Yâ Seyyide’s-sâdat!
Şu âlem-i kâinatta, deverân ediyorken bunca hadisat,
Seni haykırıyordu. Her tezyin… Her nakış… Bilcümle hakikat.
Yâ Mucîbe’d-daâvat!
Bir duamız olsun, şöyle; mizanda ağır basacak.
Kalpten ahzânı, nemli gözlerden aberâtı alacak.
Yâ Veliyye’l-hasenat!
Aciz kullarından, yükseldi feryad-ı beyânat…
Zâyi ettik yâ Rab! Kalmadı… Ne vakit, ne hasılat…
Yâ Rafia’d-derecât!
Lütfeyle... Katından bir ameliyat-ı cerahat.
Nitekim gözlerimiz yaşlı, kalplerimiz harâbat.
Yâ Azîme’l-berekât!
Sayısız nimetin karşısında, insan zalim… İnsan hoyrat...
Şükürdeki naksımız, pek derin bir ifşaat.
Yâ Ğâfira’l-hatîat!
İnsandık!.. Şu âlemde, bir garibe-i hilkat.
Aslında tertemizdi bize bahşettiğin fıtrat.
Yâ Dafia’l-beliyyat!
Âfâtın her zerresi, bir günaha istinad.
Asırlardır, ahlâbını gösterip duruyor fitne-i fesad.
Yâ Samia’l-esvat!
Nedametle kapındayız, lütfeyle dergâhından yine bir miat.
Tariften aciziz, zira; kifâyetsiz seni tarif etmede her naat.
Yâ Mu’tiye’l-mes’ulat!
Muhtacız, giyinmeye affından bir hil’at.
Ne yetişir peşimizden bilmem… Hangi fidye-i necat?
Yâ Âlime’s-sırri ve’l-hafiyyat!
Sırra kadem basmadı, kusur bizim, günah bizim ne’ylesin mukadderat.
Göz yummakla, gece oldu zannettik, başladı lâklâkıyat.
...
Kelimeler:
deverân: dolaşma, dönme.
ahzân: hüzünler.
aberât: gözyaşları.
ahlâb: tırnak, pençe.
nedamet: pişmanlık.
miat: süre.
hil’at: kaftan.
naks: noksanlık.
fidye-i necat: kurtuluş için verilen fidye.
lâklâkiyat: boş, değersiz söz.