TR EN

Dil Seçin

Ara

Bilimin Yanılmazlığı Efsanesi

Bilimin Yanılmazlığı Efsanesi

Bilim sayesinde, sadece bilmediğimiz şeyleri değil, bildiğimizi sandığımız halde aslında bilmediğimiz şeyleri de keşfediyoruz. Yüzyıllarca Batıda tartışmasız gerçek olarak görülen bir bilginin, meselâ Dünya’nın düz olduğunun bir efsane olduğu ortaya çıkabiliyor.

The New York Times’daki başyazısında (1 Ağustos 2010) Carlos Cunha, “Ancak” diyor, “Bilimin bile, bildiğini sandığı şeyi her zaman bilmiyor olabileceği gözden kaçıyor. Teorik varsayım şeklindeki efsaneler, çoğu bilimsel keşfi oluşturan tuğlaları birleştiren bir harç fonksiyonu görüyor. Bunu bilimsel bilgi evrenini ayakta tutan karanlık madde olarak da adlandırabilirsiniz. Elbette karanlık maddenin kendisi de bir bilim efsanesine örnektir. Varlığı kanıtlanamasa da, giderek gerçek olarak kabul ediliyor.”

Cunha daha sonra konuyu evrim teorisine getiriyor ve teoriye saldırıların şaşırtıcı olmadığını vurguluyor. “Akıllı tasarımı yücelten yaradılışçılar dışında, genelde Charles Darwin’in fikrinin her bakımdan kanıtlandığı zannedilir” diyor ve bir örnek veriyor: Evrim teorisinin en ilginç kanıtlarından birisi, bazı türlerin tuhaf bir şekilde diğer türlerin şeklini ve rengini taklit etmesidir. Ancak büyüleyici görünen bu taklit yeteneği, Darwin’in getirebileceği açıklamaya hiç uymuyor. Yani bunlar, milyonlarca yıl boyunca süren ve türün çoğalmasına yardımcı olan kapsamlı ve küçük tesadüfî mutasyonlar gibi görünmüyor. Süreci tetikleyen gerçek mekanizma ve bunun taklit yeteneğini düzenleyip mükemmelleştirmesi, bilimin bilir gibi göründüğü ve bildiği varsayılan, oysa gerçekte bilmediği her şey.

Bilimin belli bir konuyu bilmemesi şaşırtıcı bile olabilir. Bilimin aslında küçük kuşların nasıl göç ettiğini, bu kadar uzak mesafeleri nasıl kat ettiklerini veya ne sıklıkla mola vermek zorunda kaldıklarını bilmediğini kim düşünürdü? The New Times’da çıkan bir habere göre, yeni bir takip teknolojisi kullanan araştırmacılar, kuşların çoğunun bizler gibi molasız uçuşları tercih ettiğini görünce hayret ettiler.

Cunha, “Bilim insanları pozitivisttir” diyor. Bildikleri şeyler arasındaki boşlukların büyüklüğüne, yani “negatif kütleye” dikkat çekmezler. Bu da, bilimin yolumuzu gerçekte olduğundan daha güçlü aydınlatıyormuş gibi düşünmemizi sağlar. Halbuki gerçek böyle değildir, sanal bir görüntü oluşturulmuştur.

Şu sıralarda bilimin henüz çözemediği milyarlarca konuyu işleyen bir kitap çıkarma zamanının geldiğini ekliyor Cunha. Bu eser, bilim insanlarının kendilerinin de, bilimin asla bilemeyeceğini kabul ettikleri bir soruyla bitebilirdi:

“Neden hiçlik yerine varlık var ve bunun amacı veya anlamı nedir?”

Şu gerçektir ki, gerçek din olan İslâm, hem bilimle uyum içerisindedir, hem de bilimi teşvik eder. Allah’ın varlığına iman eden bir bilim insanı, incelediği canlılardaki ve düzenlerdeki mucizeleri görerek, O’nun kudretini daha iyi kavrar. Böylelikle hem bilimle daha uygun bütünleşir, hem de bilimin cevap veremediği sorulara anlamlı karşılıklar verir.