Bir sabah çiçek gibi, bembeyaz çıkarsınız yatağınızdan. O sabah; zihin, fikir, kalp, zikir, ne varsa, ruha dair, hepsi hoşlanır bu yalınlığınızdan. Siz siz olursunuz. Aynalardaki görüntü gerçektir, sizden bir parçadır. Riyanın adı yok bu demde. Ne yaparsanız içtendir, güzeldir. Ruhun da aradığı budur bu mevsimde.
Her ağaca konmaz göçmen kuşlar. İlhamın kuşları da öyle… Her dala konmaz, her âna misafir olmaz. Şöyle bir silkinip temizlenelim, yataktan bembeyaz çiçek gibi dualarla kalkalım diye. Bembeyaz bir ağaç olalım, olalım da görelim diye bekler. “O misafir nerede, neden yok hayli zamandır, kapımızı niye çalmaz olmuş?” diye söylenmeyi bırakalım da, içimizin o saf aynalarına bir bakalım. Ne diyecek acaba? Oraya bir uzanalım. İçimize doğru bir yolculuk yapalım, kendimizi seyre çıkalım.
Haydi, ruhumuzu seyredelim. Üzüleceğimiz veya şaşıracağımız çok şeyler var. İhmal edilmiş ne varsa orada. Bu yolculuk gerekli. Ah, bir bilsek olan biteni, içimizin içindekini; bu kadar kolay yaşayamazdık hayatı, bu kadar hoyrat harcayamazdık dakikaları, anları, saatleri, günleri…
Ah geçen günler, kirazlı bahçelerin çiçekleri kadar güzel günler… Ya o ağacın meyveleri? Çiçeği böyle cezbedici olur da meyveleri geri kalır mı ondan? Hele bir ağaç bir mektup olunca Yaratanından… Geçilir mi öylesine hiç sayfaları okunmadan?
Bugün yaşadıklarımızı konuşmak ve onlarla yüzleşmek günü. Kendimizle baş başa kalma günü. Bugün yapılacak işlerin en başında bu geliyor. Kollarını bize doğru açana gitmek, ona doğru koşmak…
Dışarıda bahar ama içimde tezat var. Şimdi konuşulacak çok şey var.
Ey kalbim! Sana geliyorum. İhmal etsem de bende özel bir yerin var. Bugün bizim günümüz. Nihayet baş başa kalacağız seninle. Ey içimin içi, içimdeki en güzel inci… Geliyorum yaşadıklarımı bir de senden dinlemeye, belki de özür dilemeye. Yaralarım, günahlarım azdı yine. Çiçeklerle sarar mısın? Yine yıkar mısın gözyaşlarıyla beni? Yanında bana bir yer var mı yine?
Güya yolcuyum. Ancak yolculuktan ve hayattan bîhaber yaşıyorum. Varım ama öylesine varım. Varlığımın ve yokluğumun Yaratanımın dışında kim farkında acaba? Öyle bir hâl ki, bazen zıp zıp zıplayan, hiç durmamacasına ip atlayan bir çocuk gibi; bazen de çatıdan yuvarlanan bir taş gibi. Duracağım yer neresi? Düşeceğim yer neresi? Son ümit de sende. Geldim dayandım kapına. Bende kalan bir yanım, sana malum diğer yanım. Medet Rabbim, medet Allah’ım.
Hayatım yine rüyalarım gibi yarım. Nerede ümidimiz, nerede şevkimiz? Nerede bizim rüzgârımız? O vefalı arkadaşımız nerede?
Getirsin o günlerden bir nağmeyi. Dökülsün gözyaşımız tövbe olup içimize. Getirsin eski günlerden kalan bir ilahî sesi. Getirsin de dermansız dertlerimize derman gelsin, kalplerimize bahar gelsin. Yar gelsin, yâran gelsin, can gelsin, canan gelsin, iki dünyanın sultanı iman gelsin.
Allah’ım, eğer içimize uğramamışsa bir bahar, dışımız bahar kesilse de fark etmiyor. İncelikler kırılıyor, çıt çıt… Narin dallar gibi… Gövdelere ve gölgelere takılıyoruz. Bir yolculuk içten başlamıyorsa, dışarda da kayıbız, yokuz. En tehlikeli yanı herhalde burası insanın. İçinde değil, dışında kaybolmak.
