Peygamber Efendimiz’e gelen, inançsız bir grup, “Ya Muhammed, mahlukatı Allah yarattı? Allah’ı kim yarattı?” diye sordular. Bu soru üzerine Cebrail cevap olarak, Allah'tan İHLÂS SURESİ’ni getirdi.
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
“De ki: O Allah birdir. Her şey her halinde o Allah’a muhtaçtır; O hiçbir şeye muhtaç değildir. O doğmamış, doğurulmamış. Hiçbir şey Ona denk olmamıştır.” (İhlâs suresi)
Bu ve benzeri sorular Allah hakkındaki bilgi ve inanç yetersizliğinden kaynaklanıyor. Allah, denildi mi ezelî ve ebedî olan, bütün sıfatları sonsuz kemalde bulunan Ehad ve Samed bir zat anlaşılır. Böyle bir zat ise yaratılmaktan münezzehtir. Zira yaratılan her şey hâdistir (sonradan olmuştur), fanidir (varlığının bir sonu vardır) ve bütün sıfatları sınırlıdır. Bu soruda mahluk sıfatlarının yaratıcıya isnat edilmesi gibi açık bir tezat vardır.
Bir takım sorular var ki tarihleri çok eskiye dayanıyor. Bu soru da onlardan biri. Peygamber Efendimiz’e gelen, inançsız bir grup, ‘Ya Muhammed, mahlukatı Allah yarattı? Allah’ı kim yarattı?’ diye sordular. Bu soru üzerine Cebrail (as) cevap olarak, Allah’tan ihlâs suresini getirdi. Bu sure ile şirkin bütün çeşitleri kökünden kesilip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel şeklide izah ve ispat ediliyordu.
Allah Ehad’dir. Zat ve mahiyeti varlıklara benzemekten, mekan ve zamandan, değişip başkalaşmaktan uzak olan tek ve yekta varlık odur. O Samet’tir. Bütün varlıklar, yaratılmasında ve yaşatılmasında, kısaca her hâl ve keyfiyetlerinde ona muhtaçtırlar, o ise hiçbir şeye muhtaç değildir.
Allah doğmak ve doğrulmak gibi mahluklara ait sıfatlardan uzaktır. Çünkü onun ne başlangıcı, ne de sonu vardır. Evet o, vardı ve ondan başka hiçbir şey yoktu. Ezelî ve ebedî olan Allah’ın bir başkasının tesiriyle vücuda geldiği nasıl düşünülebilir?
Onun eşi, benzeri, dengi yoktur. Ne yaratıcılığında, ne idaresinde, ne terbiye ediciliğinde, ne de hâkimiyetinde; ona denk olabilecek hiçbir mevcut düşünülemez. Zerre kadar aklı olan kimse böyle bir zat hakkında, bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir.
Evet yaratıcı olan, yaratılan olamaz. Kuvvet ve kudreti sonsuz olan, bir başkasının tesiriyle vücuda gelemez. Başlangıcı olmayan, sonradan olamaz. Kısaca hem yaratıcılığın sonsuz kemal sıfatlarıyla donatılmış, hem de mahluk olmanın gereği olarak sınırsız eksikliklere sahip bir konumda olamaz.
Bir de konunun devir-teselsül ile ilgili bir yönü vardır ki o da şudur. Art arda bağlı hadiseler zincirinde mutlaka bir ilk halka olmalıdır ki diğer halkalar ona bağlı olsun.
Seksen vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan herbirisini bir öndeki vagonun çektiğinden bahsedilir. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık, “Lokomotifi kim çekiyor?” diye bir sual sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.
Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasındaki aletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları izah edilecektir. Neticede mes’ele bir zihne dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı, onun da tezgâhı sorulacak ve böyle gidilecektir.
Diğer taraftan bir elma, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması nihayetsiz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika icab edecek ve mes’ele muhale düşecektir.
Bir yazıyı kalemin yazdığından, kalemi elin tuttuğundan, elin de bir kola bağlı olduğundan bahsetmekle yazıyı izah etmiş olamayız. Hakikatte, mes’ele bir ilme ve kudrete dayanmakta, el de kalem gibi o ilmin tecellisine vasıta olmaktadır. Artık “Ya ilmi kim yazdı?” diye bir soru sorulamaz.
Bir nefer emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkumandan da emri padişahdan alır. “Ya padişah kimden alıyor?” şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa o da raiyyet derecesine iner ve emir aldığı zat padişah olur. Bu halde birinci şahıs padişah değildir ki: “Padişah kimden emir alıyor?” diye bir soru sorabilelim. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir zat hatıra gelir.
Bu kâinatın yaratılışının; zatı, esmâsı ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî Allahü Azîmüşşân’a dayanması zaruridir.
Bütün mahlûkat, yaratıp fakat yaratılmayan bir Zat-ı Zülcelâl’in kudretiyle “yokluk karanlıklarından ziyâdar varlık âlemine” getirilmişlerdir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan açıkça anlaşılıyor ki, bu kâinatın varlığı, zatı, isimleri ve sıfatlarıyla ezelî olan bir yaratıcıya dayanmaktadır. Böyle bir zatı kimin yarattığı sormak aklen mümkün değildir.
Bu hakikata karşı artık “Cenâb-ı Hakk’ı (hâşâ) kim yarattı?” diye firavunâne bir soruyu soranlar ancak nasıl bir cehalet karanlığı içinde bulunduklarını ortaya koymuş olurlar.