TR EN

Dil Seçin

Ara

Hastanın Dini Telkin Ve Teselli Hakkı

Hastanın Dini Telkin Ve Teselli Hakkı

Hastalar—eğer isterlerse—inançlarına uygun şekilde moral destek, teselli ve telkin alabilirler.

 

Hasta haklarıyla ilgili ilk uluslararası belge olan ve 1981 yılında Portekiz’in Lizbon kentinde Dünya Tabipler Birliği tarafından yayınlanan bildirgenin son maddesi: “Hasta, dini temsilci de dahil olmak üzere, ruhsal ve manevi yönden teselli edilmeyi isteme ya da reddetme hakkına sahiptir” şeklindedir. Yine, Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa Bürosunca 1994 tarihlerinde Amsterdam’da kabul edilen Avrupa Hasta Haklarının Geliştirilmesi Bildirgesinin ilk maddesinde “Herkes kendi ahlaki ve kültürel değerlerine, dinsel ve felsefi inançlarına sahip olma ve bunlara saygı gösterilme hakkına sahiptir” denilirken; beşinci maddesinde ise “Hastalar tanı, tedavi ve bakımları sırasında saygı görme; kültür ve değerlerine uygun şekilde davranılma hakkına sahiptir” denilmektedir. Dünya Tabipler Birliği, 1995 tarihli Bali Bildirgesinin 11. Maddesinde “Hasta kendi dinlerine uygun bir dini temsilcinin ruhi ve moral tesellisini kabul veya reddetme hakkına sahiptir” demektedir. 1998 yılında yayınlanan Hasta Hakları Yönetmeliğimizin 38. Maddesinde “Kurum hizmetlerinde aksamalara sebebiyet verilmemek, başkalarını rahatsız etmemek ve personelce düzenlenip yürütülen tıbbi tedaviye hiç bir şekilde müdahalede bulunulmamak şartı ile hastalara dini telkinde bulunmak ve onları manevi yönden desteklemek üzere talepleri halinde, dini inançlarına uygun olan din görevlisi davet edilir” denmektedir.

Hasta hakları konusunda temel referanslar olan bu metinler yeterince açıktır. Hastalar—eğer isterlerse—inançlarına uygun şekilde moral destek, teselli ve telkin alabilirler.

Hastalık sadece bedensel fonksiyonları değil, ruhsal durumu da olumsuz olarak etkiler. Hastalığın yol açtığı korku, panik, depresyon, umutsuzluk ve endişeler, hastalık kadar, bazen daha fazla kişinin yaşamını bozabilir. Bu gibi psikolojik sıkıntılar, organik hastalığın iyileşmesine zarar verebilir, geciktirebilir. Tersi de doğrudur. Yani, psikolojik travmalar, stres ve ruh durumumuzla alakalı pek çok değişken, organik hastalıkların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu tür psikosomatik hastalıkların tedavisi sadece ilaçla, ameliyatla yapılamaz. Onları doğuran, büyüten psikolojik sorunların ortadan kaldırılması ve rehabilitasyonu şarttır.

Hastalığın psikolojik etkileri kişiden kişiye önemli ölçüde farklıdır. Bu durum kişinin kültürel değer yargıları, ruhsal durumu, felsefi bakış açısı ve dinî inançlarıyla yakından ilgilidir.

Hastanın ölüm korkusu ve hastalığa bağlı olarak durumunun kötüleşebileceği endişesi karşısında---eğer varsa---dinî inançları kendisine destek olabilir. Allah’a sığınması, iyileşmek için dua etmesi; O’nun kendisine şifa vereceğini beklemesi, hastanın umudunu canlı tutar ve onu yaşama bağlar. Nobel Ödüllü bir Fransız Cerrah olan Dr. Alexis Carrel, Dua adlı eserinde, duanın hasta psikolojisindeki önemini ve hastalığın seyri üzerindeki olumlu etkilerini ayrıntılı olarak açıklar. İnançları kuvvetli olan hastaların daha kolay iyileştiklerine ve tedavi süreciyle ilgili sorunların daha az yaşandığına dair gözlem ve tespitler farklı araştırmacılar tarafından da dile getirilmiştir.

Hastalığı ne kadar ağır ve umarsız olursa olsun, Allah’ın, kendisinin ihtiyacı olan şifayı verebileceğine ve buna gücü yettiğine inanan bir hasta ile; sığınacak koyu, tutunacak dalı olmadığını zanneden ve basit bir hastalıkta bile hemen evhama, paniğe, endişeye kapılan bir hastanın durumunun aynı olmayacağını hemen herkes tahmin edebilir. Umudunu yitirmeyen, hastalığın bir imtihan vesilesi olduğuna inanan, Allah’ın her hastalığın şifasına kadir olduğunu bilen, “Rabbinin kulunu terk etmeyeceği” ilahi mesajını kabul etmiş bir hastanın tedaviye uyumu artar ve hekimiyle işbirliği de bu inançtan olumlu olarak etkilenir.

Dua eden hastanın, dua ile istediği şifayı elde edip edememesinden bağımsız olarak, daha dua ederken sahip olduğu ümit ve teselli, aslında “hastaların duaya ne kadar ihtiyacı olduğunu” açıkça ortaya koymaktadır. Çünkü, Dua eden adam bilir ki, Birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn der.” Bir hekim olarak her hastanın bu umuda, bu teselliye çok ihtiyacı olduğunu bilerek, hiçbir hastanın bu inançtan mahrum kalmamasını dilerim.

Bu nedenle hastanelerde, hastaların, mensup oldukları dine göre dua ve ibadet edebilmelerine; moral destek alabilmelerine imkan sağlanmalıdır. Talep eden hastaya, kendi dininde yakınları, dostları veya din görevlileri telkin ve tesellide bulunup moral destek verebilmelidirler. Aslında duanın bu sihirli gücüne, sadece hastalar değil; sevdikleri kişinin hastalığın pençesinde can derdine düştüğünü gören hastanın yakınları da çok muhtaçtır.

Bundan da öte, bir çok hastanın yaşamı hastane odalarında, yoğun bakım ünitelerinde sonlanmaktadır. İnsanlar, günü gelince, insanlık onuruna yakışır bir biçimde ölme hakkına sahiptirler. Dünyaya geliş gibi dünyadan gidiş de insan hayatının önemli birer dönüm noktasıdır. İnanan bir insana göre: ölüm, mutlak bir yok oluş değil, bir mekan ve boyut değiştirme; bir görev ve pozisyon değişikliğidir. Herhangi bir dine inanan çoğu insan, benimsediği dinin öngördüğü şekilde can vermeyi ister. Bir din görevlisinin veya hasta yakınlarının,---kendisinin talep etmesi, uygun görmesi halinde---böyle bir hastanın yanında olması, inandığı dine göre ona telkinde bulunması, insan onuruna saygının gereğidir. Hasta yakınları da, kaybettikleri hastaları için hiç olmazsa son anında üzerlerine düşen dini ve insani vecibeyi yerine getirebilmenin huzurunu hissederler.

Sonuç olarak tekrar toparlamak gerekirse: hekim ve diğer sağlık çalışanlarının, kendi değer yargıları, inançları ne kadar farklı da olsa, hastanın moral ve manevî değerlerine saygı göstermeleri ve onunla olan ilişkilerinde bunları dikkate almaları gerektiği, ortak kabul gören bir hasta hakkıdır.