TR EN

Dil Seçin

Ara

Sahabelere Niçin Yetişilmez?

Sahabelere Niçin Yetişilmez?

Kış mevsiminde bir bahçeye girdiğinizde, bakıldığında hoş görünmeyen ağaçlar, soğuk ve donuk çehreli bir ortamla karşılaşırsınız. Bu ağaçlardan birinin gölgesinde dinlenmek isteseniz bile bu mümkün olmaz; soğuk alır ve rahatsız olursunuz. Yani, bu ağaçların kendileri gibi gölgeleri de menfaatsiz, hatta zararlıdır.

Aynı bahçeye yaz mevsiminde uğradığınızda ise, çok farklı bir manzara ile karşılaşır ve gözlerinize inanamazsınız. Çünkü, bahçe aynı bahçe, ağaçlar aynı ağaçlar olduğu halde, gördüğünüz manzara kıştaki ile taban tabana zıttır ve daha da ötesi onunla kıyas kabul etmez. Yazın yakıcı sıcağına karşı serinlik ve ferahlık veren gölgeleri, yemyeşil yaprakları, çeşitli ve lezzetli meyveleriyle her bir ağaç, her yönüyle faydalı ve hoş bir hal almıştır.

Peki bu büyük değişikliğin sebebi nedir? Kıştaki donuk ağaçların üzerinden kudret-i İlâhiye ile bir bahar mevsimi geçmiştir. Bahar güneşine yüzlerini çeviren bu ağaçlarda ilk değişiklik, üzerlerindeki karların erimesi ve içlerine kadar işleyen donukluğun çözülmesi olmuştur. Daha sonra ise rahmetin bahar yağmuruyla sulanan ve bahar havasından iyice faydalanan bu ağaçlar, kısa zamanda inanılmaz derecede olumlu değişikliklere ermişler; yeşil yapraklarla, çiçeklerle ve meyvelerle bezenmişlerdir.

İşte sahabe-i kirâmın İslâmiyet’ten önceki ve sonraki hallerini bu örnekle anlayabiliriz. Cenâb-ı Hak tarafından, insanların üzerlerindeki küfür ve isyan buzlarını çözecek olan iman hakikatlerini getirmek, onlara doğru yolu göstermek, onları irşad edip hakka erdirmekle görevli mânevi bir güneş olan Resûl-i Ekrem (asm), bütün haşmetiyle Asr-ı Saadet’te tezahür etmiş ve bahar feyzini o asrın bahçesine ulaştırmıştır.

Aynı zamanda rahmet müjdecisi ve rahmetin vesilesi olan O Zat-ı Mübârek (asm), Kur’an âb-ı hayatının manalarını rahmet yağmuru gibi o bahçeye yağdırmıştır. Buzları çözülen o asrın bahçesindeki insanları da, kısa zamanda meyve verdirip,  başka kimsenin yetişemeyeceği peygamberlerden sonra gelen manevi yüksekliğe ve kaliteye eriştirmiştir.

Bizlere gelince, bizler de elhamdülillâh o güneşten istifade ediyoruz. Fakat, sahabeler derslerini o güneşin zatından aldıkları halde, biz o feyzi sadece ışığından almaktayız. Üstelik O manevî güneşle aramıza gaflet ve ülfet bulutları perde olabilmekte... Bundan dolayı da ne kadar terakki etsek onlara yetişmemiz mümkün değildir. Bize düşen vazife, onların yolundan gitmek ve onlar gibi İslamiyet’i sahiplenip yaşamaya ve Allah yoluna hizmet etmeye gayret etmek olacaktır.

Burada bir konuya daha işaret edelim. Şöyle ki:

İnsanın hayattaki hareket ve heyecanı dinden gelirse, yani Allah’a muhabbet ve O’na itaat niyetiyle gayret ederse, bunun neticesi neşv ü nemadır, Allah’ın yardımıyla gelişip meyve vermektir. Yani böyle bir niyetle olan ihlaslı hareket insan için bahar rüzgârı gibi olur; insan da maddi ve manevi terakki eder, gelişip yükselir. Başka niyetlerden kaynaklanan her türlü hareket ve heyecan ise, kış fırtınalarına benzer ki, ağaçların dallarını kırmaktan, onları birbirine çarptırmaktan başka bir işe yaramaz.

Bu sebeple, her işimizde niyetimizi iyi ayarlamalı ve kendimiz için hangi rüzgârı seçtiğimize dikkat etmeliyiz.