TR EN

Dil Seçin

Ara

Virüs, Bakteri ve Parazitler Olmasaydı Dünya Nasıl Bir Yer Olurdu?

Virüs, Bakteri ve Parazitler Olmasaydı Dünya Nasıl Bir Yer Olurdu?

Bütün virüsler, bakteriler, parazitler bir gecede ortadan kaybolsa ne olurdu? Milyonlarca insan sıtma, grip, veba gibi hastalıklardan kurtulur, daha sağlıklı olur, daha iyi çalışır, ve hayatlarından daha çok zevk almaya başlardı. Hayvanları ve ürünleri de daha sağlıklı ve güçlü olur muydu?..

Size dünyalı bir dostumu tanıştırayım: Adı Ancylostoma duodenale. Kendisi bir kancalı kurt. Pembeye çalar gri renkli. Kocaman ağzında iki çift sivri dişi var. O bir parazit. Dişleriyle bağırsağın duvarına tutunup misafiri olduğu bedenin sahibinin kanını emer. Bütün parazitler gibi, hep alır ve geriye hiçbir şey vermez.

Parazitler sadece minik kurtlardan ibaret değil. Mantar, bitki, hatta başkalarının yuvasına yumurtlayan kuş parazitler de var. Bit, pire, virüs ve bakteriler ise en çok akla gelenleri.

 

Peki Bütün Bunlar Bir Gecede Ortadan Kaybolsa Ne Olurdu?

Milyonlarca insan sıtma, grip, veba gibi hastalıklardan kurtulur, daha sağlıklı olur, daha iyi çalışır, ve hayatlarından daha çok zevk almaya başlardı. Hayvanları ve ürünleri de daha sağlıklı ve güçlü olurdu…

Fakat maalesef bu cicim ayları çok sürmezdi. İnsanlar o kadar uzun zamandır parazitlerle birlikte yaşamaya alışmışlardır ki, onlar gidince beklenmedik sonuçları tahmin etmek zor olmaz.

İnsanın bağışıklık sistemi belli bir miktar enfeksiyona karşı çıkabilecek şekilde silahlandırılmıştır. Küçüklüğümüzde parazitlere, hastalıklara maruz kalmadığımız zaman bağışıklık sistemi doğru gelişemez, ve kendi kendine saldırmaya başlar. Zamanımızda pek çok insanın çok temiz çevrelerde büyüyüp, otoimmun rahatsızlıklarının veya alerjilerinin olmasının, bazı bünyelerin kendilerine hiçbir zararı olmayan polenlere bile aşırı tepki vermelerinin bir nedeni budur.

 

Dertsiz İnsan Olmaz Derler Ya, Dertsiz Bitki Ve Hayvan Türü De Yok

Her canlının bir paraziti, yani bir musibeti var. Aslında parazitler, bitki yiyen böceklerin ve bizim haşere dediğimiz pek çok hayvanın da sayılarını kontrol altında tutarlar. Parazitler olmadığı zaman, pek çok popülasyonda nüfus patlaması olur. Birkaç ay içinde zararlı haşerelerin sayısı ürünlere ciddi zarar verecek şekilde artar. Sonuçta bunları azaltmak için daha fazla böcek ilacı ve farklı kimyasallar kullanmamız gerekir. Buna rağmen yine de çok fazla ürün kaybedilip, insanlar aç kalabilir.

Parazitler yok olursa, örneğin, sayısı aşırı artan böcekleri veya başka haşereleri, örümcekler ve kuşlar yemeye başlar. Bu sefer de yıllar geçtikçe bunların sayısı aşırı artar. Diğer hayvan ve bitkilerin de yapıları buna bağlı olarak değişir. Örneğin, kalın zırhlı veya kötü koku veya kimyasal salgılayan böcekler—sebepler planında—daha az yendikleri için, daha fazla hayatta kalırlar. Bu özelliklere sahip olanlar da aralarında üredikçe git gide daha kalın zırhlı, daha büyük, ve daha zehirli kimyasal üreten böcek cinsleri çoğalır. O zaman haşereler, hem daha zararlı hale gelir, hem de ortadan kaldırılmaları daha da zorlaşır.

