TR EN

Dil Seçin

Ara

“Bilimsel Yöntem” Efsanesi

Modern bilim kendisini “bilimsel” olarak kabul eder, çünkü belli bir metodoloji kullanır. Bu metodoloji temelde nicelikseldir ve ölçülebilir olgularla uğraşır.

Uygulayıcıları da yansız ve “kusursuz”dur. Fikir adamları dogmalar etrafında düşünürken ve onları karşıt düşüncelere karşı savunurken; bilim adamları “hipotez”lerle çalışır. Elde edilen delillere göre bu hipotezler değişebilir.

Bilimsel yöntemin standart tanımı, makine düzeninde işleyen bir süreci akla getirir. Bu süreçte devamlı surette doğru yanlıştan ayrıştırılır ve şu adımlar atılır:

1. Bazı olguları gözlemek ve tanımlamak.

2. O olguları ve ilişkilerini açıklamak için matematik formüllerine benzeyen hipotezler kurmak.

3. Hipotezlerden hareketle tahminlerde bulunmak.

4. Tahminlerin doğruluğunu yapılan deneylerle test etmek.

5. Eğer deneyler doğrulamaz ise, hipotezi yenilemek. 

Fizik profesörü Frank Wolfs’a göre, bu süreçte önemli olan, doğal olayları yorumlamamıza tesir eden kültürel inanç ve algılarımızın etkisini en aza indirmektir. Bunun için de bilim adamının yaptığı tahminleri deneylerle sürekli test etmesi gerekmektedir. Bu sebeple Wolf’a göre, “Bilimde esas olan, deneydir.”

Gelgelelim, tecrübeler bu neredeyse evrensel olarak kabul edilen bilimsel yöntem anlayışının bir efsane olduğunu ortaya çıkardı. Hem de nispeten yakın bir dönemde, 1800’lerde bir istatistikçi olan Karl Pearson tarafından geliştirilmiş bir efsane!

O adını bilim tarihleri kitabının başına yazdığımız Kopernik, yukarıdakine benzer bir bilimsel metod hiçbir zaman kullanmadı. Sir İsaac Newton ya da Charles Darwin de böyle bir bilimsel metod kullanmadı. Fransız felsefeci ve matematikçi Rene Descartes da, “Metod Üzerine Söylem” kitabıyla bilimsel araştırma çağını açan kişi olarak tanınır. Ama Descartes’ın metodu yukarıda tanımlanan şekilde bir ilişki sürecini hiçbir zaman tanımlamamıştır.

“Benzol” adlı maddenin molekül yapısı, ilk defa bir laboratuarda değil, bir rüya sırasında hipotez haline getirildi. Günümüzde pek çok teori, yukarıda tanımlanan laboratuar süreçlerinden değil, anlık ilhamlar neticesinde doğdu. Zaten, bir bilim adamının düşünme süreci ne kadar zengin ve karmaşık ise, kaçınılmaz olarak, standart bilimsel yöntem aşamalarından o kadar uzaklaşır.

Esasen bilim bir insan işidir ve bilim adamları yaptıkları işe hayal güçleri, yenilikçi bakışları, önceki bilgileri, kütüphane araştırmaları ve bazen de şanslarıyla yaklaşırlar. Aslında bu kapasiteler, bilim adamı olsun ya da olmasın, bir problem çözmek için her insanın kullandığı kapasitelerdir.

Evrensel bilimsel yöntem efsanesi, bilim adamlarının gerçek dünyada iş yaptıkları gerçeğini unutturur. Meselâ bilim adamlarının araştırmalarına kaynak bulmak için bağış veren vakıflarla temas kurdukları, hükümet bürokratlarıyla işbirliği yaptıkları ve bu amaçla her türlü fırsatı değerlendirmeye çalıştıkları es geçilir.

