TR EN

Dil Seçin

Ara

Melekler: Nurdan Varlıklar

Melekler: Nurdan Varlıklar

Melâike, hem ‘elçi’, hem de ‘kuvvet’ mânâsına gelir. Nûranî ve latîf varlıklardır. Çeşitli şekillere girebilirler. Vazifeleri sadece tesbih ve ibadet olan melekler olduğu gibi, dünyanın işlerini gören melekler de vardır. Yani “Nihayetsiz melâike envâı” mevcuttur.

Melâike, hem ‘elçi’, hem de ‘kuvvet’ mânâsına gelir. Nûranî ve latîf varlıklardır. Çeşitli şekillere girebilirler.

Vazifeleri sadece tesbih ve ibadet olan melekler olduğu gibi, dünyanın işlerini gören melekler de vardır. Yani “Nihayetsiz melâike envâı” mevcuttur. 

Tefsir âlimleri bu nevilerden en meşhurlarını şöylece sıralamışlardır:

- Arşı taşıyanlar, Kürsî’yi taşıyanlar, Arşın etrafında Rablerine devamlı hamd ve tesbih edenler, Peygamberlere vahiy getirenler, ruhları kabzedenler, amelleri yazanlar, cennet ehline hizmet edenler, cehennem ehline azap verenler, dünyanın işleriyle görevli olanlar, harplerde Müslümanlara yardım edenler, şuursuz zikirleri şuurla temsil edenler...

Meleklerin kuvvet sahibi olduklarına ve bu kuvvetleriyle iş gördüklerine delil olarak Arşı ve Kürsî’yi taşımaları, İsrafil’in (as) sura üflemesiyle göklerde ve yerde olan herkesin ölmesi, Cebrail’in (as) Lût kavminin dağlarını ve beldelerini yerinden sökmesi gösterilmektedir. 

Ankebût Sûresinde şöyle buyrulur:

“Artık hepsini de kendi günahlarıyla yakaladık. Onlardan bazıları üzerine bir rüzgâr gönderdik...” (Ankebût Sûresi, 40) 

Ayette, “yakaladık, gönderdik” gibi çoğul ifadelerin kullanılması iki şekilde yorumlanıyor: Birisi Cenâb-ı Hak izzet ve azametine böylece dikkatleri çekiyor. Türkçemizde, bir kişiye hürmet maksadıyla ‘sen’ yerine ‘siz’ diye hitap etmemiz gibi. 

İkinci mânâya göre, Allah bu kahırları meleklerine emrederek icra etmiş, çoğul ifade kullanmakla onların da bu işte görev yaptıklarına ve kuvvetlerini kullandıklarına işaret etmiştir.

Meleklerin kuvvetleri olmakla birlikte bu kuvvetlerini ancak Allah’ın izniyle ve sadece emir aldıkları zaman kullanırlar. Bunun dışında, vazifeleri sadece nezaret etmektir. “Esbab bir perdedir, iş gören kudret-i Samedaniyedir.” hakikati bir yönüyle meleklerin iş görmelerine de örnek olabilir. 

Bunun bir örneğini Azrail aleyhisselamın ruhları kabzetmesinde anlayabiliriz. Ayet-i Kerîmede rûhları Allah’ın aldığı beyan edildiğine göre, Azrail’in vazifesi sadece bu İlâhî icraatı müşahede etmekten ibaret kalır. Ölüm meleği, ruhları Allah’ın verdiği kuvvetle ve Onun emriyle aldığından bu icraatın sahibi de bizzat Cenab-ı Hak demektir. 

“Allah, (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır...” (Zümer Sûresi, 42) 

Meleklerin nevileri nihâyetsizdir. Zira, bu kâinatta, özellikle de yeryüzünde Cenâb-ı Hakk’ın birbirinden güzel ve sanatlı sonsuz eserleri sergilenmektedir. İnsanların ve cinlerin bu sonsuz eserleri temaşa etmeleri yeterli olmuyor. Bu görevi ancak, nihayetsiz melaike envâı yapabilir. 

Bediüzzaman Hazretlerinin ifade ettiği gibi, “bir yağmur tanesine müekkel olan melek, arşa müekkel meleğin cinsinden değildir.” 

Kâinâtın bir küçük misali olan insan üzerinde konuşacak olursak, insanın her bir organı ayrı bir sanat mucizesidir. İnsan bedenini anlamak için birbirinden farklı bilim dalları teşekkül ettiği gibi, o organlardaki sanat inceliklerine karşı tesbih, tekbir ve hamd ile mukabele edecek melekler de birbirinden farklı olacaktır. İnsanın tüm bedenine müekkel bir melek olduğu gibi, her bir organına, belki her bir hücresine müekkel melekler de bulunacaktır.

Melekler kendilerine verilen görevleri büyük bir zevk ile yerine getirirler.     

“Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var. Nefs-i ibadetlerinde derecatlarına göre tefeyyüzleri var.”

Bir canlı türünün hayattan aldığı zevki bir başka tür canlı bilemez. Biz de meleklerin nefs-i amellerinde yani yaptıkları işlerde nasıl bir zevk duyduklarını hakkıyla bilemeyiz. 

Yapılan bir işten alınan zevk iki yolla olur: Birisi o işten alınacak ücret dikkate alınır ve onun hayaliyle o iş zevkle yapılır. Diğeri ise, işi yapmaktan bir zevk duyulur ve o iş sevilerek yapılır. Meleklerin, ibadet etmekten aldıkları zevk ve feyiz bu ikinci gruba girer. Allah’ın emrettiği işleri görmek ve Ona ibadet etmek o nûranî varlıklar için büyük bir zevktir.

Namazını cennet ve ebedî saadet için değil, sadece Rabbinin rızası için kılan, Onun huzurunda durmaktan ve Ona hitap etmekten zevk duyan bir insan-ı kâmilin ibadeti de o meleklerin ibadeti gibidir. Hatta onlardan çok daha ileri olabilir. 

Melekler yaptıkları ibadetten bir feyiz almakla birlikte, makamlarında bir değişme olmaz. Zira terakkinin kaynağı nefis ve şeytanla mücahededir. Meleklerde kötülüğü emreden bir nefis yoktur ve şeytan onlara yanaşıp vesvese veremez. İbadetlerini severek, büyük bir şevk ve iştiyakla yaparlar. 

İnsan, mesela, su içmeye muhtaçtır ve içerken bir lezzet alır. Meleklerin ibadetleri de bir yönüyle buna benzer. Onlar ibadet etmeye, adeta muhtaçtırlar. İbadetlerini, daha ileri bir makama ermek için değil, o amelden ve ibadetten aldıkları zevk ve şevk ile yaparlar.