Denizlerdeki Virüsler

Denizler de algler ve birçok farklı fotosentetik mikroorganizmalar ile doludur. Bu canlılar güneş enerjisini besine dönüştürecek şekilde yaratılmışlardır ve besin zincirinin temelini oluştururlar. Görünmeseler bile, denizdeki canlıların tamamını ya direk ya da dolaylı olarak besleyen onlardır. Fakat onların da bir derdi vardır: virüsler. Virüsler bu fotosentetik canlıların sayılarını sebepler dairesinde kontrol altında tutarlar. Eğer virüsler ortadan kalkarsa algler ve bahsi geçen diğer mikroorganizmaların sayısı öyle artar ki, suyun rengi bulanır, hatta denizin yüzeyi bir kilim gibi bu canlılar tarafından kaplanır. Alglerin artışı ve yüzeyi böyle kaplaması dolayısıyla başka diğer canlılar ölmeye başlar. Onların bedenleri ise bakteriler tarafından besin olarak kullanılacak ve çürütülecektir. Organik maddenin denizin içinde ölümlerle artması ile hem bakterilerin sayısı, hem çürütme artar. Buna bağlı olarak sudaki oksijen oranı azalır. Çözünmüş oksijen oranının azalması ile balıklar ve suda yaşayan böceklerin yaşamını yitirmesi de kaçınılmaz olur.

Algler çok faydalı olsalar da bazı cinsleri aynı zamanda nörotoksin denen maddeler de üretmektedir. Belli bir konsantrasyonun üzerinde bu toksinler de deniz canlılarına zarar verir. Sonuçta bakmaya ve yakınında olmaya doyamadığımız denizler, göller rengi değişip bulanır ve kokuşur.

Bilim insanları şu anda hayatın bu derece çeşitli olması, dünya yüzünün bu kadar fazla canlı türü ile renklenmesinin arkasında bir sebep olarak parazitlerin var olduğuna parmak basıyor. Bir parazitin üzerinde yaşadığı konak (beden), devamlı olarak bir yarış içinde bulunuyor. Bu yarış iki tarafı da monotonluktan çıkarıp daha iyi olmaya ve her iki tarafın da kabiliyetlerini geliştirmeye zorluyor.

1980‘lerin başında Kuzey Amerikan kuşlarının kur yapmalarını inceleyen W. D. Hamilton ve Marlene Zuk, kanında parazit bulunmasına yatkınlığı fazla olan kuşların daha parlak renkli olduklarını ve erkeklerinin ise daha iyi melodilerle öttüklerini gözlemlediler. Bu iki bilim insanı, tavus kuşunun parlak ve gösterişli kuyruğu, erkek aslanın yelesi, koçların dikkat çekici, kıvrımlı boynuzlarının “şeref nişanı“ niteliğinde olduğunu, bir canlı ne kadar virüslere dayanıklı olur ve galip gelebilirse bu özelliklerinin daha aşırı ve güzel bir şekilde ortaya çıktığını söylüyorlar. Dişiler bu özelliklere göre eş seçerlerken, aslında, şuursuz olarak yavrularının da genetik olarak daha dayanıklı bireyler olmalarının güvencesini sağlamış oluyorlar.

 

Eşeyli Üreme Canlıların Parazitlere Daha Dayanıklı Olmasına Yardım Ediyor

İki farklı ebeveynin DNA’ları yavrunun yaratılmasında kullanıldığı için, yeni nesil anne-babadan daha farklı bireyler oluyor. Parazitler ilk nesli enfekte edebilse de ikinci neslin farklı olmasından dolayı bocalıyor.

Eşeysiz üremede ise aynı klonlama gibi annenin aynısı bir canlı meydana gelmesi sağlanıyor, ve parazitin ikinci nesilde de aynı şekilde etkili olmasına neden oluyor. 2011’de Morran’ın yaptığı bir araştırmaya göre enfeksiyon yapan bakteriler eşeysiz üreme yapan solucanların tamamını ortadan kaldırmalarına rağmen, eşeyli üreyenler hayatta kalabilmiştir.