Bir aralık kapı bulur bulmaz, girmeliyiz oradan. Hamiyetli gölgesine sığınmalıyız imanın, Rabbimizin sunduğu o büyük imkânın, o büyük armağanın.
İçim epeydir yangın yeri. Dört bir yanı harap. En vahşi ormanlar bile bazen daha masum oradan. Ben, Sen olmadan nasıl çıkacağım Rabbim buradan? Bu yolculuğu bitiren çok, daha başlamadan.
Medet Allah’ım, medet. Kulunu saran geceye, bu çözümsüz bilmeceye…
Medet Allah’ım, medet. Gölgelerin bile kaybolduğu zifiri karanlıklar yutmadan, bu yolculuğa çıkmak, kalbimle konuşmak istiyorum.
Dar bir kapıdan geçiyorum ve karşımda ruhum: “Hoş geldin.” diyor. Çiçeklerle selamlıyor. “Yanındakiler de kim?” demeden, “Bu, senin kalbin.” diyor sağ yanında duran için. “Bu da aklın.” diyor sol yanındaki için. Beni bana tanıtıyor.
Aklım biraz topluca görünüyor gözüme. Kalbim ise onun yanında ince bir dal gibi. “Niye böyle?” demeye kalmadan, açıklıyor bu durumu ruhum:
“O kadar boş şeylerle doldurdun ki aklını, maalesef atamıyor aldıklarını. Sünger gibi değil ki, sıkılıp da atılsın. Eskisi kadar kıvrak ve berrak değil artık. Şiştikçe şişiyor her gün, büyüdükçe büyüyor aklın. Görevini tam yapamaz oldu. Dikkat et, aklın büyüdükçe kalbin küçülüyor. Eskiden böyle değildi, böyle çalışmazdı.”
“Nasıl çalışırdı?” diye düşünürken, çevreme bakıyorum. Bembeyaz bir yerdeyiz. Dört yanımız çiçeklerle dolu. Çiçeklerin ortası sapsarı ve her yer bembeyaz. Ruhum bunu da açıklıyor:
“Aklın; kalbine danışmadan ve ona sormadan, en küçük bir bilgiyi bile almazdı içeriye. Çürük mallara hiç müşteri olmazdı eskiden.”
“Şimdi niye böyle?”
“Cevabı sende.”
“Bende mi?”
“Evet, sende.”
“Kalbimle konuşmalıyım önce.”
“O sana kırgın.”
“İzin varsa bir halini sorayım, gönlünü alayım.”
“Bunu onunla konuş.”
“Ey kalbim, güzel kalbim” daha der demez, bembeyaz çiçek olup boşanıyor yaşlar kalbimin gözlerinden. Meğer her yer, onun döktüğü gözyaşlarından akan çiçeklermiş. Her yer, ondan akan gözyaşlarıyla bembeyazmış meğer.
“Ne yapayım? Gideyim mi? Kaldığım yerden kırık dökük hayata yine devam edeyim mi? Bir ümit, bir fırsat daha yok mu yeniden başlamak için?”
Kalbim bir çiçek gibi sessizce fısıldadı:
“Önce içindeki en hassas yer, kalbi durur insanın. Önce orası soğur, sonra dışına vurur. O durunca, her şey durur. Hayat biter. Ben de bittim. Yoruldum artık. Aynı şeyleri defalarca seyretmekten dermansız kaldım. Ben bittim, tükendim.”
“Ne yapmalıyım?”
“Ne mi? Gıdamı vermeliydin, beni doyurup beslemeliydin. Bunu yapmadın, beni aklına yem ettin, nefsine feda ettin. Ben bittim, tükendim artık.”
“Yeniden bir bahar olamaz mı? Yeniden bir çiçek mevsimi, hem de bembeyaz bir mevsim çok uzak mı? Başlayamaz mıyım hayata yeniden?”
Kalbim, hâlsiz ve takatsiz gerçekten. Son anda, şefkatli bir anne kesildi yeniden:
“Hayır demekle kapıları yüzüne kapayamam. Bunu yapamam. Ama beni de anla, ne olur…”
“Anlıyorum. Senin bu hâlini gördükten sonra, yolumdaki engelleri temizlemek için daha kararlı döneceğim dünyaya. Sana ait olanı, bembeyaz olanı, zikri, şükrü, fikri, hayatın en hasını süt gibi içireceğim inşallah.”
