TR EN

Dil Seçin

Ara

Melekler Ve Şeytanlar

Melekler Ve Şeytanlar

Toplum olarak biz, her şeyi siyah-beyaz mantığı ile değerlendiriyoruz. Örneğin dinî veya siyasî bir lideri, ya hata yapmaz bir melek, ya da art niyetli bir şeytan olarak görüyoruz. Ve böylece çoğu olayı çizgi film basitliğine indirgiyoruz.

Bilirsiniz, çizgi filmlerde sadece ‘iyiler ve kötüler’ vardır. İyiler asla yanlış yapmaz, tuvalete bile gitmezler. Kötüler ise tam bir canavardır. Öz çocuklarını bile sevmezler.

Zira çocukların zihinleri basittir. Kavramları kolayca anlasın, kafaları karışmasın diye böyle kurgulanır. Ama gerçekler, çizgi film basitliğinde değil ki...

Peki neden çoğumuz, melek-şeytan sınıflamasına bayılıyoruz? Bunun bir sebebi, millet olarak, akıl değil kalp insanları olmamız.

Zira akıl orta yollu değerlendirmeler yapabilir. Bir insan için “Şu huyu doğru, ama bu huyu yanlış.” diyebilir. Oysa kalp iki kutupludur. Sevgi ve nefret. Birisi için ya “Onu seviyorum.” denir, ya da “Onu sevmiyorum.” Dikkat edin, “Onu sevmiyorum.” ifadesi, tarafsız olmayı göstermez. Beğenmemeyi, hatta düşman olmayı ima eder.

İşte biz kalbimizle hareket ettiğimiz için, siyah-beyaz, melek-şeytan ikileminde kalıyoruz genellikle. Ve eldeki verilerin bazısını aşırı vurguluyor, bazı verileri ise görmezden geliyoruz. Sonuçta da doğru resmi göremiyor ve çoğu olayda açmaza düşüyoruz. Kafa karışıklığından kurtulmak için, aksi verileri duymak bile istemiyor, fanatik bir taraftarlığa kayıyoruz.

Oysa kimse ne melektir, ne de şeytan; ne simsiyahtır, ne de bembeyaz. Hepimiz hataları ve sevaplarıyla grinin değişik tonlarındayız. Hatasızlık sadece peygamberlere has. En büyük bir din âlimi bile bir noktada hata yapabilir, en başarılı bir siyasetçi bile yanlış hesaplarla ülkesine zarar verebilir. “O söylüyorsa, doğrudur.” sözü, sadece peygamberler için geçerlidir.

Ve bu siyah-beyaz yaklaşımı, ikili ilişkilerimize kadar etki ediyor.

Bir hastam karısını terk etmişti. Eskiden büyük bir aşkla sevdiğinin, sonra hayli ahlaksız olduğunu fark ettiğini anlattı. “Öteden beri beni eziyordu zaten.” diye ekledi. “Hiç güzel günler yaşamadınız mı? Hiç mi iyi tarafı yok?” sorusuna da “Bir ara hayli iyiydik ama, anlıyorum ki o sıralarda bile benim kuyumu kazıyormuş.” dedi.

İçimden “Yakında geri dönerse şaşırmam.” dedim. Zira yorumları mantıklı değildi. İyileri görmüyor, sadece kötüleri düşünüyordu. Bu çarpık mantıkla uzun süre gidemezdi.

Bir ay sonra geldiğinde mahcupça gülümsedi. “Biz yine biraraya geldik.” dedi, “Çok iyiyiz.”

İşte bu tarzın sonucu olarak da “Sevdim mi tam severim, sildim mi bir kalemde.” “Ya benimsin, ya toprağın.” sözleri ortalıkta uçuşuyor.

Bunun psikolojik temeli ise, hayatın ilk yıllarına dayanır ve ‘inkar’ denilen savunma mekanizması ile ilişkilidir. Örneğin bir çocuk, anne-babasını kusursuz görme çağlarında iken, onların ciddi yanlışlarıyla karşılaşırsa ve bu gördüğü lekeleri, kafasındaki kusursuz insan figürüne oturtamazsa, zihninin bir köşesine atar ve yok saymaya çalışır. Ama hatıralar yok saymayla yok olmaz. Ve giderek zihinde o kişi hakkında birbirine zıt iki ayrı imaj oluşur: ‘iyi ebeveyn’ ve ‘kötü ebeveyn.’

Eğer işler yolunda ise, kötü imaj yok sayılır, “Benim annem bir melek.” denir. Ama bir pürüz çıktığı an, bilinç altında bekleyen kötü imaj ortaya çıkar ve o kişi tümden olumsuz olarak yaftalanır. Ve bu değişimler tüm insan ilişkilerinde ömür boyu sürer. Hatta bazen de ‘zihin bölünmesi’ anlamına gelen şizofreni hastalığının gelişmesine zemin hazırlayabilir.

Çözüm ise basit: Eğer anne-baba, hatalı bir davranışta bulunduğunda, onu unutturmaya çalışmak veya kendini savunmak yerine, “Yaptığım yanlıştı, özür dilerim. Bazen insanlar hata yapabilirler. Ben kusursuz değilim.” demelidirler. O zaman çocukların zihninde bölünmeler oluşmaz. Ama sanırım bunu gururumuza yediremeyip pek yapmıyoruz. Ve toplumumuzda siyah-beyaz mantığı (ya da mantıksızlığı) diğer toplumlara göre daha yaygın biçimde hükmediyor. “Benim karım bir melek.” diye başlayan Türk filmleri, “Meğer karım bir şeytanmış.” diye devam edip, “Gerçekten de melekmiş.” şeklinde bitiyor.

Ve ulusal tarihimiz de hatasız kahramanlar ve satılmış hainlerle dolu. Ortası yok.

Aynı mantık yüzünden, toplum içinde keskin bölünmeler yaşıyoruz. Birbirini şeytan gibi gören, karşıdakini anlamaya çalışmayan alt gruplar çok. “Bizimkiler iyi, onlar kötü.” Herşey bu kadar basit. Güya.

Kişi bir dinî cemaate girmişse, hocasını en azından kutup olarak görüyor. Hz. Yusuf’un (as) bile “Ben nefsimi temize çıkarmam. Nefsim her fenalığı ister.” dediği unutuluyor. “Her sözünde bir hikmet var, her ne yapsa keramettir.” deniyor. Farklı görüşteki bir lider ise, münafık olarak bile görülebiliyor.

Burada Resulullah’ın (asm) büyük hatalar işleyen sahabilere karşı tavrını hatırlamak lazım. O böyle bir olay duyunca, “Mümkün değil, o böyle bir hata yapmış olamaz. O kusursuzdur.” da demezdi; “Gözüm görmesin onu! Meğer şeytanmış.” da demezdi. İnsanoğlunun hatasız olmayacağını bilir, güzel yönlerinin hatırına o kişiyi hoşgörmeye çalışırdı.

Umarım biz de bir gün kişileri siyah-beyaz diye ayırmadan, gri bir resim çizmeye alışırız. Böylece daha az hata yapar, hayal kırıklığı da yaşamayız.