Morran bu sebeple, parazitler tamamen ortadan kalkarsa eşeysiz üremenin daha yaygın olacağını söyler. Lafferty ise parazitlerin seyrek olduğu alanlarda erkek salyangozların yavaş yavaş popülasyondan yok olmaya başladıklarına değinir. Bu popülasyonlarda dişiler, erkeklere ihtiyaç olmadan üremeye devam ederler.

İşte parazitler tamamen ortadan kalkar ve Morran’ın dediği gibi eşeysiz üreme yaygınlaşırsa, erkek olmak, hayvanlar dünyasında artık gitgide az rastlanan bir şey olmaya başlar.

Onları Koruma Altına Almak Lazım!

Bazı bilim insanları, parazitleri dünyadan elimine etmeyi bırakın, onları panda ve kaplanları koruduğumuz gibi korumaya almamız gerektiğini düşünüyorlar. Bazı insanlara bu gülünç gelse de Gomez onları kurtarmaya değeceğini söylüyor ve 2013’te yayınladığı bir makalede parazitlerin ekosistemlerin düzenlenmesinde rol aldıklarını, ve bir parazitin konuğu olduğu canlıyı aslında daha tehlikeli bir parazitten koruduğunu savunuyor.

Bakterilerin sadece %10’u zararlı. Vücudumuzda yüzlerce bakteri ile yaşıyoruz. Sindirim, hücre büyümesi için faydalı olan yağların emilimi, toksinlerin yıkımı ve zararsız hale getirilmesi, vitamin sentezlenmesi, zararlı bakterilerin kontrol altında tutulması gibi pek çok hayati vazifeler bu bakterilere yaptırılıyor. Bazıları ise peynir, yoğurt, turşu, kefir gibi vücudumuz için çok faydalı besinlerin yapımında kullanılıyor.

Birçok virüs, bakterileri enfekte eder. Örneğin, bir kişi bakteri enfeksiyonuna tutulsa, doğru virüs kullanılarak tedavi edilebilir. Günümüzde antibiyotikler haddinden çok fazla kullanılmakta ve bu da antibiyotiğe dirençli bakteri türlerinin oluşmasına ve tedavi edilemeyen hastalıklara neden olmaktadır. Özellikle geniş spektrumlu antibiyotikler kör kurşun gibidir. Hem zararlı hem faydalı bakterileri öldürür. “Faj” dediğimiz bakteri öldüren virüsler ise, belli bir tür bakteriyi ortadan kaldırırlar.

Virüsler de aynı bakteriler gibi hem sağlık hem de tarımda oldukça önemli. Bazı virüsler bitkilerde kuraklığa dayanıklılığı artırıyor, bazıları ise böcek ilacı yerine kullanılarak onları korumada yardımcı oluyor. Şu anda virüsler kemoterapi ve ışın tedavisi yerine, bunlara göre çok daha güvenli olabilecek şekilde kanser tedavisinde kullanılıyor. Hatta önceden hiç tedavisi olmadığı düşünülen genetik hastalıklara bile çare olabilecekleri ortaya çıktı ve şu anda bu konudaki çalışmalar devam ediyor.

 

Genetik rahatsızlığı olan bir hastada virüsle gen terapisi:

1. Hastadan hücreler alınıyor.

2. Laboratuvarda virüsler değiştirilerek üreme özelliklerini yitiriyorlar.

3. Eksik olan gen virüsün genetik maddesine ekleniyor.

4. Yapısı farklılaşmış virüs hastadan alınan hücreler ile karıştırılıyor.

5. Virüsteki istenen genetik madde hastanın hücrelerine girerek değişime sebep oluyor.

6. Genetiği değiştirilmiş hücreler hastaya geri veriliyor.

7. Değişmiş hücrelerle, hastada istenilen protein üretimi yapılıyor ve hastanın iyileşmesine sebep oluyor.