TR EN

Dil Seçin

Ara

İşte Said Nursi-Mustafa Kemal Görüşmesinin Belgesi

İşte Said Nursi-Mustafa Kemal Görüşmesinin Belgesi

*BELGE 1 YAZISI (*) Hem birinci, hem ikinci mecliste bulunan Karahisar-ı Şarki milletvekilli Ali Süruri Beye ait henüz basılmamış olan yazma hatıratından Said Nursi-Mustafa Kemal görüşmesi­ne ilişkin iki sayfa.

 

Bediüzzaman Said Nursi ile Mustafa Kemal Paşa tartıştılar mı tartışmadılar mı?

“Bu sahne gerçek dışı” deyip dava açanlar da oldu, “bağımsız bir kaynak tarafından doğrulanamadı” diyen de. Öte yandan Turgut Özakman’ın bilmediği bir konuda ahkâm kestiğini hayretle okuduk. Şunları döktürmüş:

“TBMM’deki oturum sırasında sadece divan başkanı bir din adamının dinleyiciler arasında olduğunu belirtmiştir o kadar. Bunun dışında Said Nursi’nin Atatürk’le konuştuğu hakkında hiçbir not, bilgi, anı söz konusu değildir. (…) Said Nursi ile Atatürk karşılaşmamıştır.”

“Hiçbir not, bilgi ve anı” yok ve “karşılaşmamışlar” öyle mi?

Anlayacağınız, Türkiye’de tarihin kimlerin ellerine kaldığını gösteren acıklı bir örnek karşısındayız.

Gerçekten de hiçbir bağımsız “not, bilgi ve anı” yok mu bu görüşmeyi doğrulayacak? Belgemize geçmeden önce zihnimizi netleştirmek bakımından olayları hizaya sokmakta yarar var. 

Bediüzzaman’a göre bizzat Mustafa Kemal iki defa şifreyle kendisini Ankara’ya çağırtmış, gitmemiş, nihayet aracı olarak eski dostu Van Valisi Tahsin Bey’i gönderince razı olmuştur. Burada şu soru önemlidir: Büyük Zafer’den sonra Mustafa Ke­mal Paşa, Said Nursi’yi neden ısrarla Ankara’ya çağırtmış ve Meclis’te “hoş geldiniz” töreni düzenletmiştir?

 

BEDİÜZZAMAN MECLİS’E GELİYOR

Her şeyden önce TBMM Tutanakları Dergisi’nin 24. cildinin 457. sayfasında resmi bir kayıt mevcut. Buna göre 9 Kasım 1922 tarihinde gerçekleşen 135. oturumda Bitlis milletvekili Arif Bey ve arkadaşlarının dinleyici locasında oturan “Bediüzzaman Said Molla”ya “Hoş amedî” edilmesine dair önergesi okunur. Antalya milletvekili Rasih Bey söz alarak Bediüzzaman’dan kürsüye gelmesi ve dua etmesi ricasında bulunur.

Necmeddin Şahiner “Bilinmeyen Yönleriyle Bediüzzaman Said Nursi” adlı kitabında o gün mecliste bulunan iki milletvekilinin, Abdülgani Ensari (Siverek) ile Tevfik Demiroğlu’nun (Van) tanıklığına başvurarak Said Nursi’nin kürsüden gazileri tebrik ve başarıları için dua ettiğini nakleder.

Demek ki Said Nursi’nin Meclis’e geldiği ve orada özellikle Doğulu milletvekilleriyle buluştuğu kesin. 

Olayların bundan sonraki kısmı, Nursi’nin hatıratı “Tarihçe-i Hayat”a dayanır. Ne var ki, tespit edebildiğim kadarıyla “Şualar”, “Mektubat”, “Emirdağ Lahikası” ve “Lem’alar”da 14 ayrı yerde daha Mustafa Kemal’le görüşmesinden bahsetmiştir. Bu önemlidir, zira bazılarının iddia ettikleri gibi görüştükleri iddiası kurgulanmış olsa en azından bir ikisinde çelişkiler veya tutarsızlıklar görülürdü. 15 ayrı metinde aynı noktaların hemen aynen hatırlanmış olması, hafızasının berraklığını da ortaya koyan bir misaldir.

Bediüzzaman’a göre bizzat Mustafa Kemal iki defa şifreyle kendisini Ankara’ya çağırtmış, gitmemiş, nihayet aracı olarak eski dostu Van Valisi Tahsin Bey’i gönderince razı olmuştur.

