TR EN

Dil Seçin

Ara

Ben Olmak, Biz Olmak

Ben Olmak, Biz Olmak

İnsanoğlu kendini gerçekleştirmek, anlamlı bir hayat sürmek istiyor. Milyarlarca benzeri arasında bir fark ortaya koymak, bir artı değer üretmek… Öylesine geçip gitmemiş olmak…

“Afrika’da çalışan bir antropolog yerli kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü, o meyveleri yemek olacaktır. Onlara “Haydi, şimdi başlayın! Birinci olan alacak!” dediğinde o an bütün çocuklar ele ele tutuşarak koşmaya başlarlar. Ağacın altına beraber varırlar ve meyveleri hep beraber yemeye başlarlar.

Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu cevabı verirler:

“Biz ‘ubuntu’ yaptık. Eğer yarışsaydık, yarışı kazanan bir kişi olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül olan meyveyi yiyebilir? Oysa ubuntu yaparak meyveleri hepimiz yedik.”

Sonra antropoloğa ubuntunun anlamını açıklarlar:

“Ben, biz olduğumuz zaman ‘ben’imdir.”

(Yüreğinle Yaşa; s. 331)

 

İnsanoğlu kendini gerçekleştirmek, anlamlı bir hayat sürmek istiyor. Milyarlarca benzeri arasında bir fark ortaya koymak, bir artı değer üretmek… Öylesine geçip gitmemiş olmak… Dünya yolculuğunu mutlu, huzurlu, kalben mutmain bir şekilde yapmak… Göçtükten sonra da ardında güzel izler bırakmış olmak, hayırla yad edilmek geride kalanlarca…

Ben kimim? Niçin yaşıyorum? Bu çaba, emek, koşturma ne diye? Benden/ bizden geriye ne kalacak?

Bu gibi sorulara verdiğimiz cevaplarla bir anlam dünyası kuruyoruz kendimize. Aynı dünya üzerinde yaşanan nice dünyalar var hayatın farklı farklı tecrübe edildiği.

Yukarıda yer alan alıntıda ifadesini bulan birlikte mücadele etme ve başarma anlayışına dayalı paylaşımcı yaklaşım bir yanda; rekabete, bireysel başarı öykülerine dayanan ve günümüzde yaygın kabul gören yaklaşım diğer yanda…

Bugünkü aile yapılarında çocuğun son derece merkezi bir konuma getirildiğini görüyoruz. İstek ve ihtiyaç diye düşünülen hiçbir şeyden mahrum kalmasın, zorluk sıkıntı çekmesin, hiç üzülmesin çocuğumuz diye düşünülüyor genellikle. Bu nedenle de sorumluluk alma yaşı hep erteleniyor, yetişen nesil kendisiyle ve hayatın gerçekleriyle yüzleşme imkânı bulamıyor. Yükü taşıyan ebeveynler olunca da hayatın kendi etrafında döndüğünü zanneden, herkesin her şeyin kendisine hizmet ettiği düşüncesi pekişen, egosu yüksek, paylaşmayı bilmeyen bir tip çıkıyor karşımıza.

Bir de madalyonun diğer yüzü var. Bu kadar kendinden feragat eden, ömrünü çocuğunun iyi yetişmesi için adayan “fedakâr” ebeveynler bunun karşılığını görmek istiyorlar haliyle. İstiyorlar ki bu kadar imkân sundukları evlatları başarılı olsun, yaşıtları arasında ön plana çıkan hep o olsun, fark edilsin, alkışlansın, övülsün… Asıl alkışlanmak isteyen çocuk üzerinden kendileri midir sorusu da gelmiyor değil akla!..

Doğrudan dile getirilmese de anne baba tutumlarından okunabilecek bu gibi beklentiler karşısında çocuğun ne düşündüğü ve nasıl bir ruh hali içinde olduğu da hesaba katılmalı. Yaşıtlarını arkadaş, kardeş değil de kendisinin birer rakibi;  hayatı sade bir şekilde yaşanabilecek, paylaşma ve yardımlaşma ile güzelleşebilecek bir nimet değil de rakipleri arasından mutlaka sıyrılarak kazanması gereken bir yarış ve sonunda yakalanacak bir başarı hikâyesi olarak kodlayan anne babalar, çocuklarının insanı insan eden merhamet, yardımlaşma, paylaşma, empati gibi duygularını nasıl da törpülediklerinin farkındalar mı?

Gittikçe başkalarının duygularına, düşüncelerine, yenilgilerine, hayal kırıklıklarına, üzüntülerine duyarsızlığın arttığı; başarılarına veya kazançlarına da haset ve kıskançlık duyulduğu bencil anlayışların önüne geçilmek isteniyorsa öncelikle yetişkinlerin kendi tutum ve davranışlarını gözden geçirmeleri gerekiyor.

İsmet Özel ne güzel ifade etmiş: “Annem benim içi dua eder, cümle ümmet-i Muhammed’in çocukları diye de eklerdi. Ben yerimi annemden öğrendim.”

Evet, fiilî çabaların yanı sıra çocuklar için edilen dualar da önemli. Burada dahi seçilen kelimelere, isteklerimizi dile getirdiğimiz ifadelere azami dikkat etmek gerekiyor. “Hep bana, hep benim çocuğuma” şeklinde değil, aynı gök kubbe altında yaşadığımız çocukların bilhassa aynı inancın mensupları olan kardeşlerimizin, evlatlarımızın da yer aldığı samimi niyazlarımız olmalı. Çocukların bir bütünün parçası, büyük bir ailenin değerli bir mensubu oldukları gerçeğine ne güzel işarettir bu.

Şu gelgeç dünyada bulundukları yeri öğreten… Kendine, başkalarına ve Rabbine karşı sorumluluklarını hatırlatan… İşte biz içinde “ben” olmanın güzelliği… Kendi için istediğini başkaları için de isteme, kendi için istemediğini başkaları için de istememe… Allah Rasulü’nün de (sav) tavsiyesi bu değil miydi bizlere?

Adı ister “ubuntu” olsun ister kadim medeniyetimizin temel kodlarından nebevi bir tavsiye olsun, “akleden kalbin yolu bir” vesselam.