TR EN

Dil Seçin

Ara

Bilimin Tabusunu Yıkan Keşif

Bilimin Tabusunu Yıkan Keşif

Geçen ay bilim dünyası bir ‘keşif’le sarsıldı.

 

Geçen ay bilim dünyası bir ‘keşif’le sarsıldı.

Amerikalı bilim adamları, Kaliforniya’daki Mono Gölü’nün derinliklerinde, ‘doğal bir zehir’ olarak bilinen ‘arsenik’ maddesiyle beslenen, daha ötesi bu maddeyi DNA’sında yapıtaşı olarak bulunduran bir bakteri türü keşfetti.

Bu bakteri, “bilim dünyasınca bilinen yaşam tanımını” da alt üst etti. Zira bugüne kadar “canlılık” için “hidrojen, oksijen, nitrojen, fosfor, karbon, sülfür” elementlerinin gerekli olduğu öngörülüyordu. Bu bakteri ise, DNA’sında, ‘fosfor’ yerine ‘arsenik’ elementini bulunduruyordu.

 

Açılan ve açılamayan kapılar

Araştırmaya başkanlık eden Amerikan Jeolojik Araştırma ve Astrobiyoloji Enstitüsü Profesörü Felisa Wolfe-Simon, bu keşif vesilesiyle, “Evrenin başka bir yerinde yaşamı nelerin mümkün kılabileceğinin anlaşılmasına yönelik kapıyı açtık” diyor.

Evet, bu anlamda bir kapı açıldı; peki ya evrenin asıl tılsımını anlamaya yönelik kapı da açıldı mı acaba? Bilim dünyası, bu keşif vesilesiyle, zihin kalıplarını ne kadar yıkabildi, ezberini ne derece bozabildi meselâ?

Sözgelimi, bugün arsenikle yaşadığı sürprizi, yarın başka bir ‘element’le yaşama ihtimaline zihinsel olarak ne kadar hazır?

Çok değil, belki bir 50-100 yıl önce Arsenik’in de bir canlının DNA’sında yapıtaşı olarak bulunabileceğini birileri söylemiş olsa, kim bilir belki de gülünüp geçilirdi sadece bilim dünyasınca...

Ama bugün bu gerçekleşti işte…

Ve şimdi birileri kalkıp, ileride başka bir elementin de herhangi bir canlının DNA’sında yapıtaşı olarak bulunabileceğini söylese bilim dünyası bunu nasıl karşılar acaba?

 

Yaratıcının kâinattaki mesajları

Ben, bu keşifle, Yaratıcı Kudretin insanlığa çok önemli bir mesaj verdiğini düşünüyorum.

Rabbimiz, sanki mânen şöyle diyor biz kullarına:

“Ey kullarım! ‘Çoğunlukla’ belli bir ‘düzen’ içerisinde ve ‘hep aynı tarzda’ yaratıyor oluşum, sizleri sakın yanıltmasın. Size her an yeni ‘sürprizler’ yapmaya kâdirim. Şüphesiz Ben, Kendi koyduğum kurallara bağlı değilim. Bilakis o kurallar, Bana tâbidir. Ben ‘hep öyle dilediğim’ için, hep öyle oluyor. Farklı şekilde dilesem, farklı olur. Bir şeyin olması, sadece Benim dileyip ‘Ol’ dememe bağlıdır.” *(Son cümle, Yasin Sûresi’nden meâlen)

Evet, bence tam da böyle bir mesaj çıkartılabilir bu keşiften.

Rabbimiz, bu keşifle ve buna benzer hâdiselerle, Kendi koyduğu kurallara bağlı kalmaya mecbur olmadığını hatırlatıyor biz kullarına.

Öte yandan, yine bu keşfin, yaşatanın o altı element olmadığı, “Yuhyî” kelimesinde ifade edildiği gibi “hayatı verenin doğrudan doğruya O olduğu,” hayatın “Onun ‘kudret eli’nde olduğu” yönünde bir dersi de ihtiva ettiğini söylemek mümkün.

Elbette alınacak mesajlar artırılabilir veya daha da açılabilir.

 

Evrenin tılsımı nasıl çözülür?

İşte böylesi mesajları alabildiği takdirde, bu maddî keşif, çok daha kritik metafizik keşiflerin kapısını açacaktır insanoğluna. Evrenin gerçek tılsımını anlamaya yönelik muamma çözülmüş olacaktır.

Peki, genel manada bu mesaj niye alınamıyor?

Bilim dünyası niye hâlâ böylesi bir mesaja duyarsız kalıyor?

Aslında bugünün bilim dünyasının temel probleminin, sanat ile Sanatkâr arasındaki irtibatı kuramaması olduğunu söyleyebiliriz.

Maddede boğulan bilim, varlığın harika ve kusursuz işleyişini görüyor, fakat bu mükemmel işleyişin bir ‘işleteni’ olduğunu düşünmüyor maalesef.

Eğer düşünse ve bunun da sonucu olarak ‘inansa,’ gerisi çorap söküğü gibi gelecektir.

Çünkü iman her şeyin başıdır. Bediüzzaman, bütün ilimlerin/bilimlerin özünün Allah’ı tanımak olduğunu, bunun da temel esasının Allah’a iman etmek olduğunu söyler. İman ise, her şeyi aydınlatan bir ışıktır. Bütün düğümler, o nurla açılır; bütün gizemler onunla açığa kavuşur.

Ve böylesi bir imanın, bilimle çelişen hiçbir yanı da yoktur. Çünkü bilim de zaten Allah’ın yarattıklarından doğmaktadır. Hatta bu anlamda “Bilim, Allah’ı, O’nun yaratışını ve sanatını anlama çabasıdır” da diyebiliriz. Her bilim dalı, kendi sahasında Allah’ın sanatını temaşa ettirmektedir insanoğluna.

 

Son söz

Profesör Felisa Wolfe-Simon’un keşfi, zaman içerisinde, özellikle son iki yüz yılda kendi verilerini tabulaştırma ve git gide ‘kutsama meyli’ içerisine girmiş maddeci bilime, diğer bir tabirle vahye sırtını dönerek kendi ‘bilgisini’ ilâhlaştıran ‘enaniyet-i insaniyeye’ indirilmiş ibretlik bir ‘İlâhi darbe’dir.

Nemrud’u ufacık bir sinekle, Firavun’un sarayını küçücük karıncayla mahveden Allah, maddeci bilimin, ‘çok güvendiği’ verilerinden birini, bir ‘tabusunu’ da mikroskobik bir canlı olan “GFAJ-1 türü bakteri” ile yıkmıştır vesselâm.