Burada şu soru önemlidir:

Büyük Zafer’den sonra Mustafa Kemal Paşa, Said Nursi’yi neden ısrarla Ankara’ya çağırtmış ve Meclis’te “hoş geldiniz” töreni düzenletmiştir? Meclis Başkanı olarak eğer istemeseydi, izin vermezdi. Demek ki, gelmesinde bir fayda mülahaza ediyordu.

Peki, neydi o fayda?

Nursi’ye göre M. Kemal kendisini “taltif etmek” ve bütün Doğu illeri genel vaizliği teklifinde bulunmak maksadıyla davet etmişti (Emirdağ Lahikası). Başlangıçta bu görev için Şeyh Sunusî düşünülmüşse de, Kürtçe bilmediği için vazgeçilmiş, Nursi’nin Kürtler arasındaki büyük şöhretinden istifade edilmesi kararlaştırılmıştı. 1922-23’lerde, Lozan görüşmeleri sırasında İngilizlerin özerk ya da bağımsız bir Kürdistan kurulması tezlerine karşı, içeride Kürtlerin Türklerden ayrılmaması gerektiğini dinî açıdan telkin edecek muteber şahıslara ihtiyaç duyuluyordu. İşte Nursi’nin Ankara’ya çağrılması, bu nazik sürece olumlu katkılarda bulunabilir, Kürtlerin TBMM hükümetine bağlılığını koruyabilirdi.

Ancak tam da bu sıralarda Ankara’da bir şeyler değişiyor, savaş sırasında yakalanan coşkun dinî atmosfer günden güne dağılıyordu. Meclis oturumlarını izleyen Bediüzzaman, namaz vakti gelip de mescide gittiğinde tam bir hayal kırıklığına uğruyordu. Zira milletvekillerinden ancak bir kısmı namaz kılıyordu.

Bu durum, kafasında soru işaretleri çaktırdı. Padişah-Halifenin yetkilerini kullanan bir Meclis’in kararları, aynı zamanda dinî kararlardı. İyi ama namaz kılmayanların çoğunlukta olduğu bir Meclis’in kararları dinî açıdan sakatlanmaz mıydı?
 

BEYANNAME VE İLK TARTIŞMA

Meselenin Bediüzzaman’ı ilgilendiren boyutu burasıydı. Bizzat kendisini Doğu illerine genel vaizlik yapmak üzere görevlendirmeyi düşünenler namazı terk etmişlerdi. Bu ne demekti şimdi?

Dine karşı bir lakaytlık, bir soğukluk gördü ve meşhur 10 maddelik beyannameyi yayınladı. Milletvekillerine gönderdiğinden birkaç kelime farklı bir nüshayı da TBMM Başkanı M. Kemal Paşa’ya ulaştırdı. (Bu nüsha Cumhurbaşkanlığı Arşivi’ndedir.) Kendi ifadesiyle söylersek, beyannameyi Mustafa Kemal’e bizzat Kâzım Karabekir Paşa okumuştu. (Fakat Karabekir “Günlükler”inde bu konuya değinmez.)

“Hür Adam” filminde meşhur tartışmanın Başkanlık Odası’nda baş başa yapılan görüşmede yaşandığı anlatılıyorsa da doğrusu, başkanlık divanında yaşandığıdır.

Aslında Bediüzzaman’ın Tarihçe’si bize aralarında iki görüşme olduğunu anlatır: Birincisi, Meclis Başkanlık Divanı’nda, ikincisi ise Mustafa Kemal’in Başkanlık Odası’nda. Anlaşılan o ki, filmde birinci mekânda konuşulanlar ikinci mekâna taşınmıştır.

Beyanname 23 Kasım tarihli olduğuna göre aynı gün veya ertesinde Nursi’nin de bulunduğu bir sırada Mustafa Kemal “şiddetli bir hiddetle divan-ı riyasetine girip, bana karşı bağırarak “Seni buraya çağırdık ki, bize yüksek fikir beyan edesin. Sen geldin, namaza dair şeyler yazıp içimize ihtilaf verdin.” der. (Emirdağ Lahikası) Nursi’nin buna cevabı aynı sertlikte olur: “İmandan sonra en yüksek hakikat namazdır. Namaz kılmayan haindir, hâinin hükmü merduddur.”

