TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Yaprak Daha Düştü

Bir Yaprak Daha Düştü

Mustafa Sungur Ağabey’in ardından…

Vakit geldi…

Vakit topraktır.

Ağacın başındaki bir yaprak daha düştü…

Hasretini çektiği toprağa attı, kattı kendini.

Damlalar denize akar, yapraklar toprağa…

Ve bakakalır insan geriden hayretle, ibretle... Belki de can atar o denize, emaneti katmak için, şefkatli annemizin kollarına, toprağa sığınmak için.

Bazen sırası değişse de, değişmeyen şeyler vardır hüzünlendiğimiz. Şerefelerinden ezan okunmayan minareler mesela, içinden çocuk sesi gelmeyen evler mesela, bir Allah’ın kulunun bile girip çıkmadığı, kapıları kilitli bahçeler, tarihin sustuğu ve mühürlendiği, çeşmeler…

Liste uzar da uzar… Hüzünlendiğimiz şeylerdir bunlar.

Bir de cenazesine katıldığımız dostlar…  

Mustafa Sungur Ağabey’i mahşerî bir cemaatle ebediyete uğurladık. Allah mekânını cennet eylesin.

Her vefat haberi ulaştığında, olduğum yere çakılıp kalıyorum.

Kaderde yazılanı bilemeyiz ama yazılan neyse güzeldir. İmanımızla bunu biliriz hiç olmazsa. Bugüne kadar ne yaşattıysa Rabbimiz, hangisi güzel değildi ki, diye geriye bakıp yaşadıklarımızı düşünürüz bir bir… Rabbimiz hakkında hüsn-ü zan etmek ibadet olduğu gibi; bu, kâinat ve içindeki hâdiseler için de böyledir.

Şimdi ağaçta kalan son yaprakla beraber, tesbihimizi de yapmak zamanıdır. Şimdi hayret makamıdır: “Sübhanallah, sübhanallah…”

Koskoca bir hayat işte… Bir anda göz önünden gidiveriyor. Ondan kalan boşluğa alışmakta zorlanıyorsunuz, hayal ve hatıralarınız alt üst oluyor.

Her gidenin ardından; sönmeyeni, ölmeyeni arıyor insan. Bâki olanın işaretidir bunlar. Hayat ırmağında denize akıyor damlalar. Kendileri gelip gitse de ardından gelen damlalar da yine parlıyorlar. Hayat nimetini üzerinde taşıyan canlılar ölüp gitseler de, hayatı veren Allah Bâkî’dir, ölümsüzdür. Bu da apâşikâr görülüyor. Hayat ırmağında akan damlalar, kendileri gelip geçseler de, üzerlerinde parlayan ışıklarla sönmeyen bir güneşin varlığına işaret ediyorlar.

Veysel Karanî Hazretleri’nin o muhteşem duasındaki gibi:

“Hem Sen Hayy-ı Bâkîsin. Çünkü biz ölüyoruz; ölmemizde ve dirilmemizde bir daimî hayat verici cilvesini görüyoruz.” (Bediüzzaman, Mektûbat, 234)

Toprak çekiyor yaprağı, yaprak da özlüyor toprağı…

Yaprakmisâl bir beden, giyivermiş bir kefen…

Soruyor sanki hemen: “Niye ben ve neden ben?”

Her ne oluyorsa hayatta, onun vakti gelmiş demektir. Vakit topraktır.

Hayat, kederli değil, hayat kaderlidir. Takdirlidir. Bir takdir eden var. Var işte, var...

Yaşananlar ona işaret ediyor. Hayatı veren Allah’ı bilen, ölmeyi de bilir. Bu, sahabe mesleğidir. Cennetin kokusunu alan, bir su içer gibi içer ölümü. Bir daha susamamak, bir daha ölmemek üzere göçer gider. Taşınır bu dünyadan ahirete. Bir evden diğer bir eve geçer gibi.

Damlaların hasretidir denizler. Gün gelir hasret denizde biter.

Şimdi ağaçta kalan son yaprakla beraber “Sübhanallah, sübhanallah…” demek zamanıdır.

Ölüm kapıyı çalmaz. Ölüme kapalı kapı olmaz.

Hiçbir insan diğerine benzemediği gibi, hiçbir insanın bir anı da diğer anına benzemez. İnsan olan insan anlar ki, Nurlarla güzeldir hayat, onların hayatımızı aydınlattığı imanla güzeldir.

Yeri geldiğinde kırışan pantolonumuz için bile üzülüyoruz ve o kırışıklığı gidermek için ütülüyoruz. Her gece yapılan derslerle, ruhumuzun kırışıklığı ve aklımızın karışıklığı gideriliyor. Ütüleniyor ruhumuz, kalbimizin pası silinip cilalanıyor.

