TR EN

Dil Seçin

Ara

İki Söz İki Kelam; İşte Derdim İşte Devam…

İki Söz İki Kelam; İşte Derdim İşte Devam…

Konuşmak gerek anlamak için… Meğer bir telefonla görüşüp, kalbini hoşnut edip duasını almak da varmış birçok insanın. Meğer bu kadar kolaymış. Ama eller gitmiyor, sıra gelmiyor, işler bırakmıyor. Küçük karelerden büyük mutluluklar çıkabileceğini anlayamıyoruz nedense…

Konuşmadan bilemezsin bir insanın içini, dünyasında neler olduğunu, ne gibi fırtınalar estiğini, hangi sevinçlere hasret kaldığını… Konuşmadan anlayamazsın. 

Konuşmak gerek anlamak için… Meğer bir telefonla görüşüp, kalbini hoşnut edip duasını almak da varmış birçok insanın. Meğer bu kadar kolaymış. Ama eller gitmiyor, sıra gelmiyor, işler bırakmıyor. Küçük karelerden büyük mutluluklar çıkabileceğini anlayamıyoruz nedense…

Bir arkadaşla konuşurken insanların nelere hasret olduğunu daha iyi anladım. Şöyle diyordu: “İnsanlar birbiriyle konuşunca pozitif enerji geçiyor, hayata tutunmaya sebep oluyor. Birbirimize bu kadar ilgimiz, ihtiyacımız varken kendi içimize, işimize kapanmak gerçekten büyük bir kayıp. Cenap Şehabettin’in dediği gibi: ‘Sakladığın yemek ekşimek suretiyle intikam alır.’ Bizde de bize ait olmayan çok şey var. Başkalarına ait vakitlerimiz var; bu vakitleri onlara ayırmamız lâzım. Arayıp sormak, zor günümüzde yanımızda olanlara vefa borcumuzu ödemek, görüp gözetmek… Hatta bunları vazife olarak değil, dostluğun, vefanın, kulluğun nişanesi olarak yapmak gerek…”

Başka bir dostla Ramazan’la ilgili birkaç hatıra paylaştık. Çok güzel oldu. Neşelendik, tazelendik. Dostlarla sohbet gönül gıdası oluyor. Arkadaşım anlattı:

“60’lı yılların başında Almanya’ya giden bir işçi kardeşimiz, çocuklarına Ramazan’da iftar vaktini Türkiye’deki gibi yaşatmak için bir çözüm bulmuş. Yan odaya geçip şişirdiği kese kâğıdını iftar vaktinde top patlaması yerine patlatıyormuş. Çocuklar o sesi duyunca “Top patladı. Top patladı…” diye sevinçle yemek masasına koşuşuyorlarmış. Böylelikle Türkiye’deki Ramazanları yaşıyor gibi oluyorlarmış…”

Bir hatıra da ben aktardım. Bir çocuğun sıcak yaz gününde top oynadıktan sonra çeşmeye gidip kana kana su içmesini anlattım. Kendisi içmiş doymuş, ama içtikten sonra da oruçlu olduğunu hatırlamış. Tabi orucu bozulmamış. Çocuk çeşmenin başından ayrılmadan bir ihtiyar su içmek için yanaşmış. Fakat çocuğun aklıevvelliği tutmuş: “Amca” demiş “Oruçlu değil misin?” Adamcağız ne yapsın, orucu hatırlayınca hemen el çekmiş sudan. Çocuğa da tatlı bir sitem etmiş: “Be evladım” demiş, “Müsaade etseydin, içseydim de sonra hatırlatsaydın ya… Bu sıcak günde Allah’ın unutturduğunu niye hatırlatırsın. Bana bir ikram olacaktı.” demiş. Çocuk pişman olmuş ama yapacak bir şey yok. Dinimizin bir kolaylığıdır, yaşlı, zayıf, çocuk vs oruçlu olduklarını unutup yer içerlerse onlara dokunulmaz. Peygamber Efendimiz de “Allah, ona yedirmiş, içirmiştir” buyuruyor. Bu ona bir ikramdır… Ancak hatırladığı an yemeyi bırakıp oruca devam eder.

Bunları konuştuktan sonra arkadaşım dedi ki: “Çok iyi oldu. İki laf etmeye hasret kalmışız…”

Evet ne demişler: “Gönül ne çay ister, ne çayhane; gönül dost ister çay bahane.”

İki söz iki kelam; işte derdim işte devam…

Allah (cc), hayırlı dostlar nasip etsin.