiselerdir.
İnsanlık âleminde kötülüklerin yaratılması ve pek çok kimsenin kötülükleri sebebiyle Cehennemde ceza görmesi de böyledir. Çünkü insana hayır ve şer arasında serbest tercih hakkı tanınması sayesindedir ki, nice insanların içindeki hayır çekirdekleri inkişaf etmek imkânını bulmuş ve insanlık âleminin semâsını enbiya, evliya ve asfiya gibi milyarlarca güneşler ve yıldızlar süslemiştir. Eğer imtihan meydanı açılıp da insana bu serbestlik tanınmasaydı, bütün bu güzellikler ortaya çıkma fırsatı bulamayacaktı. Onun için, insanlara hayır ve şer yolunun açılması da, netice itibarıyla sayısız güzelliklerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur.
***
Şeytanların halkı ve icadı niçindir? Cenab-ı Hak, şeytanı ve şerleri halk etmiş, hikmeti nedir? Şerrin halkı (yaratılması) şerdir, kabihin halkı kabihtir?
Elcevap: Hâşâ! Halk-ı şer, şer değil, belki kesb-i şer şerdir. Çünkü halk ve icad, bütün netaice bakar; kesb, hususî bir mübaşeret olduğu için, hususî netaice bakar.
Meselâ: Yağmurun gelmesinin binlerle neticeleri var, bütünü de güzeldir. Sû’-i ihtiyarıyla bazıları yağmurdan zarar görse, “Yağmurun icadı rahmet değildir” diyemez; “Yağmurun halkı şerdir” diye hükmedemez. Belki sû’-i ihtiyarıyla ve kesbiyle onun hakkında şer oldu. Hem ateşin halkında çok faydalar var; bütünü de hayırdır. Fakat bazılar sû’-i kesbiyle, sû’-i istimaliyle ateşten zarar görse, “Ateşin halkı şerdir” diyemez. Çünkü ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi sû’-i ihtiyarıyla, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.
Elhasıl: Hayr-ı kesîr için, şerr-i kalil kabul edilir. Eğer şerr-i kalil olmamak için, hayr-ı kesîri intaç eden bir şer terk edilse; o vakit şerr-i kesîr irtikâb edilmiş olur. Meselâ: Cihada asker sevk etmekte elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur. Fakat o cihadda hayr-ı kesîr var ki, İslâm küffarın istilasından kurtulur. Eğer o şerr-i kalil için cihad terk edilse, o vakit hayr-ı kesîr gittikten sonra şerr-i kesîr gelir. O ayn-ı zulümdür.
Hem meselâ: Kangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zahiren bir şerdir. Parmak kesilmezse, el kesilir; şerr-i kesîr olur.
İşte kâinattaki şerlerin, zararların, beliyyelerin ve şeytanların ve muzırların halk ve icadları, şer ve çirkin değildir; çünkü çok netaic-i mühimme için halk olunmuşlardır. Meselâ: Melâikelere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, tebeddül etmez. Keza hayvanatın dahi, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, nâkıstır. Âlem-i insaniyette ise meratib-i terakkiyat ve tedenniyat nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir mesafe-i terakki var.
İşte kömür gibi olan ervah-ı safileyi, elmas gibi olan ervah-ı âliyeden temyiz ve tefrik için, şeytanların hilkatiyle ve sırr-ı teklif ve ba’s-i enbiya ile, bir meydan-ı imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka açılmış. Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, maden-i insaniyetteki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar (yetenekler), beraber kalacaktı. A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı. Demek şeyatîn ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû’-i istimalattan ve kesb denilen mübaşeret-i hususiyeden gelen şerler, çirkinlikler, kesb-i insana aittir; icad-ı İlahîye ait değildir.
(Bediüzzaman, 12. Mektup)