TR EN

Dil Seçin

Ara

Kimin Şefkati?

Esere bakıp ustasını tanımak; yazıyı okuyup anlamını çözmek; uzanan bir yardım elinde şefkati görmek; değişen bir yüzde ümidi, endişeyi fark etmek... Bunlar insan olmanın gereği.

 

Esere bakıp ustasını tanımak; yazıyı okuyup anlamını çözmek; uzanan bir yardım elinde şefkati görmek; değişen bir yüzde ümidi, endişeyi fark etmek... Bunlar insan olmanın gereği. İnsanın akıllı yaratılması diğer vanlılardan önemli bir farkı. Aklın bir fonksiyonu da görünenden görünmeyeni görmek.

 

Bediüzzaman Hazretleri de şuna dikkat çeker, ''Nimete bakıldığı zaman Mün'im, sanata bakıldığı zaman Sâni', esbaba (sebeplere) nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.'' diye hatırlatır. Yani insan sadece bakmamalıdır. Baktığı şeyde farklı anlamlar da bulabilmeli, baktığı şeyden başka anlamlara ulaşmalıdır. Baktığı şeyin daha ötesini, gizli anlamını da görmelidir.

...

Görseniz ki, bir kış günü, soğuk ve fırtınanın şiddeti içinde, genç bir kadın kucağında bebeğiyle hızlı hızlı koşturuyor. Üstelik yağmur da çiseliyor. Bu insanın kemiklerini titreten kış havasına rağmen, o annenin üzerinde sadece bir kazak var. Çünkü paltosunu çıkarıp yavrusunu sarmalamış; o üşümesin, titremesin, hasta olmasın diye...

Bu manzara karşısında hemen hemen herkes aynı şeyleri düşünür. O annenin yavrusuna karşı gösterdiği fedakârca, kahramanca şefkatini görür. Bu doğrudur, o anne yavrusu için kendisini tehlikeye atmış, kendi sağlığını hiçe sayıp büyük bir âlicenaplık yapmış, şefkatini böyle göstermiştir.

Ben de o kış günü soğuktan kaçarken yukarıdaki bu manzarayı fark ettiğimde, çocuğunu kalbiyle sarıp sarmalamış bu anneyi gördüğümde böyle etkilenmiştim, soğuk ve fırtınayı adeta unutup yerimde çakılıp kalmıştım. Ne büyük bir şeydi bu! Ne takdir edilesi, alkışlanası bir haldi bu...

Onlar uzaklaşınca ben de hızlı adımlarla yoluma devam ederken, birden o annenin kalbinin sahibi hatırıma geldi. O annenin kalbine o şefkati koyup, ona böyle bir fedakârlık yapma gücünü Allah (cc) vermişti. Öyleyse bu manzaraya bakıp, ''Bu kadın yavrusuna karşı ne kadar şefkatli, onu ne kadar çok seviyor.'' demek doğru olsa bile eksikti. Bu tabloda sadece o annenin şefkatini görmek, bu tabloyu eksik görmekti ve hayat kitabındaki bu yazının gerçek anlamını çözememek demekti. Çünkü o bebek sadece annesi tarafından sevilmiyordu. O bebeği asıl seven, ona asıl şefkat gösteren onun yaratıcısı, onun rabbi olan Allah idi.

Allah o yavruyu öyle seviyor, ona öyle şefkat gösteriyordu ki, annesini kalbine böyle güçlü bir şefkat duygusu koyuyor, o sevdiği küçücük mahlûkunu böylece koruyup gözetiyordu. Allah, o bebeğe şefkat ettiği için, annesinin kalbine böyle kuvvetli duygular koyuyor; bu duygular ile anneyi şefkatli, merhametli, fedakâr, gayretli, esirgeyici bir insan ve onu bir ''anne'' yapıyordu.

Denebilir ki, anne şefkatini göstermeseydi, bu yavru da böyle bir esirgenmeyi göremezdi.

Fakat şu da görülmeli ki, o anne şefkatini kullanıyor, ama asıl düşünülmesi, bilinmesi gereken, o şefkati, o yüce duyguları onun kalbine koyan değil mi? Anne olmadan önce o kalpte olmayan duygular, o kalbe nereden geldi? Allah, tohumları hayatlandırdığı gibi, o kalpte de o duyguları anneliğe adım atmasıyle beraber yeşertti, büyüttü, güçlendirdi. İşte biz, anneyi takdir etmenin yanında, asıl bu gerçeği de görmeliyiz.

...

Sebeplerden, onların yaratıcısına nazarımızı çevirebilmeliyiz ki, imanımızın gereğini yerine getirmiş olalım. Çünkü bu çok önemli bir konu, burada görünen şefkati anneye veren; bir başka yerde tecelli eden ilmi, bir başka yerde yaratma gücünü, bir başka yerde şifayı, rızkı... derken Allah'ın bütün lütuflarını, bütün fiillerini, işlerini, icraatlarını da mevcudata dağıtır. Bu ise imanın tam zıttıdır. Bir yandan ''Allah'tan başka ilah yoktur; Allah'tan başka yaratıcı, rızık verici, şifa verici, başarıya ulaştırıcı...'' yoktur deyip; bir yandan da, Allah'ın yarattıklarını başka şeylere vermek, insanın kendi inancıyla çelişmesidir. Oysa bunun aynısını eski zamanların putperestleri de yapıyor ve Allah'ın fiillerini putlardan biliyorlardı.

İşte Bediüzzaman Hazretleri, böyle bir fikir ve iman hatasına düşmememiz için bizi baştan önlem almaya ve bakışımızı imana uygun şekillendirmeye çağıırıyor. İmanlı isek, imanlı gözle bakmalıyız. Çünkü iman, niyette ve bakışta başlar. Kalbimizde taşıdığımız niyet ve duygularla yol alırız. Kendini başıboş bilen bir insan, her şeyi başıboş zanneder.

Öyleyse önce kalbimizdeki duyguları değiştirmeli, nazarımızı, bakışımızı imanımıza uygun hale çevirmeliyiz. Son olarak, Bediüzzaman'ın o önemli sözünü, bir hayat düsturu olarak tekrar hatırlayalım: ''Nimete bakıldığı zaman Mün'im, sanata bakıldığı zaman Sâni', esbaba (sebeplere) nazar edildiği vakit Müessir-i Hakikî zihne ve fikre gelmelidir.''   (Mesnevî-i Nuriye, Katre)