TR EN

Dil Seçin

Ara

Bilimin Soramadığı Soru / Bilimsel Tarafsızlık Masal mı?

Bilimin Soramadığı Soru / Bilimsel Tarafsızlık Masal mı?

Evren karşısında tüm insanlık olarak bir çocuktan farkımız yok. Merak ediyoruz, soruyoruz; araştırıyoruz, tespitler yapıyoruz. Ve evrenden topladığımız bilgileri kaydediyoruz. Bunun sonucunda elimizde biriken bu bilgiye de “bilim” diyoruz.

Geçenlerde arkadaşımla konuşurken; “Çocuğu olan birisinin her şeyi bilmesi gerekir” dedi ve devam etti: “Çünkü çocuklar sürekli sorular sorup anlamaya çalışırlar: Güneş neden doğar? Dünya ne kadar büyük? Mevsimler, Dünya Güneş’in etrafında döndüğü için mi olur? Domates neden kırmızı, muz neden sarı, yapraklar neden yeşil?.. İşte böyle, senin karşında bir allâme var ona göre…”

Gülüştük… Daha sonra düşündüm de aslında evren karşısında tüm insanlık olarak bir çocuktan farkımız yok. Merak ediyoruz, soruyoruz; araştırıyoruz, tespitler yapıyoruz. Ve evrenden topladığımız bilgileri kaydediyoruz. Bunun sonucunda elimizde biriken bu bilgiye de “bilim” diyoruz.

Şimdi bir adım geriye çekilelim ve her şeyi ilk defa gören, meraklı gözlerle evreni anlamaya çalışan bir insanı hayalen takip edelim. Her hangi bir şeyi ilk defa görsün; mesela bu bir yumurta olsun. Yumurta belli bir şekli olan ve belirli maddelerin, belli oranlarda bir araya geldiği bir varlık…

Bir şeyi ilk defa gören her insanın soracağı sorular hemen hemen bellidir: “Bu nedir? Bu neye yarar? Bunu kim yapmış? Bu şey nasıl yapılmış, nasıl var olmuş?..”

Fakat bu meraklı insan o yumurtaya hayret ve hayranlıkla sorup anlamaya çalışırken birisi çıkıyor ve diyor ki: “Olmaz! Bunu kim yapmış diye soramazsın. Bu inancın konusudur… Kimin yaptığını işin içine katarsan tarafsız bilgiye ulaşamazsın!”

“Sen kimsin?”

“Ben bilim adına konuşuyorum. Sana her şeyin cevabını söylerim. Ama dediklerimi sorgulamadan kabul etmen lazım.”

“Fakat ben bu şeyi tanımaya, anlamaya çalışıyorum! Kimin yaptığını bilmenin ne zararı olabilir ki!?”

“Diğer sorular sana yeter. Sen nasıl olduğunu anla kâfi! Bu yumurtayı tavuk yaptı ve başka birinin de bir dahli yok!”

“Soru sormanın” bu kadar tepki görmesine şaşıran o meraklı insan, ne olduğunu anlamasa da bu her konuda ahkam kesen adama soruyor: “Yağmuru kim yağdırıyor? Güneş neden doğar? Dünya ne kadar büyük? Mevsimler, Dünya Güneş’in etrafında döndüğü için mi oluyor? Domates neden kırmızı, muz neden sarı, yapraklar neden yeşil?.. İnsanların yüzleri neden farklı?..” Her sorusunda o çatık kaşlı bilimselci, bir sebep söyleyip meseleyi kapatıyor: “İşte bunu bu yaptı, bunu bu yaptı!.. Al sana objektif bilgi. Ancak bunları kim yaptı diye sorarsan, o zaman tarafsız olamazsın.”

“Taraf olmak ne ki?.. Neyin tarafı!?.. ”

“İşte öyle bize inanacaksın; yoksa tarafsız olamazsın!..”

“Ama inanç konusunu işin içine katmamalısın demiştin?”

“Bize inanırsan tarafsızlığın bozulmaz, Yaratıcıya inanırsan bozulur!”

Ve o meraklı ve heyecanlı insan, artık eski heyecanını git gide kaybederek bakar her şeye. Ne zaman “Kim yapıyor?” diye içinden soracak olsa hemen o çatık kaşlı bilimselci adamın hayali karşısına dikilir: “Hayıır!” der, “Kim yapıyor diye sormazsın! Bu bilimsel ve objektif olmaz!”

Ve Küçük Prens’teki “büyüklerin dünyası”na benzer, “bilimsellik dünyası”na karışıp gider bizim meraklı kahramanımız. 

Aslında her birimiz o meraklı insanız. Farkında mısınız bilmem ama; o yasakçı anlayışın salladığı parmak zihin dünyamızı şekillendiriyor. Hepimiz “Bilimsellik” sihriyle hipnotize edilip büyüleniyoruz! Daha dünyaya gözümüzü açar açmaz, evde, okulda, medyada, milyarlarca kez tekrar ve telkin edilen bilinçaltı mesajlarla zihnimiz formatlanıyor.

Tabiri caizse; aklımız, güya “objektif bilimsellik” denilerek, evreni bir “ateist” gibi görmeye alıştırılıyor.

