TR EN

Dil Seçin

Ara

Bilimsel Devrim Efsanesi

Bazı modern yalanlar tekrarlana tekrarlana zamanla zihinlerde apaçık ve saygıdeğer doğrular katına terfi edebiliyor. “Bilimsel Devrim” (Scientific Revolution) terimi bunlardan biridir. Elimde Türkçesi 1935 yılında basılmış olan Gaston Bachelard’ın Yeni İlmî Zihniyet1 adlı kitap var; kitap 20. yüzyıl başlarında bilimde meydana gelen değişimlere ve Newton çağıyla mukayeselere tahsis edilmiş onca sayfasına rağmen tek bir kere olsun bize ‘bilimsel devrim’den söz etmemektedir. Bu durum ilk bakışta şaşırtıcı görünse de, aslında bizim kavramları nasıl büyük ölçüde son yıllarda imal edilmiş temeller üzerinden algıladığımızın da çarpıcı bir misalini oluşturmaktadır.

California Üniversitesi’nde sosyoloji ve bilim araştırmaları profesörü olarak çalışan Steven Shapin, Bilimsel Devrim adlı kitabında bize şaşırtıcı bilgiler veriyor.

Shapin’e göre, “bilimsel devrim” terimi ilk kez 1939 yılında ortaya atılmıştır, yani gerçekleştiği varsayılan tarihlerden yaklaşık 300 yıl kadar sonra. Yine de bu terimi bir kitabın kapağında görmek için bir 15 yılın daha geçmesi gerekecektir (1954).

Yani, hepi topu 70 yıllık bir ömrü bulunan bu kaygan terimin düşünme yeteneğimizi ve bilim tarihini anlama çabamızı böylesine felç etmesi de gösteriyor ki, aslında resmen bir “büyücülük” olayıyla karşı karşıyayız. Diğerinden tek farkı, bu büyünün bilimsel bir kılıkta yapılıyor olması. (Kopernik ve Newton’un yaşam serüveninde göreceğimiz gibi, büyünün bilmeden bilimden kopması hiç de tereyağından kıl çekercesine bir suhuletle gerçekleşmiş değildir.)

Sivri dilli araştırmacı Steven Shapin, Bilimsel Devrim adlı kitabına bu gösterişli yalanın tarihini yazmakla başlıyor.

Steven Shapin’e göre “bilim” (science) ve “bilim adamı” (scientist) terimleri, ancak 19. yüzyılda kullanıma girmiş olup 20. yüzyıl başlarına kadar da yaygınlaşmamışlardır.2

Bir başka deyişle, bilimin kamuoyu nezdinde bugünkü sarsılmaz ve tartışılmaz itibarını kazanması, neredeyse dün denilecek kadar yeni bir olgudur. Dolayısıyla hem Avrupa, hem de Osmanlı tarihine, bilimin günümüzde kazanmış olduğu nevzuhur çerçeveden bakarsak fena halde çuvallarız.

Shapin’e bakılırsa gerçekte 17. yüzyıl insanı genel olarak “Avrupa’da’ yaşamıyordu, “17. yüzyılda” yaşadığını bilmiyordu ve bir “Bilimsel Devrim”in tam ortasında olduğunun da farkında değildi.3 Nitekim 17. yüzyıldaki genel tabiat anlayışı üzerine Bilimsel Devrim’den tek kelime söz etmeksizin gayet ikna edici bir tarih yazılabileceğinde şüphe yoktur.4

Günümüzde ‘Bilimsel Devrim’ denildi mi, özellikle Türkiye gibi Batı hayranlığının kültürel dokunun derinlerine nüfuz ettiği ülkelerde akan sular durur. Birisi Kopernik, Galile ve Newton’dan söz etti miydi, ayet duymuşçasına manalı sessizliğe bürünür çehreler. Dudaklar bükülür, anlamlı anlamlı kafalar sallanır, ‘Elin adamı neler yapmış bizimkiler mışıl mışıl uyurken’ tarzında ucuz nutuklara sığınılır.

Oysa meselenin iç yüzü hiç de öyle değildir.

Mesela Newton’un yaşadığı devirde Cambridge Üniversitesi’nin hali niceydi, hiç biliyor muyuz?