Buradaki “merdud” kelimesi üzerinde durmalıyız. Bu kelimeye, sözlüklerde “reddolunmuş; geri çevrilmiş; kovulmuş” gibi anlamlar verilmektedir. Doğru çeviri, “geçersiz ve gayri meşrudur” şeklinde olmalıdır. Ancak Şemseddin Sami “Kamus-i Türkî”de mevcut anlamlarına ilaveten “min tarafillah (Allah tarafından) kovulmuş, lain, mel’un, racim” gibi karşılıklar vermektedir. Bu durumda kelimeden, namaz kılmayan “hain”in Allah tarafından kovulmuş, lanetlenmiş biri olduğu gibi bir anlam da çıkmaktadır.

Ayrıca Şafii mezhebinde namaz kılmayanın şahitliği kabul edilmez. Hele Meclis gibi Halifenin yokluğunda dinî işlerin yürütülmesini üstlenmiş bir kurumdakilerin namaz kılmamaları, çıkaracakları kanunların meşruluğunu silip götürecek, namaz kılmayarak “hain” pozisyonuna düşenlerin çıkaracağı kanunların dinen geçerliliği kalmayacaktır. Bu gidişatı düzeltme işinin TBMM Başkanı sıfatıyla M. Kemal’e düştüğüne inandığı için o mektubu yazmış, sert ve uyarıcı bir karşılık vermişti.

Bu münakaşadan bir iki gün sonra bu defa Başkanlık Odasında bir görüşme daha gerçekleşir. Muhtemelen bu görüşme teklifi, beyannameyi okuyan Mustafa Kemal Paşa’dan gelmiştir. Nursi “Emirdağ Lahika”sında bir saat kadar konuştuğunu, “bütün hissiyatını ve prensibini rencide ettiği halde” Mustafa Kemal’in kendisine ilişmeyip taltifine çalıştığını ifade eder. “Mektubat”ta ise görüşmenin toplam iki saat sürdüğünü, İslam’ın kurallarını tahrip etmenin bu millet, vatan ve İslam dünyasında büyük zarar doğuracağını, eğer bir inkılap yapmak gerekiyorsa bunun doğrudan doğruya “Kur’an’ın kudsî kanun-i esasî noktasından yapmak lazım geldiği” mealinde uyarıda bulunduğunu aktarır.

Mustafa Kemal bu sözlere itiraz eder. “İçindeki niyet ve hâlet-i ruhiyesini” (psikolojisini) ifade eder ama Bediüzzaman’ı kendisine çekmek ve nüfuzundan istifade etmek için milletvekilliği, Darülhikmet-i İslamiye’deki görevine dönme, Doğuda genel vaizlik ve bir “köşk tahsisi” gibi cazip tekliflerde bulunmaktan vazgeçmez. Ancak Nursi hiçbirini kabul etmeyecektir.
 

GÖRÜŞMEYİ DOĞRULAYAN HATIRAT

İlk defa yayınlayacağımız bağımsız kaynak işte bu ikinci görüşmeyle ilgilidir.

Hatıratın sahibi, Karahisar-ı Şarkî milletvekilli Ali Süruri Bey, hem 1. hem de 2. mecliste bulunmuştur ve 1926 yılında bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir. Henüz basılmamış olan hatıratı “muhalif olmayan”, yani rejim açısından ‘akredite’ bir milletvekilinin elinden çıktığı için ayrı bir öneme sahiptir.

Said Nursi-Mustafa Kemal görüşmesi bu yazma hatıratta ilk kez bağımsız ve o devre ait bir metin tarafından doğrulanmış olmaktadır.

Ali Sürüri hatıratında tartışmanın geçtiği tarih olarak 25 Kasım 1922’yi vermektedir.

Meclis dağılırken Başkanlık Divanı odasından içeriye baktığını ve “Kemal Paşa” ile “Bediüzzaman Molla Said-i Kürdî” arasında bir konuşmaya (mübahaseye) tanık olduğunu anlatıyor. (Anlaşılan odaya başkalarının da girmesi serbestti. Zira Abdülgani Ensarioğlu da odada olanları Abdülkadir Badıllı’ya anlatmıştır.) Ali Süruri’nin “bir saat kadar” sürdüğünü söylediği toplantının ilk kısmında anlatılanlar, hemen hemen Risale-i Nur’lardakilerin aynıdır.