Kalbim:
“Helâl lokmadan başla evvelâ.” dedi. “Bana ne gelirse gelsin, içinde zerre haram olmasın. Yediğine içtiğine dikkat et. Her birinin maddesi mideye gitse de, mânâsı süzülüp bana geliyor. Beni vurup yaralıyor. İbadetimin sâfiyetini bozuyor. Ben aldığın gıdaların mânâsıyla besleniyorum.
Hem dostlarını, akrabalarını ve konu komşuyu da ihmal ettin epeydir. Hastaları, ihtiyarları ziyaret etmeyi de unuttun. Gıybet etmemeye dikkat ederdin. Saldın hepten kendini. Geceleri de unuttun; gökyüzüne bakmayı, yıldızları seyretmeyi de.”
“Eyvah” dedim, “Şimdi sayacak her şeyi.”
Şükür ki insaflı. Kalbim her şeyi biliyor ama her şeyi sayıp dökmüyor.
“Ah kalbim... Seni şöyle bir kucaklasam…” diyorum…
“Beni namazlarda kucakla. Kur’an okurken kucakla. Dualarda kucakla. Kırmızı kaplı kitapların başında kucakla. Sen ne kadar uzaksan günahlardan, ben de o kadar yakınım sana. Sen de o kadar yakınsın Allah’a.”
***
Aklımla da konuşmayı denedim ama olmadı.
“Bak” dedi ruhum, “Bir gün gelir, mesafeler dürülür. Her şey birbirine yakın edilir. Ömür dediğin, bir gün karşına getirilir. Geç kalma, oyalanma. Her şeyi bilen Allah, sana bir gün, bir fırsat daha verir. Kıymetini bil o zaman o günün. Her gün o gündür. Her gün bir ömürdür. Hem de binlerce sene kıymetinde bir gündür. Bir gün olur, gelir o gün. Belki de o gün son gündür.”
“O gün ne zaman?”
“Rabbimizden başka kimse bilemez onu. O gün her gündür, her gün o gündür. Hayat bir gündür. O gün, belki de o gündür.”
“Daha?” dedim.
“Vakit tamam. Şimdi doğru dünyaya…”
Bu gizemli yolculuktan hoşlanmaya başlamıştım doğrusu. Hayatımın en ciddi dersini, yine içimden almıştım.
Ruhum:
“İstersen yine görüşürüz. Biz buradayız. Uzaklarda değiliz. Sen yeter ki gelmek iste, görüşmek iste. Bir sabah çiçeklerle uyandığında, bize gelmeye hazırsın demektir. Gecikmeden gel. Bekleriz yine.
Dünyaya yeniden adım atarken şunu da unutma:
Hayata karşı işlenen bir günah varsa, bu günah hayattan ümit kesmekten çok, yarınlarla aldanıp her günkü hayatın o muhteşem güzelliğini gözden kaçırmaktır.
Yaşarken neler kaybettiklerini bir bilse insanlar, gözlerini hayatta yummazlar, dört açarlar.”
Ruhuma, kalbime veda ettim. Doğrusu aklıma da biraz perhiz gerek. Bakalım, sözümde duracak mıyım?
***
Hepimiz hayatımızda yaşıyoruz bunları. Gelgitler çok fazla. Kalbimizi unutunca, bir gün dile gelir, konuşur böyle bülbül gibi. Işıklar sönmeden, perdeler inmeden, hayat denilen sahneden çekilmeden önce, son sözleri yine kalbimiz söyler. Her gece yatağa girmeden önce. Her sabah hayata çiçeklerle başlamadan önce…
Kalbimiz ne kadar güçlüyse, biz o kadar biziz, o kadar gerçeğiz. O kadar yakınız Rabbimize. Kalbimizi Rabbimize yakın eden amellerde buluşmak dileğiyle...
Üç ayların feyzini, mübarek gün ve gecelerini fırsat biliriz inşallah.
***
Bir görüşme daha olursa, kalbime ve aklıma epey soracaklarım var daha.
Yeri gelmişken size de sorayım.
Sahi, siz hiç konuştunuz mu kalbinizle? Bembeyaz çiçeklerle uyandınız mı bir sabah? Konuştunuz mu hiç? Sorular sordunuz mu ruhunuza? Size de sorular soruldu mu hiç?
Düşünelim hele bir.
Belki yaralarımıza iyi gelir.
Binler dua ve Efendimize (asm) salât-u selam ile...