Bilimsel yöntem tanımı, bilim adamının çalıştığı konuda doğru ölçümler yapabileceği konusunda aşırı bir iyimserlik taşır. Bu konuda İngiliz biyolog Gordon D. Hunter’ın itirafı dikkate değer niteliktedir: “Çok araştırma yapmış herkes bilir ki, bir bilim adamının yayınladığı kitaplarda yer verdiği kendi teorisini destekleyen mükemmel şema ve tablolar hiçbir zaman gerçek hayatla birebir örtüşmez. Eğer o bilim adamı sahtekârlık yapmıyorsa bile, elde ettiği bulguların kendisine göre en ‘değerli’ olanlarını seçer. Örneğin, bir araştırmayla ilgili beş deneme yapılıp bunların dördü destekleyici biri aksi sonuç gösterdiğinde genellikle sonuncu denemenin sonucu çöpe atılır.”

Tüm bilimsel deneylerin dürüst sonuçlar vermesini garanti altına almak için farklı bilim adamları tarafından yeniden tekrarlandığı fikri de, bir efsanedir. Gerçekte bir bilim adamının bulgularının başka bir bilim adamı tarafından kontrol edilmesi çok nadir gerçekleşen bir olaydır. Çoğu bilim adamı kendi işiyle meşguldür, araştırma fonları zaten sınırlıdır, ve bu alanda yeni bir araştırma talebi ve baskısı olduğu için bilim adamları genellikle yeni bir araştırma peşindedir.

Bilim adamları arasındaki ilişki, deneyler üzerinden değil, genellikle “meslektaş toplantıları” üzerinden yürür. Hangi araştırmanın fon alacağı hangilerinin almayacağı ve yine hangi araştırmaların yayınlanacağı ve hangilerinin yayınlanmayacağı, bu toplantılarda belirlenir.

Bu toplantıların kurumsal bir nitelik kazanması nispeten yenidir. Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte bilimsel araştırmalar artınca hükümet hangi araştırmalara destek olacağını tespit etmek için Ulusal Araştırma Konseyi’ni (National Research Council) kurmuştur.

Ama bu konsey zaman içinde çıkar çatışmalarının ve belli dogmatik yaklaşımların kurumsallaşmasına hizmet etmekten kurtulamamıştır. 1994’te Kongre’nin başlattığı soruşturma sonunda, Konsey üyelerinin fonları kendi tanıdıklarına aktardıkları ve bilim alanında bir tür “bizim çocuklar kulübü” kurdukları ortaya çıkmıştır.

Yine bu soruşturma sonunda yaşlı ve ün sahibi bilim adamlarının gençlerin önüne set olduğu anlaşılmış; günümüzde uzmanlaşmış bilim dünyasında belli kurumlar için çalışan bilim adamlarının doğal olarak rakip konumunda oldukları ve ‘bilimsel doğru’ aleyhine bile olsa kendi çıkarlarınca hareket ettikleri saptanmıştır.

Şurası çok açıktır ki, geçen yüzyılda bilimin yönünü belirleyen en önemli etken, bilimsel araştırmaların hükümet ve sanayi kuruluşlarının fonlarına bağımlı olması oldu. Ondokuzuncu yüzyılın nispeten finansal açıdan bağımsız ve namuslu bilim adamlarının yerini, yirminci yüzyılda yüklüce fonlara ihtiyaç duyan pahalı araştırmalar altında ezilen bilim adamları aldı. Bu duruma, hükümetlerin belirleyiciliğinin artması, bilimsel araştırmaların askerî alana kayması, uluslar arası şirketlerin ortaya çıkması gibi bir dizi etken yol açtı.

Sonuç olarak, bilim özellikle günümüzde hiç de evrensel doğru gibi sorgulanmadan kabul gören tarafsız bilimsel yöntemlerle yürümüyor. Bilimsel yöntemin kendisinin efsane oluşu kadar, bilimin insanî, ticarî, askerî pek çok etkiye açık olmasının da etkisi var bunda.

 

* Bu makale, Sheldon Rampton ve John Stauber’in Loka Alert sitesindeki yazısından kısaltılarak alınmıştır.