İlgili metin şudur:

“Mübahasenin iptidası Bediüzzaman’ın Kemal Paşa’ya ve daha bazı arkadaşlara yazdığı mektupta namaz kılmalarını tavsiye etmesi ve mezheb-i Şafiide târik-i salâtın şahadeti kabul edilmeyeceğine nazaran, Meclis’in ekseriyeti târik-i salât ise Meclis’in hükümlerinin medhûl ve gayr-ı nafiz olması lazım geleceğini beyan eylemesinden dolayıymış.”

Bugünkü dille söylersek: “Konuşmanın başlangıcında Bediüzzaman, M. Kemal’e ve milletvekillerine yazdığı mektupta (beyannameyi kastediyor) namaz kılmayı tavsiye etmiş. Sonra Şafiî mezhebine göre namazı terk edenin şahitliği kabul edilmeyeceğinden, eğer Meclisin çoğunluğu namazı terk ediyorsa Meclisin kararlarının “medhûl”, yani kusurlu ve “gayr-i nâfiz”, yani hükümsüz bir duruma düşeceğini söylemiş.”

Kaynağımız, ardından Mustafa Kemal’in söze başladığını ve beyannamenin “siyaseten sakıncalı” olduğundan söz ettiğini, eğer yalnız kendisine yazılmış olsaydı büyük bir sakıncasının olmayacağını ama milletvekillerine de yazılmasından üzüntü duyduğunu söyleyip “darıldı”ğını belirtiyor. Bunun üzerine Bediüzzaman da bu sakıncayı düşünmediğini itiraf ediyor. (Yalnız son cümle metnin kenarına sonradan eklenmiş.)

Ali Süruri Bey’e göre Bediüzzaman başlangıçta biraz “haşince” konuşurken muhatabının alttan alması üzerine sözlerini tevil edip hafifletiyor ve “aralarındaki kırgınlık zahiren zâil” oluyor. Ancak “herhalde iki taraf da birbirine muğber (gücenik) kaldılar” ifadesi dikkat çekiyor.

Bundan sonra yazar şahsî yorumlarına geçiyor ki, gördüklerini anlatmakla yetinseydi daha iyi olurdu.

Yazara göre sözün burasında Mustafa Kemal çok mühim meselelere temas ediyor ve zekâsını gösteriyor. Ardından “Bediüzzaman’ı yalnız şu mübahasede dinleyenler şöhretini pek hakikate muvafık bulmadılar sanıyorum.” diyor ve ekliyor: “Mamafih yine güzel cevaplar verdi. Ve Meclis’in çok mübarek ve mübeccel olduğundan bahsetti.”
 

MEKTUBU NİÇİN YAZDI?

Ali Süruri’ye göre Nursi, bundan sonra M. Kemal’e şunları söylemiş:

“Siz Kur’an’ı ve İslam’ı kurtardınız. Kur’an’ı omzunuza kaldırdınız. Kur’an ise her sayfasında salât (namaz) ile emrediyor. Mademki Kur’an’ı böyle muhafaza ettiniz, onun emri olan salâta da beynelmüslimin temin-i müdâvemet (Müslümanların namaza devamını sağlamak) için teşebbüs etmeniz lazımdır ve mektubu size onun için yazdım. Sizden başkalarına yazdığım doğru olmayabilir. Fakat böyle bir teşebbüsü sizin hatırınıza onlar da getirsinler diye yazdım.” mealinde güzel sözler söyledi.”

Yazar bundan sonra Bediüzzaman’ın (akşam ezanının okunması üzerine) odadan çıktığını, arkasından Mustafa Kemal’in odada bulunanlara, Bediüzzaman’ı beğenmediğini söylediğini ve “Böyle ulemadan ümmet-i İslamiyeye (İslam ümmetine) hayır gelmez.” dediğini ekliyor.

Bu çok ilginç metnin yorumunu size bırakıyorum. Maksadım, tarihî bir belgeyi sunmaktı. Bu görevi yerine getirdiğime inanıyorum.

Ali Süruri Bey’in hatıralarından sonra artık “Görüştüler mi görüşmediler mi?” tartışmasına son nokta konulmuş oldu. “Tarihçe”de anlatılanların bu hatıratla doğrulanması karşısında bakalım birileri yine çıkıp “Hiçbir belge yok” diyebilecekler mi?
 

Not: Aslı Milli Kütüphane’de bulunan bu önemli hatıratı bulmama yardımcı olan İlhan Şimşek, Özgür İpek Pektaş ve Dr. Niyazi Ünver’e teşekkür ederim. Eserin Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanacağını öğrendim. Umarım uzun süre beklemeyiz.