TR EN

Dil Seçin

Ara

Nerede O Eski Ramazanlar

Nerede O Eski Ramazanlar

Eski ramazanların güzel hatıraları gönlümüzde, aklımızda kalmıştır. Hep canlıdır, cezbedicidir ve “keşke yine o günleri aynı duygularla yaşayabilsek” diye düşünürüz.

Bu beylik lafı hep duyarız, bazen biz de söyleriz. Eski ramazanların güzel hatıraları gönlümüzde, aklımızda kalmıştır. Hep canlıdır, cezbedicidir ve “keşke yine o günleri aynı duygularla yaşayabilsek” diye düşünürüz. Çocukluğumuz, ilk oruç, sahur ve iftarlar, teravihler, bayram coşkusu... Camiler, mahyalar, ramazan davulcuları, iftar sofrasındaki susam kokan sıcak pideler, şerbetler, nefis yemekler, sofralar, davetler, ziyafetler...

Eski ramazanları gerçekten arıyor muyuz? Onları sahiden özledik mi? Hiç sanmıyorum. Çünkü ramazan olduğu yerde duruyor. Eskiyen ramazan değil, bizleriz. Değişen biziz, değiştik, eskidik, yozlaştık; ramazanın tadını hissettiren duygularımızı yitirdik, bencilleştik, sekülerleştik, maddi doyuma odaklandık, onun için ramazanlar artık eski tadı vermiyor.

İstesek eski günlerimizdeki ramazanları şimdi de yaşayabiliriz, yaşatabiliriz. Niye olmasın? Bugün eskiye göre çok daha fazla imkanlara sahibiz. Herşeyi daha kolay yapabiliriz. Yeter ki isteyelim, samimiyetle isteyelim.

Öncelikle paranın, malın, makamın, şöhretin, gücün mekanik dünyasından biraz çıkıp; gönlümüzün, aklımızın, ruhumuzun uçsuz bucaksız iklimlerine doğru birkaç adım atalım. Bizi bağlayan sahte kimliklerimizden kurtulup, düz bir insan, sıradan bir kul, insanlar arasında bir insan olalım. Yüz yıl önce yoktuk, bir yüzyıl sonra da yok olacağız. Biz olmadan da dünya vardı ve biz olmasak da herşey yerli yerinde olmaya devam edecek. Kimse bizi aramayacak. Bizi yokluktan varlığa çıkaran, bize hayatı lütfeden, insan olarak değerli kılan, bize içinde yaşadığımız evreni bağışlayan, her nefeste bize yeniden hayat veren Rabbimizin yerlere, göklere ve içindekilere hükmeden muhteşem iradesi karşısında hiçliğimizi, acizliğimizi, küçüklüğümüzü fark edelim. Gururu, kibri bırakalım, başımızı tevazu ile eğelim, yüzümüzü minnettarlıkla yere koyalım, gönülden şükredelim.

Bencilliğin, hırsın kör eden etkisinden arınıp, paylaşımın, sevginin, şefkatin, yardımlaşmanın erdemini tadalım. Güldürelim, sevindirelim, derman olalım, çözüm bulalım, dindirelim, elinden tutalım, koluna girelim, el verelim, kül verelim... Anne, baba, evlat, kardeş, akraba, komşu, arkadaş, hemşehri, dindaş, dost hatırı sayalım. Affedelim, bağışlayalım, unutalım, yüzüne vurmayalım, yüz ekşitmeyelim, surat asmayalım, sesimizi yükseltmeyelim, incitmeyelim, kırmayalım, dökmeyelim. Art niyetten, peşin fikirden, şartlanmışlıktan, eleştirel bakıştan, fırçalamaktan vazgeçelim. Koşulsuz, yargısız, karşılıksız, hesapsız sevelim, yaklaşalım...

Rutinin döngüsünden başımızı kaldıralım, seher vaktinin bereketini tadalım, sabah havasını soluyalım, güneşin batışını seyredelim, gülün, yaseminin, ıhlamurun kokusunu hatırlayalım, dalgaların sesini dinleyelim, bebek saflığını kucaklayalım, anne-baba duası alalım, ezanın çağrısına kulak verelim, teravihin huşuunu yakalayalım, hafızın okuyuşunu, aşıkın gözyaşını, arifin bakışını, cananın sohbetini kaçırmayalım...

Bakın o zaman ramazan eskimiş mi, yoksa yerinde duruyor mu?

Allah’ın rahmeti, hidayeti, bereketi bitmiş, eskimiş, azalmış değil ki? Sorun bizde. “Allah’ın sünnetinde (davranışında/kanununda) değişikliğin olmayacağını ve kendimizi değiştirmedikçe, Allah’ın bize olan muamelesinin değişmeyeceğini” hatırlayalım.