TR EN

Dil Seçin

Ara

Başarıda Balans Ayarı

Başarıda Balans Ayarı

Başarı nedir? Neyi, nasıl başarmak lazım? Matematik sınavından yüz puan almak başarılı olmak mıdır? Veya çok zengin olmak, iyi bir makam-unvanı olmak başarılı olmak mıdır? Akademik başarı mı, yoksa hayat başarısı mı?.. Bu soruları çoğaltmak mümkün elbette…

Başarı, bir işi istenilen bir biçimde bitirmek, en iyi sonuca erdirmek olarak tanımlanabilir.

Peki bir işin istenilen biçimini kim belirler? Yani başarı dediğimiz şeyin esaslarını, kriterlerini kim ortaya koyar? Elbette ki bu kriterleri toplumsal kabuller ve kanunlar ortaya koyar. Ancak burada dikkat çekmek istediğim kritik soru “sadece bir alanda başarılı olmak” yeterli midir, yoksa bu işin başka formülü var mıdır?

 

Gerçek başarı çok boyutlu olandır

Tek bir kriter ile başarılı olunamayacağı gerçeği yönetim biliminde de ele alınmıştır. Yönetim biliminde kullanılan ve Türkçe’ye “Toplam Dengeli Başarı Göstergesi” olarak çevrilen “Balanced Scorecard” akademik literatüre ilk olarak 1992 yılında Harvard Bussiness Review’de Norton ve Kaplan tarafından yayınlanan “Measures That Drive Performance Blanced Scorecard” (Başarıya yön veren ölçütler) adlı makaleyle girmiştir.

Yoğun rekabet ve karmaşık yapıya sahip iş dünyasında faaliyet gösteren firmaları bir jet uçağına benzeten Kaplan ve Norton, uçağın birkaç göstergeye bakarak yol alamayacağını düşünerek şirketler üzerine yaptığı araştırmaların temelini oluşturduğu performans kriterlerini dört boyuta indirgemişledir. Bu boyutlar:

• Müşterilerimiz bizi nasıl görüyor? (Müşteri bakış açısı)

• Hangi özelliğimiz ile üstün olmalıyız? (İçsel bakış açısı)

• Sürekli olarak değer oluşturup geliştirebiliyor muyuz? (Yenilik ve  öğrenme bakış açısı)

• Hissedarlarımıza nasıl görünmeliyiz? (Finansal bakış açısı)

Bu performans ölçüm sisteminin temelini oluşturan Balanced Scorecard (BSC) yukarıda belirtilen dört boyutun dengede olması ve işletmenin vizyon ve stratejisini bu dört hedefe göre oluşturması gerektiğini savunmaktadır.

Peki bir Müslümanın Toplam Dengeli Başarı Göstergesi ne olmalıdır?

Önem sıralaması yapacak olursak:

• Öncelikle Allah’a (cc) lâyık kul olmak.

• Peygamber’e (asm) lâyık ümmet olmak.

• Vatanına ve milletine hayırlı bir fert olmak.

• Atasına, anasına lâyık bir evlat olmak.

• Sağlıklı bir aile hayatı kurmak.

• Geçimini sağlayacak bir işe sahip olmak.

Allah’a (cc) iyi bir kul olmak, ancak onun emir ve yasaklarına samimi olarak ve elden geldiğince uymakla mümkün olur. Allah’ın (cc) razı olduğu kullar “İman edip sâlih amel işleyenlerdir.”1 O’nun razı olmadığı insanlar ise iman ve itaatten uzaklaşanlardır.2

Kulun Allah’tan razı olması, O’nun kazâ ve kaderinden memnuniyetsizlik duymaması; Allah’ın kulundan razı olması ise, kulunu emirlerini yerine getiren ve yasaklarından kaçınan bir davranış içinde görmesidir.

Peygambere (asm) lâyık ümmet olmak, onu kendi hayatına model olarak kabul etmekle olur. Yani sünnet-i seniyyesine uymakla olur.

Sünnet-i seniyye; Peygamber Efendimizin (asm) halinden, sözlerinden, tavırlardan ve sükûtundan ortaya çıkan bir yaşam modelidir. Bu yaşam modelinin en üstün yönü ise; Allah’ın bundan memnun ve razı olmasıdır. Yani sünnet, Allah’ın (cc) hoşnut olduğu ve istediği yaşam biçimidir diyebiliriz. Sünnet-i seniyye hayat modelinin önemli hedefleri vardır, bunlardan iki tanesini başlıklar halinde şu şekilde özetleyebiliriz:

Sünnetin birinci hedefi: Huzur-u İlahiyi temin etmek ve ömür sermayesini ibadete dönüştürmektir. Evet bir insan hayatını sünnete uygun bir şekilde tanzim ederse, her halinde ve amelinde Allah’ı hatırlar. Çünkü sünnete uymak niyetiyle yapılan bir iş; önce Peygamberimizi (asm) sonra da Allah’ı hatırlatır. 