Okutacak doğru dürüst öğrenci bulamayan üniversite yönetimi, sınıfları doldurabilmek için öğrencilere indirim üstüne indirim yapıyor, hocalar ise okulu müşterilerin gözünde daha cazip hale getirebilmek için, bırakın başarısız olanları sınıfta bırakmayı, talebeye düpedüz sınıf atlatıyorlardı.5

Üstelik aynı zamanda bir simyacı ve ilahiyatçı da olan Isaac Newton, buluşlarının bilimsel sonuçlarından ziyade, kafasındaki din kavramı açısından taşıdığı anlamla ilgileniyor, yaptığı dakik hesaplarla Hıristiyanlığın dünyaya nasıl ve ne zaman yeniden hakim olacağına dair kehanette bulunuyordu. Hatta bunun için ayrı bir kitap dahi yazdığını biliyoruz. Üstelik zat-ı devletleri, büyücülükle de iştigal ederlerdi. Nitekim bu yüzden adı, çağdaşları arasında “son büyücü”ye (the last magician) dahi çıkmıştır.6 (Gerçi “son büyücü”nün Newton değil, Einstein olduğunu söyleyenler de vardır.)7

Üstelik hiçbir bilimsel kavram ve keşif, kendi zamanlarında bizim zamanımızda kazandıkları sağlamlığa ve güvenilirliğe sahip değillerdi. İnsanların bilim adamlarının söylediklerine hemen inandıkları bir çağ, belki 20. yüzyıla kadar hiç olmamıştır. Her teori veya buluş pek çok itirazla karşılaşmış ve patent davalarına kadar uzanan (mesela Edison) hiç de bilimsel olmayan pek çok tartışmayı beraberinde sürüklemişti.

20. yüzyılın en dikkate değer filozoflarından Alfred North Whitehead, Bilim ve Modern Dünya adlı ilk baskısı 1925 yılında yapılan kitabında bilimsel devrim hakkındaki kanaatlerimizin nasıl bugüne mıhlanmış ve tarihî gerçekliğinden koparılmış bulunduğunu şöyle ortaya koyar:

Galile dünyanın hareket ettiğini ve güneşin sabit olduğunu söyledi; Engizisyon dünyanın sabit olup güneşin hareket halinde olduğunu söyledi; mutlak bir uzay (space) teorisini benimseyen Newtoncu astronomlar ise hem güneşin, hem de dünyanın hareket ettiklerini söylediler. Öte yandan biz bu üç önermeden hiçbirinin aynı şekilde doğru olmadığını söylüyoruz. Benimsenen önermenin gerektirdiği şekilde durağanlık ve harekete ilişkin anlamınızı sabitlediğinizde bu yorumlara ulaşmanız mümkündü. Galile’nin Engizisyon’la tartışması zamanında Galile’nin olguları dile getirme şekli, bilimsel araştırma için gayet faydalı bir prosedür olmakla birlikte kendi başına Engizisyon’unkinden daha doğru bir formülasyon değildi. Neden? O tarihlerde bizim modern izafi hareket kavramlarımız kimsenin kafasında yoktu da ondan.8

Dikkat ederseniz, daha ‘Bilimsel Devrim’in Müslüman âlimlerden çalınan bilgilerle yapıldığı meselesi üzerinde durmadık. Mesela Kopernik ve Galile’ye gezegenlerin hareketiyle ilgili teorisini ilham eden Nasirüddin Tûsi’nin 13. yüzyıldaki Meraga’da yaptığı buluşuna araştırmacı E. S. Kennedy tarafından “Tûsi çifti” (Tûsi couple) adı verilmiştir.9

Tabii bütün bunlardan haberimiz yoksa, Avrupa’daki “Bilimsel Devrim” efsanesinin gerçekliğine saf saf inanmaya devam etmemizde de şaşılacak bir taraf olmasa gerek.

 

DİPNOTLAR:

[1] Gaston Bachelard, Yeni İlmî Zihniyet, Çeviren: Hilmi Ziya Ülken, İstanbul 1935, Vakit Kitaphanesi.

[2] Steven Shapin, Bilimsel Devrim, Çeviren: Ayşegül Yurdaçalış, İstanbul 2000, İzdüşüm Yayınları, s. 7

[3] Age, s. 13

[4] Age, s. 10

[5] Richard S. Westfall, “Cambridge at the time of Newton”, http://www.historyhouse,com/in_history/cambridge

[6] Josep Fontana, Avrupa’nın Yeniden Yorumlanması, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, İstanbul 1995, Afa-İntermedya, s. 123. Ayrıca bkz. Felipe Fernanez-Armesto, Millenium, Black Swan, 1996, s. 442

[7] Bkz. Oğuz Özügül, Aydınlanma Tarikatı, s. 121

[8] Alfred North Whitehead, Science and the Modern World, New York 1959, Mentor Books, s. 164

[9] Kopernik’in İslam bilimiyle ilişkisi üzerine bkz. George Saliba, İslam Bilimi ve Avrupa Rönesansı’nın Doğuşu, Çeviren: Günseli Aksoy, İstanbul 2008, Butik Yayınlar, s. 225-268; Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve İlim: İslam Medeniyetinde Aklî İlimlerin Tarihi ve Esasları, Çeviren: İlhan Kutluer, İstanbul 1989, İnsan Yayınları, s. 106-111.