TR EN

Dil Seçin

Ara

Varlıklar Niçin Yaratıldı?

Varlıklar Niçin Yaratıldı?

İnsanın ve kâinatın varlık sebebi nedir?

Güneş’in ışık saçması kendi yolunu görmesi için değil...

Meyve ağaçları da meyvelerini, kendileri yesinler diye vermiyorlar. 

Rüzgâr kendi keyfince esmiyor; dünya, kendi hedefine ulaşmak için dönmüyor...

Öte yandan, gözümüz kendi yolunu görmek için yaratılmamış. Kulağımız da kendi zevki için işitiyor değil...

İçimizdeki ve dışımızdaki bütün bu varlıkların bize hizmet ettiği bir gerçek; ancak bu eşyanın yaratılış gayesini, sadece “insan odaklı” olarak açıklamak da eksik kalıyor. O takdirde, yıldızlar âleminin, melekler âleminin ve daha nice bilemediğimiz âlemlerin yaratılış hikmetlerini nasıl açıklayacağız?

Kaldı ki, bazı eşyanın yaratılış hikmetini “insana hizmet” şeklinde izah etsek bile, kendi yaratılışımızı bununla açıklayamayız.

Biz niçin yaratıldık?

Hiçbir şey “kendi için, kendine hizmet etmek ve kendi varlığını devam ettirmek için” yaratılmamıştır ve insan, bu kaidenin dışında kalamaz.

Birçok şey insan için yaratıldığına göre, insan o eşya için yaratılmış olamaz. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle “kâinat ağacının en son ve en cemiyetli meyvesi” olan insanın görevi,  ağacına hizmet etmek değildir.

O mükemmel meyve, nazarını ağaç ötesi âlemlere çevirmelidir.

Bu dönüm noktasında şu ayet-i kerîme bize ışık tutuyor:

“Biz Allah içiniz ve yine biz muhakkak O’na döneceğiz (O’na rücu edeceğiz.)” (Bakara Sûresi, 156)

Ayetteki “İnna lillahi” ifadesine iki ayrı mânâ veriliyor: “Biz Allah içiniz” ve “Biz Allah’a aidiz (O’nun mahlûku, O’nun mülkü, O’nun kuluyuz).”

Birinci mânânın şu ayet-i kerîmeyle de yakın ilgisi var:

“Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet (kulluk) etmeleri için yarattım.” (Zâriyât Sûresi, 56)

Buna göre, “Allah için” ifadesi “O’na ibadet etmek için” anlamını hatırlatmış oluyor.

Bu âyetteki “ibadet” kelimesine çoğu tefsir âlimi “marifet” mânâsı vermişler ve âyet-i kerîmeyi “beni tanımaları, bana iman etmeleri için” şeklinde açıklamışlar.

İnsan; Rabbini bilmek, O’nu esmâ ve sıfatlarıyla tanımak ve O’na ibadet etmek üzere dünyaya gönderilmiştir. Bu gaye unutulduğunda,  insanoğlunun yaratılış gayesi “kendi nefsine hizmet etmek” gibi çok cüzi ve basit daireye indirilmiş olur.

Nur Külliyatı’nda, mahlûkatın yaratılmasındaki birinci gayenin, “Cenâb-ı Hakk’ın kendi cemâl ve kemalini bizzat müşahede etmesi” olduğu ders veriliyor.

Diğer taraftan, her varlık kendinde tecelli eden İlâhî isimlere ayna olmakla da Allah’ı tesbih etmektedir.

“Hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin.” (İsrâ Sûresi, 44)

Bu hamd ve tesbihin kemali ise insanda kendini gösterir. Allah’ı bütün esmâ ve sıfatlarıyla tanıyacak bir istidata (yeteneklere) sahip bulunan insanın birinci gayesi, “iman, marifet ve ibadet” olarak özetleyebileceğimiz kulluk görevidir. O halde insan başıboş değildir, bu dünyaya kendi iradesiyle gelmediği gibi, hayatının gayesi de “kendine hizmet etmek” olamaz. İnsan “Allah için,” yani “O’na iman için, O’nun marifet ve muhabbeti için, O’na hamd ve O’nu tesbih etmek için” yaratılmıştır.

Bir kısım varlıkların insana hizmet etmelerinin altında da bu gaye yatmaktadır. Onlar Allah’ı kendi kabiliyetlerince tesbih etmekle birlikte, bu görevi en mükemmel şekilde yerine getiren insana hizmet etmekle de onun ibadetine bir bakıma iştirak etmiş olurlar.

Hiçbir şeyin “kendi için” yaratılmış olmadığı gerçeği, Haşir  Risalesi’nde verilen bir örnekte şöyle ifade edilir:

“Anlarsın ki; o han gibi bu dünya dahi kendi için değil…”

Bir han, kendi hâline terk edilmek için inşa edilmez. O hana yolcular konup göçeceklerdir ki, hanın yapılmasının bir mânâsı olsun. Bu dünya da bütün canlıların, özellikle insanların konup göçtükleri muhteşem bir handır; lambası güneş, kandili kamer (ay), tavanı gökyüzü, halısı zemin olan harika bir misafirhanedir.

Bu misafirhane “kendi için” olmadığı gibi, ona gelip giden misafirler de kendileri için değildir.

İnsanın, Kur’ân-ı Kerîm’de “ahsen-i takvim” olarak ifade edilen o yüksek ve mükemmel yaratılışı ve harika kabiliyeti sadece bu dünyada yaşaması için olamaz. Yani, hayatın gayesi “hayat sürmek” değildir.

“...Hayatın âlî gayeleri O’na aittir ve mühim neticeleri O’na bakar, yüzde doksandokuz meyvesi O’nundur.” (Bediüzzaman, Mektûbat)