Yaşlı kadın, ihtiyar eşini yolcu ederken, her zamanki gibi yine pencere başındaydı. Tam yarım asırdan beri aynı evde oturmuş, sanki bir cennet hayatı yaşamışlardı. Çok eskiden buraları ‘tarla’ sayılıyordu. Fakat şehir büyüyünce yaşadıkları bahçe çok kıymet kazandı. Çevreleri beton binalarla dolduğu için, birçok inşaat firması kapılarını çalıp:
“Hacı teyze! Eviniz çok eskimiş. Biliyorsun bir de deprem geçti üstünden. Buraya çok lüks bir apartman dikelim, size de yepyeni üç daire verelim. Birinde otururken, diğer ikisinden alacağınız kiralarla, ömür boyu gül gibi yaşarsınız.” diyorlardı.
Yaşlı kadın ve eşi, bu teklife hiç kulak asmazlardı, dinlemezlerdi bile. ‘Ömür Boyu’ ifadesi onlar için komikti. Çünkü ömür sermayeleri tükenmişti. En fazla on yıl daha yaşarlardı belki. Onu da aynı yerde geçirmek istiyorlardı. İki katlı evlerinin dört bir tarafı, sarıdan kırmızısına, ateş renkli olanlardan leylak renkliye kadar, birbirinden güzel güllerle çevriliydi. Mis kokulu yasemin ve hanımelleri ise, evin boyunu aşarak çatıya ulaşmıştı. İnşaatçı firmaların istedikleri gibi, bahçe betonla kaplanıp güller yok edilirse, ‘daire’ denilen o ruhsuz mekânlarda, ‘gül gibi’ yaşamak nasıl mümkün olabilirdi?
Yaşlı kadın bütün bunların yanı sıra, evini başka bir açıdan da severdi. Çünkü otobüs durağı tam karşıdaydı. İhtiyar eşi, 80’i aşmış olsa da çok şükür dinçti. Ve her gün öğlene doğru evinden ayrılır, namazını çarşıdaki camide kılar ve 40 yıl imamlık yaptığı bu tarihî camide, 7’den 77’ye Kur’an dersi verirdi. Bunun için evden ayrılınca bahçeye geçer, pencere önüne gelip eşiyle sohbet eder, sanki yeni âşıkları kıskandırırmış gibi, bir gül kopartıp ona uzatırdı.
Ya da güller açmamışsa başka bir çiçek.
Kadıncağız şunu iyi biliyordu ki, eğer bu evi satarak zemin kattaki dükkânın üstüne yerleşseler, elli yıldır devam eden bu çiçek merasimi sona erecekti.
Yarım asırdan bu yana bir gün bile aksamayan başka bir merasimse, adamın evinden çıkıp otobüse binmesi ve bu arada sanki bir hac yolcusu gibi, karşılıklı bir şekilde el sallanması idi. Hatta adam otobüse bindiği zaman bile, içerisi eğer uygunsa bir pencereye yanaşıp ona veda ederdi.
Kadının üç oğlundan en zengini, bir gün annesine televizyon hediye etti. Sözde bu ‘anneler günü’ hediyesiydi ama esasında yıllar boyu kullanılmıştı. Zengin oğlan çağ atlayıp hem ‘büyük’ hem de ‘hafif’ bir televizyona geçmiş, hurdaya çıkanı da onlara vermişti. Yaşlı imam yıllar yılı bu âleti evine sokmamaya direnmişti. Herkesin bildiği gibi televizyon insanları birbirinden koparır, o güzelim sohbetlerin içine kan doğrardı. Fakat oğlunu da kırmak istemiyordu. Getirdiği hediyeyi bir köşeye koyarlar, çok önemli bir şey varsa seyrederlerdi.
Televizyon eve geldikten sonra, yaşlı kadın onu geceleri açmadı. Bir ayağı çukurdaki garip bir ihtiyarın, yıllar yılı okuduğu Kur’ân’a ara vermesi büyük vebal olurdu. Fakat öğlene doğru, eşini yolcu edince dizilerin tekrarını seyretmeye başladı. Hatta yaşlı adam durakta beklerken de, bir yandan ona el sallar bir yandan da pencereye yansıyan görüntüye göz atardı.
Heyecanlıydı diziler, kendisini dizginlemesi zordu.
Bir gün yine çiçek merasiminden sonra, yaşlı adam ağır adımlarla durağa gitti. Otobüsün gelmesi herhalde yakındı. Eşi ise pencereyi yarıya kadar açmış, dizinin görüntüsünü cama düşecek şekilde ayarlamıştı. ‘Dönem Finali’ vardı o dizinin, ‘yeşil gözlü oğlan’ kızdan ayrılıyordu. Kim bilir belki de artık yaşayamazdı.
Kadın on saniye kadar diziyi seyredip tekrar durağa baktı. Eşi o arada gelen bir otobüse binmiş, biner binmez cam kenarına geçmeye çalışmış, fakat içeride çok yolcu bulunduğundan, kadını görmese bile her zaman yaptığı gibi arka camdan elini sallamaya koyulmuştu.
Kadın yıllardan bu yana ilk defa eşine el sallamadı, sallayamadı.
Akşam eve geldiğinde ondan helallik dileyip gönlünü alacaktı.
Fakat eşi dönmedi, dönemedi.
Kur’ân dersi sırasında aniden fenalaşarak vefat etmişti.
Yaşlı kadın o gün ilk önce kendisine, sonra dünyaya küstü.
Elli yıldır ilk defa, eşini yolcu ederken el sallamamış, ne yazık ki onu aynı gün kaybetmişti.
…
İhtiyar kadın, eşinden ayrıldığında çocuklarına uyarak ‘güllü bahçe’yi elinden çıkardı. Dokuz katlı bir bina yapıldı oraya. Toprağın tamamı betonla kaplanırken, gül bahçesi kepçelerle dümdüz edildi. Yaseminler ise diplerinden söküldü. Durak yine aynı yerde bulunsa bile, o da yaşlı kadın gibi sessizdi artık. Ne oradan eve doğru bir el sallayan vardı, ne de dokuz katlı evden durağa…