Sünnetin ikinci hedefi ise: İnsan ile fıtrat arasında bir adaptör olmasıdır. Yani insan İlahi bir yazılım, fıtrat ise İlahi bir donanımdır; sünnet de bu yazılım ile donanın arasında tanıtım ve adaptörlük yapan bir sürücü gibidir.

İnsan fıtrata (yaratılışına) ters düşüp, maddî ve manevî sıkıntılar çekmek istemiyorsa sünnete uymalıdır.

Vatanına ve milletine hayırlı bir fert olmak, ancak Allah (cc) ve Resulünü (asm) dinlemekle olur. Zira bir Müslümanda vatan sevgisi ancak din sevgisiyle olur. “Vatan sevgisi imandandır” hadis-i şeriftir.

Bir Müslüman dinini, namusunu, canını ve malını, vatan ve devletiyle korur. “Millet” Kur’anî bir terim olup, bütün inanan müminlerin genel ve ortak bir adıdır. Bu yüzden İslam literatüründe ‘millet,’ ‘ümmet’ anlamına gelmektedir. Dolayısıyla “Kimin himmeti milletiyse o tek başına bir millettir.” sözü “Kimin himmeti İslam ise o tek başına bir ümmettir.” anlamına geliyor. Yani İslam öyle bir iksir-i manevi ki bütün ümmeti ‘bir’ ve bir mümini de ‘ümmet’ gibi yapıyor demektir. Bu sırdandır ki, tarihte çok az sayıya sahip İslam orduları, dev gibi küffar ordularını dize getirmiştir.

Bir Müslüman atasının ve anasının rızasını alınca ancak onlara lâyık bir evlat olur. Allah (cc) ve Resulü’nü (asm) razı edemeyen zaten anne ve babasını razı edemez. Nitekim Rabbimiz Kur’an-ı Kerîm’inde şöyle buyurmaktadır: “Biz, insana, ana-babasına iyilikte bulunmayı tavsiye ettik. Özellikle de anasını tasviye ederiz ki, o, kat kat zaafa düşerek ona hamile kalmış, emzirmesi de tam iki sene sürmüştür. Binaenaleyh; bana ve ana-babana şükret.”3 

Yine Rabbimiz buyuruyor: “Yüce Rabbin şöyle emretti; Yalnız Allah’a ibadet edeceksiniz, ana-babalarınıza iyilik yapacaksınız. Şayet bunlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlarsa sakın onlara ‘öf’ dahi deme, yüzlerine bağırma, onlara tatlı söz söyle. Onlara, merhamet belirtisi olarak tevazu kanadını aç da, ‘Yâ Rab, küçüklüğümde bana şefkat gösterdikleri gibi, sen de onlara merhamet et’ de.”4

Peygamber Efendimiz de “Kime iyilik yapayım?” diye üç defa soran bir sahabiye, üç defasında da, “annene” cevabını verdikten sonra dördüncü soruda, babasına iyilik yapması gerektiğini söylemiştir.5

Mesut bir aile kurmak, fıtratı bozulmamış her insanın idealinde vardır. Zira aile, eşlerin birbirlerine sığındığı limanı, dinlerinin eksik kalan yarısının tamamlandığı yer, hayırlı nesillerin yetişeceği ocaktır. Mesut bir aile, zorlu imtihanları birlikte başarma imkânı sunar. “Bahtiyardır o adam ki, refika-i ebediyesini kaybetmemek için saliha zevcesini taklit eder, o da salih olur. Hem bahtiyardır o kadın ki, kocasını mütedeyyin görür, ebedî dostunu ve arkadaşını kaybetmemek için o da tam mütedeyyin olur; saadet-i dünyeviyesi içinde saadet-i uhreviyesini kazanır.”

Geçimini sağlayabilecek bir işe sahip olmak, yani maişetini helal yollar ile temin etmek, hem dinin hem de fıtratın gereğidir. İnsan asıl varlık gayesini unutmadan yaşamalıdır. Kimi çiftçi kimi hoca, kimi esnaf kimi tüccar, kimi memur kimi amir… “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”6

Yani aslında başarı dediğimiz şey varlık gayemizi bilip, hayatımızı o istikamette sürdürdüğümüz sürece vardır. Yani “ahiretin tarlası olan dünyada” kıldan ince-kılıçtan keskin sırat köprüsünü geçebilmektir başarı.

Ana istikametten sapmadan “hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışıp” elden gelen gayreti sarf edip sonucuna kanaat etmektir başarı.

Hem bedenimizi, hem ruhumuzu en üstün gayelere ulaştırmaktır başarı.

Sadece Allah’a kulluk dairesi içerisinde, hedeflenen en üstün gayeye, insanlıkta en zirve noktaya ulaşmaktır başarı.

 

Kaynaklar:

1. Beyyine Suresi, 98/8.

2. Tevbe Suresi, 9/96; Zümer Suresi, 39/7.

3. Lokman Suresi, 31/14.

4. İsrâ Suresi, 17/23-24.

5. Buhârî, Edeb, 2; Müslim, Birr, 1.

6. Kasas Suresi, 77.