Meselâ “yağmur”un “neden-nasıl”ını anlatan bir bilim veya ders kitabında; “Bu yağmuru kim yağdırıyor?” sorusu, aklımıza bile gelemiyor! Çünkü “bilimsel” olma adına, “neden-sonuç kurgusu”yla anlatılan evrenin bilimsel tasvirlerinde her şey, “Kim?” sorusuna zaruret ve ihtiyaç yok gibi anlatılır…

Böylece de, nedenlerin sonuçları yaptığına inanılan bir evrende “kim?” sorusuna ihtiyaç olmaz! Bir makine gibi, “otomatik olarak işleyen bir mekanizmanın ve programların (doğa kanunlarının) olduğu bir evrende,” gözlenen bir olaya “fail” aramaya gerek mi vardır!?.

Yani, sözün özü: Bilimsellik Felsefesi, evrendeki her olay veya olguyu, “o işi yapan ve yöneten bir fail yokmuş gibi ve buna ihtiyaç da yokmuş gibi” sadece “neden-sonuç şablonu”yla anlatması; aslında “bu işin Yaratıcıyla ilgisi yok, bu işi Yaratıcı yapmıyor” demektir!

Evet, Bilim’in “bilimsel gözlem bilgisi” diyerek; zihnimize inşa ettiği “evren senaryosu” ile “vahyin bilgi”si arasında ciddi çelişkiler var. Bunun farkında olmamız lazım. Çünkü, “bilimsellik sihri” ile algı ve zihnimiz manipüle edildi. Kendi inançsız yorumlarını “Bilim” diye anlattılar. Bu yorumların, “inanıp inanmamaktan bağımsız ve tarafsız olduğuna” inandırıldık! Bize verilen “bilimsel bilgiler”in, “objektif bilgi” olduğuyla kandırıldık!

Oysa bir bilgi ve ifade biçimi, objektif/tarafsız olmaz! İncelediğimiz bir şeye; ya yaratıcısı ve yöneticisi “var” diye veya “yok” diye bakar ve ona göre kanaatimizi ifade ederiz. Çünkü, dilin mantığı ve mantığın dili icabı, bu iki şıkkın ortası yoktur! Diğer deyişle: bir şeyin yaratıcısı ya vardır, ya yoktur; üçüncü bir şık olamaz!..

1600-1700’lü yıllarda “Rönesans-Reform-Aydınlanma” üçgeninde sistemleşen mevcut “Bilimsellik” anlayışı, tüm “inançlar”a, bilginin tarafsızlığını bozan bir “virüs” muamelesi yaptığı için, kendisini inançlardan arındırarak “inançsızlık” tarafını seçti.

Bunun sonucu olarak da evrenden elde ettiği “gözlem bilgileri”ni, “Yaratıcı yok(muş); varsa ve olsa bile evrene karışmıyor(muş)” önkabülüne göre dizayn etti; bu bilgileri de “ateist-deist” anlatımla ifade etmeyi tercih etti! 

Yani kimse yok, kimse yapmıyor, failsiz ve ustasız oluyor, tabiat yapıyor… gibi. En garibi de bütün bu “ateist ifadeleri” sanki bilimsel olarak gözlenip doğrulanmış, tarafsız bilgilermiş gibi sunmalarıdır!

Sonuç olarak: Bilimsel anlayış, inançlardan kaçayım derken; ‘inançsızlığın’ kucağına düştü! Güya, “tüm inançlardan bağımsız ve tarafsız bilgi vereceğim” derken; “ateist, deist, materyalist, natüralist ve determinist inançların ve felsefelerin” lojistik destekçisi durumuna geldi!

Evet bir yanda bilimsel olma adına çevre baskısı, öbür yanda ise kalbimiz. Kalbimiz hayatı, kâinatı seviyor; sevildiğini hissediyor ve kendisini seveni tanımak istiyor. 

Yani kalbimiz bizi İslâm’a çağırıyor! Kâinata, bir Müslüman gibi bakmamızı, her şeydeki kasıtlı yapılışı, iradeyi ve ilmi görmemizi, bütün bunları kimin ve niçin yaptığını anlamamızı istiyor.

Biz bu iki farklı dünya arasında yalpalıyoruz. Bilim’in “tabiî oluşum”undan, İslâm’ın “yaratılış”ına; bilimin “tesadüf”ünden, imanın “kasıtlı ihsan ve nimet”ine; “içgüdü ve kendi kendine oluş”tan, “ilham ve sevk-i ilâhî”ye; “doğa kanunları”ndan, “ilâhi irade, ilim ve kudret”e… gelgitler yaşıyoruz!

Tavsiyemiz şudur ki; bilimsel anlayışın temsilcilerini kendi inançsız yorumlarıyla baş başa bırakıp, sizi yaratan ve rahmetiyle yaşatan Rabbinizle aranıza kimsenin girmesine izin vermeyin!.. Ve şunu düşünün: Acaba sizi yok iken yaratan ve her nefes yaşatan Âlemlerin Sahibi Allah, yarattığı evrenin sahipsiz kabul edilip, o kabule göre yaşanmasına razı olur mu!?