Neler katıyor hayatımıza Bediüzzaman, neler… O Sözler’de var insana can bahşeden bahisler…

Kur’an denizine ihlâsla dalan, yepyeni bir insan olup çıkıyor oradan.

Diriliş her gece ve her derste… Yeniden doğuş ve yeniden oluş, her okunan bahiste… Onlardan duyduk, o ağabeylerimizden dinledik ilk dersleri, ilk sohbetleri.

***

Bir bahar mevsiminde bembeyaz çiçeklerle süslenmiş bahçelere bakıyorduk. Gözlerinde tomurcuklanan yaşlarla; “Ey bu güzellikleri yaratan Allah’ım, kim bilir Sen nasıl bir güzelsin…” sözünü ilk defa ondan duyduk.

Toz duman içinde kaldığımız zor günlerde, bir akşamüstü vapurda; “Şimdi ne yapacağız ağabey?” dediğimde: “Herkes küçük bir Said olup, hizmetin başına geçecek.” demişti.

Sayısız hatıralar var Bunlar ayrı birer yazı konusu. Aktardıklarımız, o sofradan kırıntılardır.

Şimdi susmak zamanıdır. “Sen sus” diyor kader, “hayat konuşsun, hizmet konuşsun.”

Yaprak toprağa, toprak yaprağa kavuşmak zamanıdır. Şimdi ağacın başında kalan son yaprakla beraber “Sübhanallah, Allahuekber” demek zamanıdır.

Yine bir gün Cihangir’deki ders sonrası Mustafa Sungur ağabey telefonla arayıp:

“Kardeş” demişti, “Akşamki ders çok feyizli ve bereketliydi, değil mi?”

“Evet ağabey, hakikaten öyleydi, elhamdülillah.” dediğimde:

“Kardeş, akşamki derste Hazreti Üstad aramızdaydı.” demişti.

Hizmet ehli insanların vefatı, her ne kadar üzse de bizi, kaderde olan ne varsa, imanla güzeldir. O güzelliğe de “Eyvallah” deyip teslim oluruz.

Gökler kartalı çektiği gibi, damlalar denizi, toprak da yaprağı çeker.

Ve ardından bakakalır dostlar, ağacın başındaki diğer yapraklara…

Rüzgârda titreyen son yapraklar da düşecekleri, anne toprağa kavuşacakları anın hasretiyle yanarlar.

Yapraklar secdeyi özler. Ağacın başındaki kıyam, toprakta secdeyle tamamlanır.

Yaprak düşer ama yaprağın hatırası kalır geride…

Bir sır verir yaşayanlara yapraklar.

Bir de sırrını toprağa açar yapraklar.

Her yaprak, kendi sırrını beraber taşır toprağa.

Toprak ki vefalıdır; kaybolmaz içine giren hiçbir şey.

Bir tohum, bir çekirdek ya da bir yaprak düştüğünde toprağa, başına gelecekleri bilircesine boyun eğer kaderine. Tam bir teslimiyet içinde girer oraya. Ve anlarsınız ki, kışın ardı bahardır, dünyanın arkası ebedî bir bahardır.

Hayat toprakta biter ve hayat orada başlar. Ebediyete giden yol topraktan ve kabirden geçer.

“Öyleyse, arkadaş, topraktan ve toprağa inkılâp etmekten, kabirden ve kabre girip yatmaktan tevahhuş etme (ürkme)! Çünkü senin sükûnet bulacağın yer orasıdır.” (Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, 203)

Elbise çürüse de bedene bir şey olmaz. Ampul kırılsa da ışığa bir şey olmaz. Beden çürüse de ruh yıpranmaz, ruh ölmez. Ve ebediyet yolcusu bir dua gibi mırıldanır:

 

Gideriz, nur yolu izde gideriz.

Taş bağırda, sular dizde, gideriz.

Bir gün akşam olur, biz de gideriz.

Kalır dudaklarda şarkımız bizim.

- Necip Fâzıl Kısakürek

 

Ey mübarek ağabey, binler, milyonlar rahmet duası olsun sana. Âşinası olduğun Nurlardan bir dua ile uğurlarız seni çıktığın bu yolculuğa:

"Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi Kendine kul kabul et. Emânetini kabzetmek zamanına kadar bizi emânette emîn kıl. Âmin!" (Bediüzzaman, Sözler, 33)

“Ya Erhamerrahimin, bu Resul-i Ekrem’in (asm) hürmetine, bizi, onun şefaatine mazhar ve sünnetinin ittibaına muvaffak ve dar-ı saadette onun Âl ve Ashabına komşu eyle! Âmin, âmin, âmin.” (Bediüzzaman, Şualar, 548)

Başta âlem-i İslam olmak üzere, cümle kardeşlerimizin ve okuyucularımızın, özellikle de Sungur ağabeyimizin geride kalan ailesinin başı sağ olsun.